2 entry daha
  • britanya’yı tek bir bayrak altında birleştirmek uzunbacak lakabıyla anılan ı. edward’ın her zaman için idealiydi. haçlı seferlerinin tozunu yutmuş bu tecrübeli general galler’i fethetmiş ve iskoçların da korkulu rüyası haline gelmişti. uzun ve istikrarlı saltanatı, ingiltere’yi döneminin en önemli askeri güçlerinden biri haline getirdi. 1305’te william wallace’ı yenerek iskoç ovalarını kesin olarak topraklarına katsa da “fethedildiklerinden bihaber” iskoçları yönetmek sandığından daha zor olmuştu. iskoç bağımsızlık sancağını dalgalandırma sırası ise artık robert bruce’taydı. o da tıpkı wallace gibi bağımsızlık taraftarıydı ancak sonraki politik şartlar edward’a sadakat yemini etmesini gerektirmişti. bruce daha sonra st. andrews piskoposu’yla birleşip krala karşı durdu. 1306 yılında bruce, taht için rakibi john comyn ile bir kilisede buluştu. aralarındaki tartışma tatsız bir noktaya gelerek şiddetli bir ağız dalaşına dönüştü. en sonunda hançerini çeken bruce, comyn’i oracıkta öldürerek iskoç tahtını sağlama aldı ve 27 mart 1306’da taç giydi. yalnız ortada bir sorun vardı: iskoçya’yı yönetebilmesi için, önce ona sahip olması gerekiyordu.

    uzunbacak edward, comyn’in katillerini hain ilan ederek ölüm cezasına çarptırdı. robert’ın aforoz edildiği de tarihçiler tarafından söylenir. artık iskoçlara karşı daha sert tedbirler alması gerektiğine inanan edward, iskoçya’yı zapt-u rapt altına almak amacıyla büyük bir orduyla sefere çıktı. ancak henüz carlisle yakınlarındayken hayatını kaybetti. taht, edward’ın oğlu ıı. edward’a kalmıştı.

    iskoçların bu habere bir kına yakmadıkları kalmıştı. gözüpek, atılgan ve gaddar babasına nazaran sevimsiz ve basiretsiz bir karaktere sahip olan oğul edward’ın iskoçya’yı istila edebilecek kapasitede bir general olmadığına inanılıyordu. gerçekten de oğul edward seferi devam ettirmemişti lakin tek sebep de bu değildi. baba ile oğul arasında nahoş bir ilişki vardı. oğul edward babasının ideallerini paylaşmıyordu. bunun yanında başkente dönüp bir an evvel taç giyme törenini yapmak arzusundaydı. aksi halde bir komploya kurban gidebileceğini düşünüyordu. daha da önemlisi, hazine tamtakırdı. savaşa tapan bir adam olan ı. edward’ın galler, iskoçya, fransa ve kutsal topraklardaki seferleri hazinede metelik bırakmamıştı.

    robert, 1306’da edward yanlılarından aldığı birkaç yenilgi sonrası irlanda’ya kaçmak zorunda kalsa da geri döndüğünde ingilizlerle tekrar savaşmaya başladı. ortalık robert’a kalınca o da var kuvvetiyle ingilizleri iskoçya’daki kalelerden bir bir çıkardı. oğul edward’ın meseleyi görmezden gelmesi de robert’ın ekmeğine yağ sürüyordu. ancak 1309 ve 1310 yıllarında ıı. edward iskoçya seferlerine çıktı. falkirk muharebesi’nden önemli dersler çıkarmış olan robert bu seferler sırasında açık arazide edward’ın karşısına çıkmak yerine gerilla taktikleriyle düşmanı yıprattı. sınırdan iç kesimlere kadar olan yerleri yakarak, onları ikmal sıkıntısına soktu. ıı. edward seferlerden eli boş döndü.

    takvim yaprakları 1314’ü gösterdiğinde ingilizler’in iskoçya’da elinde kalan tek kale stirling idi. hem stratejik bir noktaydı hem de kaybı ingiltere’nin prestijini derinden sarsabilirdi. robert bruce’un kardeşi edward bruce kaleyi kuşattı. kuşatmada ilerleme kaydedilemeyince kale dizdarı phillip mowbray ile bir anlaşmaya vardı. buna göre bir sene içerisinde bir ingiliz ordusu gelmezse mowbray kaleyi teslim edecekti. robert, bu anlaşmadan dolayı kardeşine çok öfkelendi. ingilizler şimdi bir ordu hazırlayıp kuşatmayı kaldırmak için gerekli zamanı kazanmıştı. edward, o güne kadar iskoçya üzerine sefere çıkacak en büyük ordulardan birini hazırladı.

    ordular

    kaynaklarda birtakım farklılıklar olsa da edward’ın ordusu yaklaşık 20,000 kişilik bir kuvvete sahipti. bazı kaynaklar sefer mevsimi geçtiği için pek çok piyadenin yurtlarına geri döndüğüğünü ve piyade sayısının 12,000’e indiğini iddia eder. böyle olsa bile ingiliz ordusu, rakibinden en az iki kat büyüktü. iskoçya’yı istilaya hazırlanan en büyük ingiliz kuvvetiydi bu ordu. edward isyancı iskoçları rahatlıkla ezebileceğine inanıyordu.

    ingiliz ordusunun ana yıkıcı gücünü ağır süvari sınıfına giren şövalyeler oluşturuyordu. sayıları 2,000 kadardı. ana taktikleri kargıyla cepheden yaptıkları süvari taaruzuydu. ortaçağda ağır zırhlara bürünmüş korkutucu şövalyelerin dört nala koşarak önüne çıkan piyadeleri ezmesi kadar etkili, moral bozan ve düşman ordusunun maneviyatını kıran bir taktik daha yoktu. tabi ki bu taktik uzun mızraklı iskoçlara karşı sadece açık alanda ve okçu desteğinde etkili olabilirdi ve iskoçlar bunu çok iyi biliyordu. onları endişelendiren şey ağır süvariler değildi.

    ingiliz ordusunun elinde ölümcül bir silaha dönüşen bir başka silah daha vardı: yay. uzunbacak edward’ın galler seferinde görüp faziletine tamamen ikna olduğu okçular artık ingiliz ordusunda çok daha fazla yer kaplıyordu. galler’den getirtilen ve çoğunluğu okçu olan 3,000 kişilik kuvvetin yanında ingiltere’nin dört bir yanında da okçular yetiştirilmişti. okçuların sayısı toplamda 5-6 bini buluyordu. ana silahları porsukağacından yapılan uzun yay idi. 1,80 metre uzunluğunda olan bu yaylar en fazla 80-100 librelik bir germe kuvvetine sahipti. menzilleri 200 metreyi rahatça geçebilse de etkili savaş menzili buydu. kaliteli zırhlara karşı yeterince delici değillerdi, zaten iskoçların da pek zırh taşıdığı söylenemezdi. tipik bir uzunyaycı 60-72 arası ok taşırdı. tabi ki savaş sırasında bunu takviye etmek de mümkündü. çoğu uzunyaycı ortalama birer nişancıydı. bunlardan beklenen de nişancılık yeteneklerini göstermeleri değil, toplu halde düşman ordusunun üstüne menzil atışları yapmaktı. sıkışık düzende savaşan ve pek zırh taşımayan iskoçları bu şekilde avlamak gayet kolay oluyordu. uzunbacak edward falkirk’te bunu büyük bir zevkle test etmişti.

    ordunun geri kalanını ise kılıçlı ve mızraklı piyadeler oluşturuyordu. hafif deri ceketler ve basit çelik miğferler ana donanımlarıydı. bazılarında levha veya zincir zırhtan eldivenler de vardı. mızraklılar duruma göre yan silah olarak kısa kılıç veya hançer de bulundurabiliyordu.

    iskoçlar ise ingilizlere nazaran oldukça perişan bir görüntüye sahipti. çoğu en temel zırhlardan bile yoksundu. ordunun omurgasını 5,000 kadar mızraklı askerler oluşturuyordu. gücü yetenler için temel donanım basit bir miğfer, deri yelek ve yuvarlak kalkandan ibaretti. mızraklı piyadelerin esas formasyonu mızrak çemberiydi. falanks düzeninin bir benzeri olan bu dizilimde askerler oluşturdukları çemberin içinden mızraklarını dışarıya yöneltirdi. esnekliği ve manevra kabiliyetini azaltmaması sebebiyle dağlılar için idealdi. falanksa nazaran eksikliği ise birim alana düşen adam ve mızrak sayısının daha az olmasıydı.

    iskoçların geri kalan askerlerini ise çift el kılıçlı ve baltalı birlikler oluşturuyordu. bu birlikler daha ofansifti ve düşman piyadesine şok dalgası yapmak asli görevleriydi. mızraklılara nazaran daha iyi donanımlıydılar ve iskoç soyluları bu birlikler arasında yayan savaşırdı. bruce’un komutası altında hobilar denen 500 adet hafif süvari birliği de mevcuttu. bunların başlıca donanımları hafif zırhlar, kargı ve kılıçtı. atları irlanda tarzı sürerlerdi. yani gem, eğer ve üzengi kullanmazlardı. savaş alanında görevleri stratejik manevralar yapmak ve düşman hafif piyadelerini etkisiz hale getirmekti.

    muharebe

    ingiliz ordusunun edinburgh’tan falkirk istikametine doğru ilerlediğini öğrenen robert, birliklerini torwood’dan new park’a nakletti. burası da torwood gibi sık bir ormanlıktı. bruce’un amacı ormanlık alanda düşmanın süvari üstünlüğünü kullanmasına mani olmaktı. ayrıca bu nokta bannock deresinin öte yakasıydı ve stirling kalesi’ne daha yakındı. ingilizler stirling’e yardım ulaştırmak istiyorlarsa önce bu dereyi geçmek zorundaydı. ingilizler güneydeki roma yolundan ilerleyerek bannock deresini aşmayı ve kaleye ulaşmayı düşünüyordu. ancak robert bu yol üzerinde derenin iki yanını da pottis denen bir kadem yarıçapında, diz yüksekliğinde ve içlerinde kazık bulunan çukurlarla doldurmuştu. üstleri çimle kaplanarak kamufle edilen bu çukurlar süvariler için mükemmel bir tuzaktı.

    muharebenin ilk günü olan 23 haziran’da ingiliz şövalyeleri bu yoldan dereyi geçmeyi denediler. ingilizlerin şampiyon şövalyesi, hereford earl’ünün kuzeni henry de bohun, iskoç kralı robert’ı armasından ve zırhından tanıyarak ileri atıldı. kargısını krala doğrultmuş vaziyette dört nala koşarken kral ani bir manevrayla kargıdan kurtuldu. daha sonra geri dönüp, üzengisinin üzerinde yükselip baltasıyla bohun’un kafasına sert bir darbe indirdi. kafatası paramparça olan bohun oracıkta can verdi. krallarının böylesine cesur bir şekilde savaşmasını gören iskoçlar manevi açıdan adeta coştular. ingilizlerin maneviyatı ise gün geçtikçe düşecekti.

    pottislerden dolayı roma yolunu kullanamayacaklarını anlayan ingilizler, clifford komutası altında 300 süvariyle bu sefer sağ kanattan nehri geçip iskoçları kuşatmayı deneyecekti. bu hamleleri robert bruce’un yeğeni olan moray earl’ü thomas randolph komutasındaki 500 piyade tarafından engellendi. derenin kuzey tarafındaki dar ve açık arazi süvari taarruzuna izin verse de iskoç mızraklıları derhal mızrak çemberi oluşturarak mızraklarını çemberin dışına doğrulttular. ingiliz süvarisi mızrak çemberini çepeçevre sarsa da 4.5 metre boyundaki mızraklar ve çelik uçları atları zararsız bir mesafede tuttu. silahlarını kullanacak mesafeye yaklaşamayan ingiliz atlıları bir bir düşmeye başladı. ünlü şövalyelerden sir william deyncourt öldürülmüş, sir thomas grey ise esir alınmıştı. oğlu daha sonra bu savaşı da anlatan bir eser yazacaktır.

    o günün akşamı ingilizler için oldukça zorlu geçmişti. ıı. edward belki de ingiltere tarihindeki en büyük taktik hatayı yaparak ordusuna nehri geçme emri verdi. uzun süredir yolda olan ve çok kısa aralıklarla dinlendirilen ingiliz ordusunun adeta maneviyatı sınanıyordu. roma yolundan geçemeyeceklerine göre kuzeyden geçmeyi denediler. burada derenin iki tarafı da bataklıktı. dereyi geçtikleri yer de balçık bir araziydi. kamp kurmak için seçilebilecek daha kötü bir yer olamazdı. çamur deryasında sabahı etmeye çalışan ingiliz ordusundaki intizamsızlığı ve moralsizliği ajanları vasıtasıyla öğrenen robert, şafak sökerken insiyatifi eline aldı ve new park ormanında konuşlanan birliklerini ileri sürdü. ormanın hemen dışının kuru bir zemin olduğu anlaşılıyor. iskoçlar arazide üstünlüğü ellerine almıştı. bu hamle barbour tarafından şu şekilde betimlendiğini görürüz:

    “thai went all furth in gud array,

    and tuk the playne full apertly”

    “iyi bir dizilimle ileri atıldılar,

    ve düzlükleri açıkça ele geçirdiler”

    vita edwardi secundi’de de benzer ifadeler vardır:

    “he (bruce) led his whole army forth from the woods”

    “bruce ordusunu ormandan dışarı çıkardı”

    muharebenin ikinci günü ingiliz lordlarından gloucester, edward’a orduyu bir gün dinlendirmesi tavsiyesinde bulundu. edward bu tavsiyeyi dinlemediği gibi gloucester’ı korkaklık ve hainlikle itham etti. gloucester haklı olarak üzerine alındı ve tüm ingiliz ordusu önünde edward’a korkak ya da hain olmadığını göstermek amacıyla iskoçların üzerine atıldı. 500 şövalyesiyle birlikte iskoç mızraklılarına cephe taarruzu yapsa da tam bir fiyaskoyla neticelendi. atı mızraklandı, yere düştüğünde ise delirmiş iskoçlar tarafından vahşice katledildi.

    iyiden iyiye huysuzlaşan ve moralman çöken ingiliz ordusunun haleti ruhiyesini farkeden bruce, tüm kıtalara ilerleme emri verdi. sayı üstünlüğünü bu daracık alanda kullanmasına imkanı olmayan ingilizler kıpırdamakta bile zorlanıyordu. en büyük silahları olan okçular, piyadelerle iç içeydi ve atış yapacak açı bulamıyorlardı. bu hengamede iskoç taarruzu başladı. ingiliz okçuları yakın dövüş sırasında açılan boşluktan kısa bir müddet için atış fırsatı yakalasa da iskoç hafif süvarileri tarafından derhal savaş alanından temizlendiler. bu noktanın savaşın dönüm noktası olduğunu tarihi kaynaklar yazar. robert okçuların hamlesini görüp doğru zamanda keith komutasındaki hafif süvarilerini kullanmayı başarmıştı. burada gözümüze çarpan taktiksel hatalardan birisi de budur. babasına nazaran edward, okçuların korunması gerektiğinin farkında değildi. ve bu sebeple iskoç süvarileri için kolay av oldular. kaynaklarda ingiliz okçularının muharebede oldukça stratejik olabileceğini belirten betimlemeler de var. örneğin john barbour’un the brus adlı manzumesinde söylediği gibi:

    “the ınglis archeris schot so fast,

    that, mycht thar schot haf had last,

    ıt had beyne hard to scottis men”

    “ingiliz okçuları çok hızlı atış yaptı,

    eğer atışlarına devam edebilselerdi,

    iskoçlar zorlanabilirdi”

    ilk ingiliz hatları bozulup kaçmaya başladıkça bunları takviye etme imkanı da olmamıştı. kaçan askerler gerideki sıkışıklığı daha da artırıyor, dahası öteki piyadelerin de morallerini bozuyorlardı. çoğu henüz kılıç bile sallamamıştı ancak ön saftan can havliyle gerilere doğru koşan eli yüzü kan içindeki arkadaşlarını görünce onların da maneviyatı bozuldu ve komple bir bozgun yaşandı. ingilizlerin kaçtığını gören gören iskoç kıtalarında hep bir ağızdan coşku yaşanıyordu:

    “on thame! on thame! on thame! thai faill!”

    “yüklen! yüklen! yüklen! bozuldular!”

    kuzeyi yamaçla çevrili bu alanda tek kaçış noktası geldikleri yer olan bannock deresiydi. buranın çevresi de bataklıktı. piyadeler birbirini ezip bu dar ve ilerlenmesi güç yeri aşmaya çalışıyordu. yere düşen piyadenin kalabalık tarafından ezilmesi işten bile değildi. kanlı takip bittiğinde iskoçlar bannock deresini dolduran cesetlerin üzerinden rahatlıkla yürüyüp karşı cenaha geçebiliyordu.

    sonuç

    savaş sırasında edward ölümle burun buruna gelmişti. izdihamdan dolayı kaçamamış ve atının örtüsüne yapışmaya çalışan ellerden hışımla savurduğu topuzu sayesinde kurtulabilmişti. bu hengamede atını kaybeden kralı sağ salim kurtarıp stirling kalesi’ne götüren kişi pembroke dükü d’argentan’dır. ancak savaştan kaçmanın utancını kaldıramayan d’argentan geri dönüp atını mızrak çemberlerine sürdü ancak sağ çıkamadı. stirling dizdarı mowbray ise edward’ın içeri girme talebini geri çevirdi. bu akıllıca bir hamleydi zira mowbray kalenin öyle ya da böyle düşeceğini biliyordu. eğer içinde kralla birlikte düşerse bunun hayli yüksek bir fidye anlamına geleceği açıktı. edward o noktadan sonra kendisine eşlik eden 500 kadar şövalyeyle kaçmayı başarmış ve tekrar londra’ya dönmüştü. elbette büyük bir utançla.

    bu zafer ingiltere’nin asla kabul etmeyeceği fiili bir iskoç bağımsızlığı durumunu oluşturdu. robert artık tahtın tartışmasız tek sahibiydi. ingiltere’nin o güne kadar sahip olduğu en güçlü ordu ise yok olmuştu. yalnızca 5,000 piyade yurda dönebilmişti. önemli miktarda şövalye öldürülmüş veya esir alınmıştı. iskoç kayıpları ise yalnızca iki şövalye ve bin kadar piyadeydi. robert bruce’un zaferi piskolojik üstünlüğün iskoçlara geçmesi demekti. bundan sonra bu kadar geniş çaplı bir sefer yapılmamış olsa da 1319 ve 1322 tarihlerinde iki muharebede daha üstün geldi.

    yenilginin sebeplerine bakılacak olursak en başta edward’ın tarihi hatasından başlamalıyız. dereyi geçmesi, muharebeyi o dar alanda kabullenmesi anlamına geliyordu. ıı. edward’ın askeri konularda ne kadar yetersiz olduğu buradan anlaşılabilir. yine bununla bağlantılı olarak stirling dizdarı ve araziyi iyi tanıyan mowbray’ın bu bölgede savaşmamalarına dair uyarısı dikkate alınmamıştı. edward aynı hatayı gloucester’ın tavsiyesini dinlemeyip onu korkaklıkla suçlamasıyla bir kez daha yapmıştı. neticede gloucester ölmüş ve ordunun morali bir kademe daha azalmıştı.

    edward’ın başlangıçta gloucester’ı genel komutan olarak ataması diğer baronların tepkisini çekmişti. gloucester cesur ancak tecrübesiz bir barondu. edward’ın onu seçmesinin sebebi, şampiyon şövalyesi piers gaveston’ın idamına karışan baronlara güvenmemesiydi. ancak bu karar daha kötü etki bırakmış olabilir. baronların kasten yenilgiyi tezgahladıklarını söylemek zor ancak ordunun genel isteksizliği bunlar tarafından tasarlanmış bir komplonun eseri olabilir. neticede babasının aksine politik aktörleri kullanmayı bilmeyen, siyaset sanatından pek anlamayan ve duygusal davranabilen sevimsiz karakterli ıı. edward kötü bir idareciydi.

    başka sebepler arayacak olursak iki ordu arasındaki maneviyat farkına bakmamız gerekir. krallarının cesareti, ve ağır süvarilere karşı sağlam durmaları iskoçların moralini yükseltmişti. ingilizlerin morali ise aynı şekilde düşmüştü. yorgunluk, susuzluk, çamur deryasına saplanıp kalmak ingiliz piyadesinin azmini pamuk ipliğine bağlı hale getirmişti. nitekim muharebe oldukça kısa sürmüş ve ilk hatlar çöktükten sonra ingilizler arkalarına bile bakmadan kaçmaya çalışmışlardı. bunu da bataklıktan dolayı beceremeyince topyekün hezimet kaçınılmaz hale geldi.

    harp tarihi açısından bakarsak bu yenilgi ıı. edward’ın saltanatının dip noktasıdır. ancak dip noktadan sonra her zaman yükseliş başlar. bannockburn ingiliz ordusu için faydalı derslerin çıkarıldığı bir muharebe olmuş ve gelecek iki asrın ingiliz ordusunu şekillendirecek hamleler ortaya atılmıştı. daha sonraki dönemlere baktığımızda okçuların önemini kaybetmediğini bilakis okçulara daha fazla yatırım yapıldığını ancak savaş meydanında bunların zırhlı piyadelerle desteklendiğini görürüz. daha sonraki muharebelerin pek çoğunda da ingiliz generallerin savaş alanını belirleme konusunda kusursuza yakın bir performans ortaya koyduklarını görüyoruz. bütün bu deneyimler çok kısa bir zamanda meyvesini verdi. yüzyıl savaşları sırasında tecrübeli ingiliz ordusu, fransız ordusuna bir asır boyunca adeta kan kusturdu. bu dönemde poitiers, crecy ve agincourt gibi parlak zaferler kazanıldı. iskoçlarda ise tam aksi bir gidişat vardı. robert’ın oğlu david’e ingilizlerle açık arazide çarpışmaktan kaçınması yönündeki öğüdü belli ki dinlenmemişti. 1333 yılında halidon hill’de ingiliz okçuları açık arazide iskoç mızrak çemberlerini keklik gibi avlamıştı. aynı tarife neville’s cross’ta da tekrarlandı. bütün bunlar kısıtlı kaynaklara sahip iskoçların ingilizlerle aşık atamayacağının delili olmuştu. savaş alanındaki ezici üstünlüğe rağmen iskoç inadını kırmak ise mümkün olmamış ve iskoçya ilhak edilememişti.

    kaynaklar

    john barbour, the brus

    anonim, vita edwardi secundi

    thomas miller , the site of the battle of bannockburn

    andrew lang, the battle of bannockburn

    matthew bennet – jim bradburry – kelly devries – ıain dickie – phyllis jestice, dünya savaş tarihi: ortaçağ, timaş yayınları, 2011

    john france, western warfare in the age of the crusades 1000-1300, taylor & francis e-library, 2001

    sir herbert maxwell (çev.), the chronicles of lanercost, 1913

    david h. caldwell, scotland’s wars and warriors, edinburgh: the stationery office
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap