• gerçek yaşamdan esinlenmiş bir minik hikaye.

    uzun boylu yakışıklı adamın masmavi gözleri içini ısıtıyordu, geçen yaz 19’una basmış bilana’nın. kaçamak bakışlarını yakaladığında genç adam, karbeyazı teninin al al olmasını, göğsündeki delişmen kalbin çağlamasını, bacaklarının heyecandan titremesini önleyemiyordu bilana. meleklerin yüzüne kondurduğu sımsıcak gülüşlü suratını utangaç bir eda ile öte tarafa çeviriyordu hemen. genç ingiliz teğmen gary ile birkaç kez kampın tenha köşelerinde gizlice görüşmüşler, lisanları yabancı da olsa ruhları ve bedenleri hiç yabancılık çekmemişti. çöl toprağı suya olan hasretini gideriyordu bu buluşmalarda.

    neredeyse bir yılı bulmuştu, yurtlarından bu uzak gurbet ellere zorunlu göçlerinin üzerinden. hastalık ve ölümlerle geçen, bitmek bilmez uzun ve yorucu yolculukların ardından, ingiliz askerlerinin kontrolü altındaki bu nehir kenarındaki derme çatma kulübelere yerleştirilmişlerdi. oldukça kalabalık ve sıkışıktı kulübeler. babasından duyduğuna göre 8 bin kişi varmış bu sürgün kampında. son yolculuklarında annesinin yakalandığı sıtmayı kamp doktoru gary tedavi etmiş ve bilana ile gary bu esnada tanışmışlar, birbirlerine yakınlaşmışlardı. gary ile evlenip ingiltere’ye yerleşmek, ona bir kız bir de oğlan çocuğu vermek, belki annesi ile babasını da yanına almak gibi kendince yeterli ve güzel hülyaları olmuştu, bu bir nevi esir kampında bilana’nın.

    her sabah ki gibi bu sabah da gün ışır ışımaz yine revire, gary’ye koşmuştu bilana. geçen akşam nehrin aşağısındaki ağaçlıklarda buluştuklarındaki gibi yine durgun ve düşünceli idi gary. hacı batur amcadan öğrendiği birkaç ingilizce sevgi sözcüklerini peş peşe sıralamasına engel teşkil etmedi bilana için bu durum. genç adam ayağa kalktı ve sımsıkı sarıldı bilana’ya ve bu esnada birkaç damla göz yaşına da engel olamamıştı. bu sarılış diğerlerinden çok farklıydı. sanki, sanki veda ediyordu gary. bilana ortamdaki garipliğin farkına varmak ister gibi şaşkın bakındı, ne olduğunu anlamaya çalıştı. karşısındaki genç adam artık ağlayarak ve el kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyor ama bilana hiçbir şey anlamıyordu. bambaşka bir aleme gitmiş gibi öylece bakarken sevdiği adama, dışarıdan gelen onlarca ses;
    “roosevelt ve churchill bizi satmışlar stalin kasabına”, “ruslara teslim edeceklermiş bizi” diye acı içinde haykırıyordu. melekleri bile kıskandıran güzel yüzü kireç kesen bilana nihayet gary’yi anlamıştı. güzel düşlerinden uyanmış, kendilerini bekleyen korkunç sonu görmüştü. içinde binlerce fırtına koptu ve hepsini salarak dışarı, gary’nin ayaklarının dibine çökerek hıçkırıklarla “bizi ruslara vermeyin, türkiye’ye iade edin” diye yalvarmaya başladı. gözyaşları yanaklarında süzülmeye devam eden gary dilini anlamadığı bu güzel kızın yüreğini pek âlâ anlayabiliyor ve çaresizlik ruhunu ıstırap içinde bırakıyordu.

    bir anda kampa yayılan bu haber yürekleri korku ile doldurmuş, “ruslara teslim olmaktansa ölürüz” nidaları ile huzursuz kıpırdanmalar isyana dönüşmek üzereyken ingiliz askerlerinin baskısı ile bir nebze durdurulabilmişti. yaklaşık bir saat içinde tüm kamp ahalisi avluya toplanmış, ruslara teslim edilmeye hazır duruma getirilmişti.

    yalvaran, ağlayan, korkudan kaskatı kesilmiş, bu insanları zapt etmek, düzeni sağlamak askerler için hayli zor olduğu gibi mültecilerin lideri “hanko” için bile zordu. birden beklenmeyen bir şey oldu ve aynı anda, sanki düğmeye basılmışçasına yüzlerce kişi nehre doğru koşmaya başladı. askerlerin çabası bu insan selini durdurmaya yetmemişti. bazılarının cesareti drau karşısında kırılsa da bir çoğu bu azgın sulara hiç düşünmeden bıraktı kendini. bilana’nın hemen önünde kucağında minik bebeği ile koşan bir annenin nehre kendini bırakması ile sularda kaybolması bir oldu.

    bir an nehrin kenarında durdu bilana ve dönüp çaresizlikten küçülmüş gary’ye baktı uzun uzun. artık gözlerinde yaş yoktu ve dudaklarının kenarında beliren kıvrımlardan gülümsediği belli olan bilana, geriye usulca bir adım attı ve kendini bıraktı drau’nun can alıcı sularına.

    onca kargaşa içinde hiçbir şey düşünemeyen, taş keşmiş gary’nin eli usulca beline gitti ve tüm kampı bir anlığına sessizliğe gömen şiddetli bir patlama duyuldu. şakağında kızıl bir kan nehri oluşan gary’nin gözleri drau’nun sularına mavi mavi bakmaktaydı.

    kendine sığınanları zalimin eline bırakmadı ve o bahar buz gibi aktı drau.
hesabın var mı? giriş yap