7 entry daha
  • evet böyle bir şey var ve yaşadığım deneyimden sonra; kafe, restoran ve hatta parklarda artık bizim sitenin her türlü dedikodusundan haberdar olan müzeyyen teyze gibi fısır fısır ve sesimi yükseltemediğim için iletişimin aynı verimlilikte kalmasını sağlama adına abartılı jest ve mimiklerle konuşmaktayım.

    günlerden bir gün yakın bir arkadaşımla iş çıkışı buluştuk bir yerde yemek yiyip çay içmek üzere. gittiğimiz yer; sıklıkla oturduğumuz, kendimizi rahat hissettiğimiz ve kalabalık olmayan bir mekandı. o anı düşününce üsturuplu konuştuğumuzu, sessiz olmasa da birbirimize diyeceklerimizi haykırmadığımızı (evet büyük marifet) zannediyorum ama arada seslerimiz yükseldi galiba. konuştuğumuz konular genelde okul, öğrenci, veli ve para -ikimiz de farklı kolejlerde öğretmenlik yapıyoruz- ekseninde dönüyor. özel sektörün eğitim alanının berbat olduğuna, velilerin yakında domalmamızı bile isteyeceklerine dair isyankar ama kabullenmiş konuşmalar yapıyoruz. amk'lar, götler, siktirler havada uçuşuyor, bildiğin yardırıyoruz. bu arkadaşımla gün boyu nasıl bir bastırılmışlıkla negatif enerji depolamışsak biz iki kadın, bu enerjiyi atıyoruz argo ansikolpedileri yalayıp yutmuşçasına. öğrenci, öğretmen, veli, kpss, ders saatleri, sömestr gibi konular etrafında dönmese muhabbet; konuşmalarımızı dinleyen bizi eğitimci değil de inci sözlüğü yeni keşfetmiş, üniversiteye henüz kayıt yaptırmış kızcağızlar olarak betimleyebilirdi bile.

    bu güzel akşamdan sonra arkadaşımla vedalaştık. epey kafa dağıtmıştım yahu. metroya doğru yürürken üstün dökmen'e benzeyen takım elbiseli bir adam "pardon bakar mısınız?" diye seslendi.

    birden döndüm. aa o da ne? üstün dökmen!? bana hayatla, zorluklarla mücadeleyle ilgili söylevlerinden bir kuple mi patlatacak acaba diye sırıtarak baktım. ama malesef ki o değildi. yalnızca benziyordu.

    az önce çikolatalı pudingten aldığı lezzeti alırmışçasına "amoğo koyim bu evrenin ahohoho!" diyen kezbaniçe ben değilmişim gibi "buyrun!" dedim en hanımefendi ve en asil duruşumu takınarak.

    "çok özür dileyerek söylüyorum... ben istemeden arkadaşınızla olan konuşmalarınıza kulak kabarttım... şeey, eğitimcisiniz galiba?!"

    hassiiii... oğlum veli filan mıydı yoksa? bazı çocukları sevmediğimi söylemiştim konuşurken; batuhan vardı mesela, dersin ortasında sürekli "bonlar gündölük hoyotta ne işimüze yoroyacak? füzik iğrönç bir dörs. fözik öğrötmenliğini yopmoyu çok mo istödönöz hocooom?!" demelerinin taklidini yapmış, esasici yaklaşımda olduğu gibi ağzına gözüne vurmak istediğimi ama ilerlemeci yaklaşımda olduğumuz için "ah benim güzel oğlum, azıcık ders dinlesen çözeceksin aslında kainatın cevapsız kalmış tüm sorularını." diyerek geçiştirdiğimi söylemiştim.

    "evet?"
    "benim bir projem var öğretmenlerle ilgili. eşsiz bir şey geliştiriyorum. bana katılacak öğretmenlere ihtiyacım var. sizin için de ek bir gelir olacak. ilgilenmek ister misiniz?"
    "şeey, bilmem ki. olabilir tabi.. eöö nasıl bir şey?"
    "siz bilgisayardan kameralara ders anlatıyorsunuz. öğrenciler de evde bilgisayarlarının başında sizi dinliyorlar çaylarını yudumlarken. sorularınızı cevaplandırıyorsunuz."
    adam yıllardır hali hazırda var olan uzaktan eğitimi kendi projesi diye kakalamaya çalışıyordu. bu neyin kafasıydı?
    "uzaktan eğitimden bahsediyorsunuz?"
    "bu ayrı bir proje ama. branş neydi?"
    sanırım "uzaktan eğitim" i bir marka, "proje" kelimesini de kurum kelimesinin eş anlamlısı zannediyordu. bunu sindirsem sorun çıkmayacak, kelimelerini düzeltmeye çalışmayacaktım.
    "fizik."
    "aa süper. bizim de sayısal öğretmene ihtiyacımız var. nerede öğretmensiniz?"
    "hedele hüdele koleji'ndeyim."
    "aa duymuştum evet. isminizi de öğrenebilir miyim peki?"
    "bunu bulamayanlar da var..."
    "aa çok ilginç bir isim. ben de kenan. buyrun kartım. isterseniz size yayınlarımızın demolarını da vereyim."
    "oo.. oluur.."
    arabasına yanaştı.
    "tüh anahtarı içeride unutmuşum. birkaç dakika bekler misiniz içeriden getireyim?"
    "yoo gerek yok. kartı verdiniz zaten."
    "hemen gelirim" diye fırladı adam.
    geldi arabaya yanaştık. içinden birkaç cd, kitapçıklar filan çıkardı verdi bana.
    "ne kadar mutluyum bir bilseniz!" dedi. belli ki zor durumdaydı ve öğretmene ihtiyacı vardı. "kıyamam yaa" dedim içimden.
    sonra benim uzaktan eğitimde yer alacağımı garanti görüp bel bağlamasın yazıktır diye "kenan bey, ben düşüneceğim. kendim yer almasam da öğretmen arkadaşlarıma bahsedeceğim. ilgilenmek isteyenler olacaktır mutlaka." dedim içtenlikle.

    kenan beyle vedalaştıktan sonra eve gittim. demoları, kartı, içine dört ayda bir baktığımız evdeki tenha çekmecelerden birine attım. iki hafta geçti. ben unuttum gitti olanları. bir gün facebook'ta upuzun bir mesaj. düşün bu entry'den daha uzun. adımı, kolejin adını ve fizik kelimesini google'da aratıp bulduğunu yazmış. "sizi okuldan alayım, kahve içmeye gidelim, projeyi detaylıca konuşalım." cümlelerinden huylanmadım değil doğrusu. ne ara samimileşmiştik ki bu kadar? vakit azlığından ve sonra cevap yazarım düşüncesinden cevap yazamadım bir hafta. pat bir mesaj daha. tripli bir mesaj. kendisinin ipe sapa gelmez bir insan olmadığını, eğitimci olduğum için beni yanlış bir yere konumlandırdığını, nezaketten ve görgü kurallarından uzak olduğumu filan yazmıştı. "rica ediyorum cevap yazmayın" diye de eklemişti. aboov. adamla yanlışlıkla çok samimi olmuştum ve trip de atılıyordu şahsıma. kısa ve öz bir mesaj yazdım.

    "işimden memnunum ve ek bir faaliyette bulunmak istemiyorum kenan bey, hiçbir öğretmen arkadaşım da projeyle ilgilenmedi. ilgilenecek kişi olursa ben buradan yazarım zaten. iyi günler diliyorum."

    tek kelimelik cevap geldi. "peki."

    üstün dökmen tipli bir ergen yan masada oturup konuşmalarımı dinleyip hayatıma giriyor ve birden trip atma kudretine erişebiliyordu. bu nasıl olmuştu? "peki." nedir yahu?

    hiçbir şey yazmadım. işime gücüme devam ettim. dört gün sonra 32 paragraflık bir mesaj. aslında benim yüreğim çok iyiymiş, ona güvendiğimi hissetmiş. ve projeyle ilgili birsürü şey. benim cevaplarım yine kısa kısaydı.

    yeni mesajlar gelmeye başladı. öğrencilerimle olan fotoğraflarımı görmüş, çok aydınlık yüzlüymüşüm, entelektüel birikimimle bu cumhuriyet için çabalayan idealist gençler yetiştirebilirmişim. evet evet ben bir eğitim feneriymişim. pardon neferi.

    son mesajını cevaplamadım artık. bunaldım çünkü. en son dün... kenan bey öğretmenlik yaptığım koleje geldi. beni görmek istiyormuş. ah bir de proje.. ona artık biraz sert bir tavırla, projeyle filan ilgilenmediğimi, beni ikna etmek için kendisini yormaması gerektiğini söyledim. "peki." deyip koşarcasına uzaklaştı sevgiliyle son görüşmedeymiş gibi.

    eve gidince korktum çorap çekmecesinin içinden de kenan bey çıkacak diye. açtım. şükürler olsun. yoktu.
13 entry daha
hesabın var mı? giriş yap