86 entry daha
  • niğbolu’daki haçlı ordusunu darmadağan eden yıldırım bayezid bu başarısının ardından hızla anadolu’ya dönüp burada fetihler yapmaya başladı. candar, karaman ve kayseri beylerini arka arkaya mağlup edip topraklarını fetheden bayezid, anadolu’daki siyasi birliği kurduktan sonra bizzat halifeden sultan-ı iklim-i rûm (roma ülkesinin sultanı) ünvanını alarak selçuklu hanedanının mirasını sahiplenmişti. buradan binlerce kilometre uzakta ise başka bir hükümdar topraklarını hızla genişletiyordu: timur. türkistan (çağatay) hanlığı’na bağlı barlas boyundan olan ve aksak yürüyüşünden dolayı timurlenk (topal timur) olarak anılan timur, merkezi otoritesi zayıflayan hanlığın askeri ve politik kontrolünü eline almış ve hanlığı kendisi idare etmeye başlamıştı. kağıt üzerinde ise devletin hakimi mahmud han idi. timur, hanları ortadan kaldırıp meşruiyet sorunu yaratmak yerine onları kukla hükümdarlar olarak kullanırdı. emir ünvanına haiz olan timur, hayatı boyunca han ünvanını kullanmadı. cengiz han soyundan olmadığı için han ünvanı alamayacağını biliyordu ancak yine de gürkân ünvanıyla cengiz han’ın damadı olduğunu vurgulardı. cengiz han ölmeden evvel töreler gereği imparatorluğu oğulları arasında paylaştırdığında çağatay’a düşen türkistan hanlığı diğerlerine göre daha mütevazıydı. hanlığın kontrolünü ele geçirdikten sonra timur dört bir yana seferler düzenlemiş ve devletin sınırlarını hindistan’dan anadolu’ya kadar genişletmişti. batıya yaptığı seferlerde topraklarını kaybeden bağdat sultanı ahmet celayir ve karakoyunlu aşireti lideri kara yülük, yıldırım’a sığınmış, topraklarını yıldırım’a kaybeden anadolu’daki beyler de timur’a sığınmıştı. işte o andan itibaren orta doğu, üç büyük gücün denge oyununa sahne olmaya başladı: mısır, türkistan ve türkiye. ufak beylikler ise mücadelenin ve meşruiyetin bahaneleri olarak kullanıldı.

    karabağ kışlağında sefer hazırlıkları yapmakta olan timur, bayezid’in dulkadir topraklarına sahip olması ve daha önce kendisine biat eden taharten’e bıraktığı erzincan’ın da rumlular (türkler) tarafından alınmasından dolayı 1400 yazında rum topraklarına girdi. 22 ağustos tarihinde o dönemde anadolu’nun en kalabalık ve en müstahkem şehirlerinden biri olan sivas’ı kuşattı. burası rum sultanlığı’nın sınır kentiydi. kuşatma sırasında çok zorlanan tatar ordusu 8,000 lağımcının devreye girmesiyle şehir surlarını yıktı ve belde ahalisi daha fazla mukavemet göstermenin faydasız olduğunu görüp kan dökülmemesi karşılığında teslim oldu. timur sadece müslümanlar olmak üzere bunu kabul etti ve kenti müdafaa etmiş olan 4,000 ermeni süvarisini katletti. daha sonra verdiği söze aykırı olarak şehrin müslüman halkını, şehir dışında açılan hendeklere diri diri gömdü. itiraz edenlere “ben kanınızı dökmeyeceğime söz verdim, sözümü tutuyorum” şeklinde karşılık verdiği rivayet edilir. neticede sivas’ta 60,000 kişi katledildi. ölenler arasında sultan bayezid’in oğlu ertuğrul’un da olduğu söylenir. bir rivayete göre sivas’ta olanları haber alan yıldırım’ın, içli içli kaval çalan bir çoban görünce “sivas gibi şehrin mi yandı, ertuğrul gibi oğlun mu öldü, çal çoban çal!” diyerek gözyaşı döktüğü rivayet edilir.

    üç büyük devlet arasındaki denge bozulmak üzereydi. timur’un stratejisi ufak beylikleri ortadan kaldırmak ya da uydusu yapmak ve rum sultanlığı’ndan daha zayıf bir hedef olarak gördüğü mısır sultanlığı’nı kendine bağlamak üzerine kuruluydu. böylelikle olası bir rum-mısır ittifakının önüne geçerek bayezid’i yalnız bırakacaktı. hatta bayezid’in gerisini tehdit amacıyla konstantiniyye ve cenova ile diplomatik ilişki içine girdi. emir timur kartlarını ilk olarak mısır üzerine oynadı. bir önceki mısır sultanı berkuk, timur’un elçisi bahaddin savcı’yı katletmişti çünkü bu elçi sultanın timur’a boyun eğmesini isteyen bir mektup getirmişti. mevcut sultan ferec de timur’un en iyi subaylarından biri olan otlamış’ı zincir altında turuyordu. timur elçisinin ölümü için özür talep etti ve subayının derhal serbest bırakılmasını istedi. bu istekleri getiren elçiler halep’e vardıklarında hapsedildiler. devletlerarası hukuk bir kere ihlal edilmişti. bunun üzerine timur derhal suriye üzerine sefere çıktı. yolu üzerindeki rum sultanı’na bağlı kentler olan malatya ve besni’yi de ele geçirdi. antep ise kendiliğinden teslim oldu. halep önlerine vardığında burada dağınık ve sayıca az bir orduyla karşılaştı. 30 ekim’de halep düştükten sonra kuzey suriye’deki hama, humus gibi kentler de alındı ve şam yolu açılmış oldu. 5 ocak 1401’de şam önlerinde büyük bir mısır ordusuyla karşılaşan timur bu orduyu adeta ezip geçerek şam’ı kuşattı. kuşatma sırasında şehir ileri gelenleriyle yapılan müzakereler sonucu 1 milyon düka karşılığında şehir yağma edilmeden teslim alındı. şam’ın alınmasının ardından sultan ferec, timur’a biat ettiğini bildirdi.

    tatar ordusunda bir savaş fili

    bu mektup timur’u belki tatmin etmedi çünkü mısır’a girmediği takdirde bu biat kağıt üzerinde kalacaktı. ne var ki mısır içlerine kadar ilerlemek bir hayli meşakkatli olduğundan bununla yetindi ve o sırada ahmet celayir’in elinde olan bağdat’a yürüdü. 9 temmuz günü bağdat düştü ve timur, hülagü han’ın izinden giderek şehri yakıp yıktı. bağdat’ı aldıktan sonra kuzeye ilerleyen timur 10 aralık 1401’de karabağ’daki kışlağına çekildi ve burada daha önceden islamiyeti seçmiş olan gürcistan hükümdarı melik gürgin (kral vıı. giorgi)’den sadakat yemini aldı. timur, bayezid’e ilk mektubunu burada yazdı. mektupta özet olarak daha önceden yıldırım’a sığınımış olan karakoyunlu aşiretinin lideri kara yusuf ile bağdat sultanı ahmet celayir’in kendisine teslim edilmesini veya yakalanıp öldürülmelerini ya da sınırdışı edilmelerini talep ediyordu. bayezid’in bu mektuba cevabında ise hiçbir diplomatik teamüle uymayan bir dil kullanılmış ve timur’a “ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kafirsin” diyerek hakaret etmiş akabinde ordusunu acem, kıpçak, ırak, horasan, hindistan ve mısır ordularına benzetmemesi konusunda timur’u uyarmış ve buna ek olarak “…bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun…” diyerek açıkça harp tehdidinde bulunmuştur. timur bu nameyi alınca “osman oğlu delirmiş!” diye tepki vermişti. yıldırım’ın böyle bir mektup kaleme almasında muhtemelen oğlu ertuğrul’u kaybetmesinin de etkisi olabilir. timur ise bu mektuba cevaben kendi askeri yeteneklerini yıldırımınkiyle mukayese etmek suretiyle “bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. sivas’ı da kısa zamanda elde ettim. sen malatya’yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin ve geri dönmek zorunda kaldın. sinop kalesini ne zamandan beridir elde edemedin…” demiş ve kendisinin islam dünyasının lideri olduğunu iddia ederek özür ve aman dilemesi karşılığında kendisini affedeceğini bildirmişti. bayezid ise cevabında timur’un altında kalmayarak kendi askeri dehasını övmüş, kendisinin kafirle cenk ettiğini bildirmiş ve timur’u sivas’taki katliamından dolayı islam’ın ırzına geçmekle suçlamıştı.

    emir timur daha sonra yurda geri döndü ve türklerle harp etmek fikrini burada generalleriyle müzakere etti. buradan anlaşılıyor ki timur’un kendisi de harp konusunda tereddüt içindedir çünkü bayezid’in macaristan’a kadar kafirlere aman vermediğini ve büyük zaferler kazandığının farkındadır. bu sırada gökyüzünde batıdan doğuya ilerleyen bir kuyruklu yıldız belirir ki müneccimler bunu batıda muhakkak zafer kazanacaklarına işaret sayarlar ve bu da timur’u fazlasıyla ikna ederek derhal sefere çıkmaya karar verir. karabağ’daki kışlağına 12 mart 1402 tarihinde varan emir timur, daha batıya bingöl’e doğru ilerlemiş ve burada üçüncü bir mektup kaleme alarak ve yıldırım’ın kafirle cenk ettiğinden haberi olduğunu, kendisinin de gürcü kafirlerle savaştığını söylemişti. buna ek olarak mısır ile ittifak yapmasını hoş karşılamayacağını belirttikten sonra önceki taleplerini de sıralayarak sınır boyunda elçilerini beklemekte olduğunu haber verdi. buradan anladığımız kadarıyla bayezid’in elçileri o sıralarda mısır’da diplomatik görüşmelerde bulunmaktadır. timur, iki ay kadar sonra bayezid’in elçilerini kabul etti. bayezid mektubunda kısaca ahmet celayir ve kara yusuf’u neden teslim etmeyeceğini hülagü han’dan örnekler vererek açıklamış ve sivas’tan çekilirse bunu iyi bir işaret sayacağını, çekilmezse de harbe hazır olduğunu ve kimseden korkmadığını özellikle belirtmişti.

    bu cevap üzerine timur bir mektup daha kaleme alarak kemah kalesi önüne geldi. on günlük kısa bir muhasarayla kaleyi istila etti. taharten’i orada yeniden saltanatının başına geçirerek sivas’a doğru yola çıktı ve nihayet 2 temmuz’da bu kente vardı. timur mektubunda şöyle diyordu: “…şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet sivas’a gelmem söz konusu oldu. kâfire fırsat vermemek, islam diyarlarını harap etmekten endişe edip, şam tarafına giderek mısır azizinden intikamımızı aldık… ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan erzincan’a gelip valimizi rencide ettiniz. adamımız olan taharten sulhu sağlamak için sizin pişman olduğunuzu bize yazmıştır. biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. elçileriniz olan sungur ve ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. islamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. isteğimiz erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce sivas, malatya, elbistan, erzincan ve kemâh’ın bize bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. sulha muhalif değilim ve bağlıyım. bu sulhun bir sûreti mekke-i mükerreme’de bâbü’l-harâm’da kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın.”

    bayezid ise bu mektuba yumuşak bir cevapla kendisinin de sulhtan yana olduğu intibasını vermiş ve karamanlıların sulhu engellemek amacıyla düzmece mektuplar yazdıklarını ileri sürmüş ancak bunu yaltaklanma olarak görmemesi gerektiğini, harpten kaçınmadığını da eklemiştir.

    ordular

    timur son mektubu alıp da bayezid’in boyun eğmeyeceğini anlayınca sivas’ın hemen dışında elçilerin önünde ordusuna resmi geçit yaptırdı. askeri geçit törenleri bu ordu için çok mühimdi. bunlar barış zamanı askerin disiplinini ve donanımını kontrol için, savaş zamanı ise düşmanın gözünü korkutmak maksadıyla yapılır ve iki gün sürerdi.

    tatar ordusunun çekirdek kuvvetini maveraünnehir merkezli 40 kadar boy oluştururdu. her boy kendi ebatlarınca asker sağlar ve bunun karşılığı olarak vergiden muaf tutulurdu. şehirlerden toplanan sarbadar milisleri de ayrı bir kaynaktı. bunlar ordunun piyade unsurunu oluştururdu. timur’un zorlu kuşatmaların altından başarıyla kalkmasında bu piyade sınıfının rolü büyüktür. bu askerler genellikle acem kökenliydi. fethedilen ülkelerden ya da itaat altına alınan devletlerden sağlanan askerler de ordunun önemli kaynaklarındandı. türkmenler, acemler, kürtler, ermeniler gibi etnik unsurlardan askerlerin de tatar ordusunda hizmet ettiği bilinmektedir. ordu, çekirdeğini oluşturan tatar (türk-moğol) ve türkmen askerlerinden dolayı geleneksel islam ordularından ziyade orta asya karakterliydi. bu hem maveraünnehir’deki merkez ordusunda hem de vilayetlerde konuşlanmış olan bölgesel ordularda böyleydi. hafif süvari kabilindeki askerler pek zırh taşımasa da ordunun genelinin zırh kalitesi yüksekti. suyurgal (bizdeki tımarın moğolca karşılığı) sahipleri gibi elit süvariler pul zırhlar giyerdi. anadolu’ya gelen orduda kesin olmamakla birlikte 40,000 hafif süvari, 20,000 ağır süvari, 10,000 piyade mevcuttu.

    orta doğu’da rum sultanlığı ile birlikte en iyi melez ordulardan birine sahip olan türkistan hanlığı’nın ordusunda filler de bulunuyordu. aragon elçisi ruy gonzales de clavijo bunları, sırtlarındaki ahşap kulelerde 5-6 asker taşıyan canavarlar olarak tasvir eder. onun tasvirlerine göre binici hayvanın boyun bölgesine oturur. hayvanların kısaltılan dişleri kılıç benzeri silahlarla donatılır ve nazik kısımları zırhla örtülürdü. filler aynı hizada hat halinde ilerleyip saldırma konusunda eğitilirdi ve her hamlede düşmanlarını dişlerine bağlı kılıçlarla biçer ya da çiğneyerek ezerken üzerlerindeki askerler de tepeden ok yağdırırdı. bazı kaynaklarda fillerin üzerinden ateş açıldığından bahsedilir fakat nasıl ateş açıldığı açık değildir. o dönemde ateşli silahların varlığı bilinmekteyse de tatarların bunları kullanıp kullanmadığı muammadır. dahası ateşli silahların filleri ürkütmeden nasıl kullanılabileceğinin tam bir izahı yoktur. bazı kaynaklar fillerin üzerindeki neft-endaz denen askerlerden bahseder. bunlar humbara fırlatan askerlerdir ve bu humbaralar düştüğü yeri yaktığı için ateş açma ifadesi buradan gelmiş olabilir. bakımının ve beslenmesinin zorlukları yanında fil gibi barışçıl doğaya sahip bir hayvan, savaş alanının karmaşasından kolayca ürkebiliyor ve kendi ordusu dahil önüne gelen herşeyi ezip geçebiliyordu. bütün bu zorluklara rağmen tatar ordusu anadolu’ya 32 tane fil getirmiştir. aragonlu elçiye göre tatarların gözünde bir fil bin piyadeye bedel sayılıyordu.

    ordu onluk sisteme göre teşkilatlanmıştı ve bu yönüyle rakip türk ordusuna benziyordu. taktik ve stratejik operasyonel kabiliyete sahip en küçük birim, teoride 10,000 kişilik olan tümen idi. orduda her birlik eyerlerini, sadaklarını, kargı flamalarını, kuşaklarını ve sancaklarını birbirlerinden ayırt edilecek şekilde renklendirirdi, bu sebeple bazı tarihçiler bu ordunun antik çağlardan beri gerçek manada üniforma kullanan ilk ordu olduğunu iddia eder. timur, rakip boylar arasında bir denge siyaseti güderek bir kabilenin fazlaca sivrilmesine izin vermezdi. ordudaki generalleri de kendi aile üyeleri arasından ya da maiyetinden atardı. askerlerin eğitimi için güreş gibi fiziksel ağırlıklı idmanlar yaptırıldığı gibi büyük av oyunları da icra edilirdi. binlerce askerin katıldığı bu avlarda büyükçe bir arazi parçası sarılır ve daha sonra içeriye doğru at sürmek suretiyle av hayvanları dar alanda sıkıştırılırdı. bu tarz avlar günler hatta haftalar sürebilir ve her hamle ciddi bir askeri manevra gibi icra edilirdi. av sırasında emir vermeden manevra yapmak ve hayvan öldürmek yasaktı. av oyunları birlikler arasındaki eşgüdümü, iletişimi ve emirlere cevap verebilme kabiliyetini geliştirmesi bakımından modern askeri tatbikatlara benzetilebilir. şüphesiz ki bu avlar askerlere yay talimi yapmaktan daha fazlasını kazandırıyordu.

    tatar ordusunda mükemmel uygulanan bir ödül-ceza sistemi vardı. disiplini geliştirmeyi amaçlayan bu sisteme göre muharebede kahramanca davranışta bulunan bir kişi tarkan ünvanıyla onurlandırılırdı. bu ünvanı alan kişi vergiden muaf olur, kazandığı bütün ganimetleri kendine saklayabilir, izin almaksızın hükümdarın huzuruna çıkabilir ve bir suçu dokuzuncu kez işleyene kadar cezadan muaf tutulurdu. bütün bu ayrıcalıklar yedinci nesle kadar miras bırakılabiliyordu. cezalar da aynı derecede şiddetliydi. eğer bir muharebe birliklerden birinin hatası neticesinde kaybedilirse, söz konusu birlik tüm ordunun önünde aşağılanırcasına terhis edilirdi. muharebe sırasında korkaklık gösteren bir subay kadın gibi tıraş edilir, kadın gibi giydirilir, yüzüne allık sürülür ve semerkand sokaklarında bu şekilde gezmeye zorlanırdı. görevini ifa edemeyen subaylar ise falakaya yatırılır ve gelen geçen sopa çekerdi. uyuyakalan, silahını ya da atını kaybeden erlerin cezası ise ölümdü. dönemine göre devasa bir büyüklüğe sahip olan türkistan ordusu için disiplinli bir yürüyüş düzeni elzemdi. ordu ağırlıklarının ve piyadelerin merkezde olduğu bu düzende geriyi ve kanatları süvariler muhafaza ederdi. ordugah ise devasa bir şehri andırırdı. binlerce çadırın kurulduğu bu ordugahlarda her çeşit meslek erbabından düzinelerce esnaf bulunurdu: kasaplar, aşçılar, fırıncılar, tüccarlar, demirciler, eyerciler, zırhbâflar… ordunun ana besin maddeleri et, ekmek ve pirinçti. ordugahta taşınabilir hamamlar da eksik edilmezdi ve bu yönüyle ordu, cengiz han’ın yıkanmak bilmeyen barbar sürülerinden farklı bir görüntüye sahipti.

    timur’u harp tarihinde bu kadar ünlü yapan sadece devasa ordusu değil mükemmel bir tutarlılıkla uyguladığı taktikleri ve stratejisidir. timur’un harp kariyeri, liddell hart’ın dolaylı tutum adını verdiği strateji teorisinden nadide örnekler barındırır. hindistan’dan anadolu’ya, deşt-i kıpçak’tan ırak’a kadar pek çok seferinde aldatıcı güzergahlar, hızlı yürüyüşler, düşman için hazırlanan yemler gibi dolaylı yaklaşımın bütün unsurları bulunur. muharebe alanında ufak süvari müfrezeleriyle çok geniş bir alanda kamp ateşi yaktırmak, atların kuyruğuna çalı çırpı bağlamak suretiyle ortalığı toz dumana katarak ordusunu olduğundan büyük göstermek ya da yabancı elçilerin önünde hasta numarası yapıp, ordusunun dağılmak üzere olduğu yolunda söylentiler yayarak düşmanı üzerine çekmek gibi numaraları ustalıkla icra ederdi. timur’un kurduğu casusluk ağı ise günümüzün istihbarat teşkilatlarını aratmayacak mükemmeliktedir. dini kurumlarda, pazarlarda, kervanlarda hatta yabancı hükümetlerde görev yapan bu casuslar sayesinde timur, düşmanları hakkında her an bilgi edinebiliyordu. cengiz han döneminden kalma ekspres posta servisi de bu işe hizmet ediyordu.

    timur’un dünya çapında en çok bilinen taktiği ise şehirleri yakıp, halkı kılıçtan geçirmeye dayanan dehşet saçma taktiğidir. idaresine karşı politik bir tehdit oluşturan fars kökenli muzafferi hanedanının bütün üyelerini katletmesi ya da gözlerine mil çektirmesinin yanında sivil halka karşı giriştiği mezalimlikler de ünlüdür. deşt-i kıpçak’ı istilasında volga nehri boyunca bütün kentleri haritadan silmesi, iki kez kuşatıp yağmaladığı bağdat’ın bir daha belini doğrultamaması, sabzevar kentinde esirlerin minare yapmak için canlı canlı dolgu malzemesi olarak kullanılması, delhi’de ele geçirdiği on binlerce savaş esirini katletmesi örneklerdendir. bu katliamlar öyle bir noktaya varmıştı ki katliamdan bıkan askerler kendi kelle kotalarını doldurmaları için öteki askerlere rüşvet verir olmuştu. toplanan kellelerden daha sonra ibret için kule yapılırdı. clavijo bunları bir taş atımı yüksekliğinde kafatasından kuleler olarak betimler. bu dehşet taktiğinin pratik yararı ise sürüp giden sefer boyunca tehdit oluşturan kale ve kentleri kuşatma zahmetinden kurtarmasıydı çünkü vahşetten gözü korkan kentler kendiliğinden teslim oluyordu. bütün bu yıkımlara ve katliamlara tezat oluşturacak biçimde timur kendi yurdunu ve özellikle de semerkand’ı imar etme konusunda inanılmaz gayretler sarfetmiştir. sefere çıkmadığı zamanlarda en büyük zevki yurdunu imar etmesiydi.

    tatar ordusunun birlikleri

    türk ordusunun serdarı bayezid ise en çok yıldırım hızındaki harekatlarıyla bilinir. babası murat ile 1386 yılında çıktıkları karaman seferinde yapılan bir muharebede sol kanattaki hızıyla dikkati çekmiş ve babası kendisine yıldırım lakabını takmıştı. 1396 niğbolu haçlısı’nda ise bayezid, haçlıların ağızlarını açık bırakacak kadar süratli bir şekilde niğbolu’ya vararak bu lakabı boşuna almadığını kanıtlamıştı. pek çok çağdaş kaynak onun bu yüksek süratini, engel tanımayan sabırsızlığına bağlasa da yıldırım’ın asıl kötü şöhreti bir türlü engel olamadığı öfkesinden ileri gelmektedir. idari alanda olduğu gibi askeri alanda da bunun sıkıntılarını birkaç kez yaşamıştı. yıldırım, müthiş süratiyle beklenmedik stratejik manevralarla muharebe yapma avantajını kendi lehine çeviriyor, muharebe sahasında ise bütün kıtalarına hakim bir general olarak ordusunu eşgüdüm içinde idare ederek zaferi perçinliyordu. yalnız bir gerçek vardı ki timur’un satrançta kendi ayarında rakip bulamaması gibi bayezid de kendi ayarında bir general ile henüz karşılaşmamıştı.

    türk ordusu yarı asya yarı avrupa karakterli melez bir ordu olarak avrupa’da büyük başarılar kazanmıştı. geleneksel atlı okçu sınıfını meydana getiren süvariler ordunun kanatlarında konuşlanırdı. geleneksel hafif islam süvari geleneği ise avrupalı süvari geleneğiyle harmanlanmış ve orta zırhta bir süvari sınıfı ortaya çıkmıştı. anadolu ve rumeli vilayetlerinden toplanan bu tımarlılara zırhlarından ötürü cebelü denirdi. dönemin kaynaklarına göre bu süvari gücünün büyüklüğü 20,000 kadardı. ordunun düzenli ve ücretli kısmını oluşturan kapıkulları da merkezde yer alırdı. bunlar 6,000 yeniçeri ve 1,000 sipahiden oluşurdu. avrupalı örneklerine göre daha az zırh taşıyan yeniçeriler yine de piyadeler arasında rakipsizdi. mükemmel bir eğitime tabi tutulan yeniçeriler oktan tebere kadar pek çok silahı ustalıkla kullanabiliyordu. sultanın muhafızları olan sipahiler ise genellikle sıcak çatışmaya girmezdi. ağır süvari sınıfındaki bu birlikler gösterişli üniformaları ve mükemmel zırhlarıyla dikkat çeker. merkez hattının en ilerisinde konuşlandırılan hafif piyade sınıfına mensup azapların sayısı ise 5,000 kadardı. bunlar savaş zamanı gönüllü olarak orduya katılan iyi teçhizatlı, maaşlı birliklerdi. bunların dışında sayısı kesin olarak bilinmese de 3,000 kadar sırp süvarisi de muharebede hazır bulunmuştu. voynik olarak anılan bu süvariler ağır zırhlıydı. yine 5,000 kadar hafif süvari gücü de de yeni fethedilmiş beyliklerden sağlanmıştı. kara tatarlar olarak anılan bu birlikler 13. yüzyıl ortalarındaki moğol istilası sonucu anadolu’yu yurt edinen moğolların torunlarıdır. bütün seferlerini 25,000’den az mevcudla ifa etmiş olan yıldırım bu muharebe öncesi bütün kaynaklara başvurarak adeta sınırları zorlamış ve 40,000 kişi toplamayı başarmıştı ancak yine de timur’un 70,000 kişilik ordusunun mevcuduna yaklaşamıyordu.

    bir sırp şövalyesi

    yıldırım bayezid’in rumeli ordusu edirne’de toplandıktan sonra bursa’da toplanmakta olan anadolu ordusuyla birleşmek üzere bu kente ilerledi. 1402 haziranının 15’inci günü bu kente varan ordu, burada iki kol halinde orta anadolu’nun en stratejik mevkii olan ankara’ya hareket etti. bu sırada timur erzincan önlerine yeni varmış, iki günlük kısa bir yürüyüşle kemah kalesi önlerine gelip burayı kuşatma altına almıştı. 10 günlük kuşatmanın ardından kale alındı. bu sırada türk ordusu ankara’ya varmak üzereydi. yıldırım, generallerinin tüm ısrarlarına rağmen düşmanı ankara’da beklemek yerine ordu ağırlıklarını burada bırakarak yozgat üzerinden sivas’a yürüdü. yıldırım, tatar ordusunu sınırın öte tarafında karşılamak istiyordu çünkü hasat zamanı olduğundan düşmanın mahsulü almasını istemiyordu. timur ise 2 temmuz’da sivas’taydı. yıldırım’ın tokat’a doğru ilerlemekte olduğunu öğrenince buradaki dağ geçitlerine takılmak istemediğinden alternatif bir yol düşünerek güneye kayseri’ye yürüdü. altı günlük sıkı bir yürüyüşün ardından kayseri’ye vardı. timur’un kayseri yolunda olduğunu öğrenen yıldırım derhal geriye dönerek geldiği istikametten ankara’ya ilerlemeye başladı. muharebeyi tokat’ta kurduğu mevzilerde yapmayı uman yıldırım, timur’un dolaylı bir stratejiyle ankara istikametine ilerlediğini öğrendiğinde apar topar geri dönmek zorunda kalmıştı. burada strateji savaşını timur’un kazandığı görülüyor. kayseri’de dört gün dinlenen tatar ordusu, dört günlük bir yürüyüşle kırşehir’e vardığında kuzeyden baskın yeme korkusuyla derhal ankara istikametine ilerledi. timur düşmanı yıldırım’ı üstüne çekmek amacıyla şehri kuşattı. birtakım tarihçiler kuşatma sırasında çubuk çayı’nın yatağının timur tarafından değiştirildiğini, civardaki kuyuların zehirlendiğini yazar. türk ordusu kuzeyde çubuk çayı’nın menbaında ortaya çıksa bile tarihi vesikalarda bahsedilen susuzluk sebebiyle bu hikaye doğru olmalıdır.

    orduların stratejik manevraları

    muharebe

    yıldırım, generalleriyle yaptığı istişarelerde susuzluk sebebiyle beklemenin fayda getirmeyeceğini anlamıştı, ancak buna rağmen ilk taarruzu yapan yine timur oldu. tatar ordusunun iki kanattaki öncülerine mirza sultan hüseyin ve mirza ebu bekir komuta ederken sol kanadın komutası mirza şah ruh’un, sağ kanadın komutası ise mirza miran şah’ın elindeydi. merkezde timur, mirza ömer şah ve timur’un kukla hükümdarı mahmud han bulunuyordu. ihtiyat kuvvetlerinin başında mirza muhammet sultan varken ordunun en önünde birbirlerine zincirle bağlanmış 32 filin komutası ise isen buga’nın elindeydi. türk ordusunun rumeli askerleri ve kara tatarlardan oluşan sol kanadına şehzade süleyman komuta ederken rumeli beylerbeyi hoca firuz da ona bu kanatta eşlik ediyordu. anadolu askeri ve sırp voyniklerinden oluşan sağ kanat ise anadolu beylerbeyi kara timurtaş komutası altındaydı. sırp kralı ve yıldırım’ın kayınbiraderi olan stefan lazareviç de bu kanatta sırp süvarilerine komuta ediyordu. ordunun merkezinde ise sultan bayezid ve oğulları isa, musa ve mustafa şehzadeler vardı. merkez hattının önünde azap piyadeleri, arkasında yeniçeriler, en geride ise sipahiler bulunuyordu. ihtiyat kuvvetlerinin başında ise şehzade mehmet vardı.

    çubuk ovası’nda konuşlanma

    muharebe 20 temmuz sabahı timur’un yoklayıcı taarruzuyla başladı. sağ kanat öncülerine komuta eden mirza ebu bekir, türk ordusunun sol kanadına taarruz etmiş ancak rumeli askeri şiddetle mukabele ederek tatarları bu manevraya cüretlerinden dolayı pişman etmişti. ancak fillerden ürken türk atları harekete devam edememiş, bu noktada timur’dan sağ kanada yardım için izin alan mirza muhammed durumu hemen hemen dengelemiştir. tam bu esnada muharebe öncesinde casuslar tarafından saf değiştirilmeleri telkin edilen kara tatarlar, türk süvarilerini arkadan oklamaya başladı. tatar sağ kanadının umumi taarruza kalkması sonucu iki ateş arasında kalan türk sol kanadı çöktü. timur bu noktadan sonra tüm imkanlarını türk sağ kanadını çökertmek için kullandı ancak bu kanattaki coğrafi avantajın yıldırım’da olması sebebiyle büyük kayıplar verdi çünkü birliklerin arkası tepelerle güvence altındaydı. yeniçerilerin de desteğiyle arka arkaya gelen taarruzları savuşturan sırplar, timur’un dahi övgüsüne mazhar olmuştu. timur’un sırplar hakkında “kafir çerisiyle iyi cenk ettik, bu dervişler kusur etmediler” dediği rivayet edilir. tatarlar tarafından merkeze yapılan taarruzlar, yeniçerilerin diktiği kazıklar ve atılan oklar yüzünden hüsranla neticelendi. zaten burası taarruz edilemeyecek kadar güzel tahkim edilmiş, hafifçe meyilli bir alandı. ancak stratejik manevraları kaybettiği için mecburi yürüyüşlerle yorulan ve temmuz sıcağında susuz kalan asker akşam üzeri bitap düştü. sırp süvarilerinin başında etiyen adıyla anılan generallerden biri bayezid’e ulaşarak ona kaçmasını tavsiye etse de bayezid bunu reddetti ve kuzeydeki çataltepe’ye çıkarak burada kahramanca direnmeye devam etti fakat burada etrafı sarıldı. muharebenin kaybedilmiş olduğuna ve padişahı kurtarmak imkanı olmadığına kanaat getiren etiyen, karışıklık içinde bulup çıkardığı şehzade mehmed’in ricat hattını muhafaza ederek büyük bir süvari hücumu ile kuşatmayı yararak batıya doğru kaçmasına yardımcı oldu. amasya beyleri şehzade süleyman'ı alıp doğudaki dağlara kaçarken şehzade isa karaman’a doğru firar etti. şehzade mustafa’nın akıbeti ise bilinmemektedir. sultan yıldırım bayezid ordusu tarafından terkedildiği halde kapıkullarıyla gün bitene kadar çataltepe’de düşman hücumlarına mukavemet etti. kılıcı kırılmıştı ve bunun üzerine ağır bir savaş baltasıyla kendisini almaya gelenleri birer birer indiriyordu. lakin yeniçeriler de hararet ve susuzluktan bitap düştüler ve bir kısmı yorgunluktan bayıldı, diğerleri ise tatarların kılıç darbeleriyle toprağa serildi. gece çökmek üzereyken minnet bey tarafından kaçmaya ikna edildi. yıldırım kuşatmayı yararak çataltepe’den 16 km uzaklaşmayı başarsa da atı tökezleyip düşünce han ünvanına haiz mahmut tarafından yakalanıp bağlandı. şehzade musa, beylerbeyleri timurtaş ve hoca firuz da padişah ile birlikte esir düştü.

    muharebe safhası

    sonuç

    sabahın ilk ışıklarıyla başlayan muharebe güneş batana kadar 15 saat sürdü. türk tarafının 15,000 kaybına karşılık tatarların kaybı 10,000 kadardı. ancak asıl önemli olan yıldırım’ın esir alınmış olmasıydı. timur’un esir hükümdar bayezid’e çok iyi davrandığı acem, türk ve yunan tarihçiler tarafından yazılır. baştan ayağa toz içinde huzuruna getirildiğinde iplerini çözdürtüp kendisini yanına oturtmuş, onunla muhabbet edip hayatı hakkında endişeye mahal olmadığı konusunda kendisine güvence vermiş ve ikameti için üç muhteşem çadır hazırlatmıştı. bayezid ise oğullarından haber alınmasını ve esaret yoldaşı olarak kendi yanına verilmelerini arzu etmiş ancak sadece şehzade musa esirler arasında bulunabilmişti.

    şehzade mehmet, esareti sırasında babası yıldırım’ı kurtarma girişiminde bulundu. gece tatar ordugahına gizlice giren türk lağımcılar, bayezid’in tutulduğu çadıra yakın bir çadırın içinden, yer altına doğru yol açmaya başladılar. günün ilk ışıklarıyla birlikte çadırın ortasına geldikleri vakit nöbet değişimine gelen muhafızlar lağımcıların faaliyetini keşfetti. lağımcılar kaçmayı başardılar ancak timur, bu teşebbüsünden dolayı padişaha birçok serzenişte bulundu. bu sebeple geceleri uyumadan evvel yıldırım’ı zincire vurmaya başladı. bu önlemler ve padişahın kafese benzer bir tahtırevan içinde yolculuk ettirilmesi daha sonra kötü tercüme eseri bazı vakanüvislerin olayı yanlış bir şekilde nakletmelerine yol açmış ve kafes hikayesi doğmuştur. halbuki niğbolu’da yıldırım’a esir düşen ve ankara muharebesi’ne de bizzat şahit olan ve timur tarafındna esir alınan bavyeralı schildberger kafes hususundan hiç bahsetmez. yunan tarihçilerden dukas ve halkondilas da esir padişahın zincire vurulması haricinde birşey yazmamışlardır. timur’un tarihini yazmış olan şerafeddin yezdi de kafes olayından hiç bahsetmez. arabşah ise bir kafes hikayesinden bahseder ancak onun kafiye ahengi uğruna gerçekleri feda ettiği ve timur’u da her babında nefretle andığı bilinmektedir. yani güvenilir bir kaynak değildir. aşıkpaşazade ise muharebeye şahit olmuş eski bir kapıkulu askerinden aktardığına göre padişah kafes gibi etrafı demirli ve iki atın ortasına konulmuş bir tahtırevan ile yolculuk ettiriliyordur. kafes kelimesi pencereleri kafesli olan saray odalarına ve tahtırevanlara verilen bir isimdir ve kafes hikayesi muhtemelen buradan doğmuş ve muharebeden bir yıl sonra semerkand’a gelmiş olan aragon elçisi clavijo’nun notları da batıda bu efsanenin yayılmasına yol açmıştır.

    muharebe, timur’un parlak stratejik manevralarıyla olduğu kadar muharebe sahasındaki taktiksel başarıyla da kazanıldı. yıldırım’ın ordusu önce dolaylı tutum ile mevzilerinden çıkartılarak cebri yürüyüşe zorlandı ve aakabinde ankara yem olarak kullanılarak yıldırım’ın muharebe sahasına çekilmesi sağlandı. yani yeri, zamanı ve şartları belirleyen timur oldu. muharebe safhasında ise casuslar tarafından önceden celbedilen kara tatarların saf değiştirmesi ve türk ordusunun susuzluğa mahkum edilmesi taktik başarının anahtarları olarak öne çıkmaktadır. buna rağmen özellikle yeniçerilerin ve voyniklerin üstün gayretleri timur’un daha evvel hiç olmadığı kadar kayıp vermesine sebep oldu.

    şüphesiz ki bir muharebenin ehemmiyet derecesi muhariplerin miktarı, generallerin şöhreti ve muharebenin harp sanatına yaptığı katkılarla ölçüldüğü gibi muharebeye dahil olan milletlerin mukkadderatıyla da doğru orantılıdır. ankara muharebesi ortaçağın en kalabalık muharebesi olmasının yanı sıra rum sultanlığı’nın da bir nevi kaderini tayin eden bir hadisedir. sekiz ay daha anadolu’da kalan timur, anadolu’nun dört bir yanına yolladığı ordularıyla istila ettiği toprakları eski beylerine geri verdi. bursa gibi zengin kentler talan edilirken, rodos şövalyeleri’nin elinde bulunan izmir kalesi mükemmel bir muhasara örneği sonucu timur tarafından alınarak aydın beyi’ne teslim edildi. selçuklu hanedanının mirasını üstlenen osmanlı hanedanı anadolu’yu kaybettiği gibi rumeli’de de sırplar bağımsızlıklarını kazanmış ve büyük ölçüde toprak kaybedilmişti. o devirde henüz feodal bir görüntü arz eden ve yıldırım tarafından kurulmaya çalışılan merkeziyetçi devlet bir darbeyle tamamen parçalanmıştı. yıldırım bayezid akşehir’de vefat ettikten sonra timur, şehzade musa’ya berat vererek serbest bırakmış ve dört kardeş saltanat mücadelesine başlamıştı. 11 yıl süren ve ülkedeki düzeni alt üst eden bu savaşlar sonunda dağılan birlik mehmet tarafından tekrar sağlandı. muharebede akıbeti bilinmeyin mustafa’nın ise sonradan ortaya çıkması istikrarı yeniden bozsa da bu isyan çabuk bastırıldı. devlet, kurumlaşmış yapısı sayesinde bu darbelere rağmen ayakta kalmayı başardı ve anadolu’daki siyasi birlik yeniden kurulduktan sonra merkeziyetçi yapı daha katı bir şekilde uygulanmaya başlandı. türkiye’de ırsi aristokrasinin ve güçlü yerel idarecilerin bulunmamasının en büyük sebeplerinden biri bu muharebedir. alınan yenilgiden çıkartılan dersler, devleti yalnızca yarım asır içinde eskisinden de güçlü hale getirdi. 1405’te çin üzerine sefere çıkan timur’un ölümü ise boylar federasyonu şeklinde örgütlenmiş olan ve liderin karizmasıyla ayakta tutulan devletin parçalanmasına neden oldu. şah ruh bu çöküşü erteletse de kendisinden sonraki dönemde hanlık parçalara ayrılacak ve bir daha da toparlanamayacaktı.

    kaynaklar

    abdullah turhal, ankara meydan muharebesi, 2009

    jeremy black, the seventy great battles of all time, thames & hudson publishing, 2005

    david nicolle, angus mcbride, the age of tamerlane, osprey publishing, 1990

    beatrice forbes manz, the rise and rule of tamerlane, cambridge university press, 1989

    abdurrahman daş, ankara savaşı öncesi timur ile yıldırım bayezid’in mektuplaşmaları

    halil inalcık, devlet-i aliyye, türkiye iş bankası kültür yayınları, 2010, (s. 71-81)

    joseph v. hammer, büyük osmanlı tarihi, üçdal neşriyat, 1993

    strategy and tactics magazine, sayı:197, sayfa: 13-14
198 entry daha
hesabın var mı? giriş yap