7 entry daha
  • haftanın yorgunluğunu odam karşıladı her zamanki dağınıklığıyla. kendi içinde düzeni olmayan dağınıklardandı benim odam. sadece kendime yaşam alanı yaratacak kadar yer açtığım ancak asla tam anlamıyla pırıl pırıl yapamadığım dağınıklığıma sığınmak için kapıyı kapatırken kapı arkasına astığım onlarca havlunun, ceketin, montun ağırlığıyla inledi.
    çantamı yere bıraktım. yatağıma göz kırptım, onun da yükü kapıdan farksızdı. tüm hafta boyunca giyip çıkardıklarım, saç fırçam, sabah fırlatıp attığım pijamalar, kendi girdabında kaybolmuş battaniyem, hep yorgun hep kambur uykusuzluğumun yakın sırdaşı yastıklarım, geceleri nefes nefese uyandığım rüyalardan sonra beni sakinleştirmek görevini üstlenmiş, rengi de keyfim gibi kaçmış her gece mutlaka dolu olarak yanıma aldığım su şişem. hemen yanıbaşında, baş ucumda kahve kupalarımdan birinden arakladığım ve devşirdiğim çiçek desenli vazolarının içinde boynunu bükmüş ve solmuş güllerim ve bahar dallarım, her rafı ayrı bir curcuna, günlük haftalık dergilerden yeni ve eski kitaplarımdan nasibini almış artık yamulmaya yüz tutmuş kitaplığım. üstü antidepresan, ağrı kesici, mide ilacı, takı, toka dolu televizyonum... merhaba!
    yorgundum. kaçak. korkak belki. sinmiş susmuş küsmüş ama inadına gülümsemekten ağrımış yanak kaslarıma 'rahat komutu verip yataktaki yığının bir parçası oluverdim.
    dolabımı düşündüm o esnada. kim bilir ben yorulur ve her şeyi dağıtırken o nasıl da güçlü bir biçimde tüm heybetiyle gördüklerimden ve anlattıklarımdan arda kalan daha büyük dağınıklığımı saklıyordu! eteklerin arasına karışmış saç tokaları, parfüm şişelerimin arasında çoraplar! tam bir keşmekeş. ama o itinayla görevini yerine getiriyordu. gürültüsüz açılan kapakları kocaman sırları saklar gibi saklıyordu pasaklılığımı. beni ve geri kalan herşeyi kapalı kapılarının arkasında derli toplu gösteriyordu.
    gözlerimi kapattım. yorgunluk. tek istediğim öğle vakti gölgede, cırcır böcekleri seslerinin arasında hamakta sallanmak. tekim, ağaçlar hışırdıyor tatlı bir esintiyle. ama yorgunum tek hissettiğim şey bu şimdi! çünkü kış. çünkü yaza uzak. çünkü soğuk. bu kadar dağınıklığı ben nerede saklıyordum diye düşündüm.
    içimde bir yerde gömme dolabım olmalıydı. raylı kapaklı olanlardan değildi. raylı kapaklar modern kataloglara yaraşıyordu. benim nostaljik ve gelgitli ruhuma ancak kulplu, kalın, koca kapılı gömme bir dolap yakışırdı. sahi mevzu dolap değil, nereye gidiyordu bu kadar konunun, bu kadar cevapsız sorunun yarattığı dağınıklığım sorun tam da buradaydı ve buydu işte. odamdaki dağınıklığı tanımlayabiliyordum ama zihnimdekini çeyrek asırlık ömrümde tanıyamadığım gibi nerede sakladığımı bile bilmiyordum.
    gözlerimi açtım. avizeye diktim. göz bebeklerimi acıtan ışığın yol göstermesini diledim. ölürken görülen beyaz ışık da bir nevi yol gösterici ya, ölürdüm ama başka alemde doğardım. belki tüm sır avizedeydi. bu çok saçmaydı.
    tek mantıklı şey ışığa bakmaktan gözlerimin sulanması olduğu anda doğruldum yatağımda. kalktım. yatmak en azından bu gece uyumak istiyordum. yorgundum. yaşam alanı açmam lazımdı. evvela, gelişigüzel bir şekilde sözde önceden belirlenmiş yerlerine kaldırdım tüm dağınıklığı. kimileri çekmecenin kimileri kirli sepetinin kimileri de cehennemim dibine.
    temiz pijamalara ihtiyacım vardı. omuz çantalarımın biraz solunda bir takım buldum. giydim. yıkanmış çamaşır kokusunun verdiği huzura güvendim. bir an yorgunluğum geçti sandım, son durak yatağıma kavuşana kadar geçemeyeceğini düşünemediğimi anladım. ışığı kapadım ve ne kadar eskimiş de olsa artık, tüm çukurlarını bildiğim için bana inanılmaz bir güven veren yatağıma uzandım. avizeye ihtiyacım yoktu. ışığın yol göstermesi için gözümün önünde değil de ya yanımda ya arkamda olması gerekirdi. doğal olarak bu da en az tüm sırrın avizede olması kadar saçma geldi kulağıma. vazgeçtim başucu lambamı yaktım. dilime bir şarkı dolandı. ona kulak verdim. kafamın güzel olduğu bir geceden çalıyordu. sokak lambalarının aydınlığından geliyordu ses. bir koku geldi burnuma. sonra beni kucaklayan, yatağımın sıcağına ihanet etmemem gerektiğini düşünerek aklımdan uzaklaştırdığım bir şey. görmezden geldiğim. görmezden gelmek mecburiyetinde olduğum. eğer yatağımdan daha sıcak gelirse uyuyamazdım burada biliyordum. yatak diken olurdu, buz gibi donardı, yatak 'benim' olmak istemezdi, yorgunluklarımı uykusuzlukla boğacağım bir yerim olmazdı ve nereye kaçacağımı bilemezdim o zaman.
    şarkıya sesim karıştı. sigaralı, içkili, çatallı. sonra da bir nefes karıştı.
    havada asılı kaldılar. uğursuz bir esinti çarptı tuzla buz oldular.
    tuzla buz olduklarının sesini duydum, göz bebeklerimle göz kapaklarımı kavuşturdum. nefesimi bıraktım.
    uykuyu yordum. dağınıklık gitmiş giderken beni de almıştı.
    yoktum.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap