sıhhat u maraz
-
fuzulinin tıp konulu eseri. hicrî 1282 senesinde istanbulda lebib efendi, 1327'de ise trabzonda kitapçı ahmet hamdi isimli zatlarca çevrilmişse de (ikincisi, ilkine çok benzer bir sadeleştirme imiş) aslını doğruca yansıtan çeviri abdülbaki gölpınarlının (süheyl ünver'in ricası üzerine) yaptığı tercümedir. 1940 yılındaki ilk baskı 18 adettir.
iki bölümlük kitabın ilk bölümü bedenin sağlığını fiziksel olarak, ikinci bölüm ise psikolojik olarak kaybetmesi ve geri kazanması hakkındadır. ilkinde beden hastalığa karşı savaşırken, ikincisinde mücadelesi aşk iledir. bu iki bölüm gölpınarlı tarafından şu şekilde özetlenir:
1. bölüm:
ceberut âleminde doğmuş, lâhut âlemini mekân etmiş bulunan
ruh, bir gün beden diyarını gezip beğenir. o şehirde "kan, safra,
balgam, sevda" adlı dört kardeş hüküm sürmektedir. bunlar birbirlerine
muhalif olmakla beraber birbirlerinden ayrılmalarına da imkân
yoktur. dördü de mizaç adlı bir kızın idaresi altındadır. ruh, beden
ülkesini beğenir ve mizada evlenerek orada yerleşir. sıhhat adlı bir
çocukları olur. ruh, bir gün, gezintiye çıkar. ülkede üç şehir vardır.
bunların ilki olan dimağ kalesine varır. orada on tane mahalle, her
mahallede birer memur vardır : samia, hasıra, şamme, zaika, lâmise,
hissi müşterek, hayal, mütesarrife, vehim, idrâk"
ruh dimağdan sonra ciğer şehrine gider. bu şehirde de sekiz
memur var :
gadiye, namiye, müvellide, musavvire, cazibe, masike, hâzıme,
vâkıa.
fuzuli bunların hizmetlerini de muhtasaran fakat vâkıfane anlatır.
ruh bu şehirden de geçer ve gönül şehrine varır. gönül şehrinde
ümid, havf, gam, adavet, mehabbet ve ferah adlı kişiler vardır.
gönül şehri ruhun pek hoşuna gider ve orada oturmağa karar verir.
havf, gam ve adaveti şehirden sürer. ümid, mehabbet ve ferahla
dost olur. ahlât adı verilen kan, balgam, safra ve sevdayı gücendirmiş
bulunduğundan bunlar tuğyan ederler. sürgünlerde fesada başlarlar.
gönül şehri gamın istilâsına uğrar. üç sürgün yalan, kin ve
hased kabilelerine müracaat edip onları da ayaklandırırlar. ruh âciz
kalır. ferah, imdad istemek kasdile "hüsn" e, mehabbet "aşk" a,
ümid "akl" a koşar. fakat akıldan başkası imdada gelmez. akıl,
"perhiz" ile "maraz" ı yener. gönül şehri düzelir. ruh istiklâline
kavuşur. »
2. bölüm:
beden ülkesinde esenleşen ruh, bu sefer yeni bir maceraya atılmaktadır.
hüsün, ferahtan ruhun evsafını duya duya ruhu görmek
arzusunda bulunuyor. ferah, ruhun akıl ile beraber bulunduğunu,
bundan dolayı da güç görüleceğini söyleyorsa da hüsün bir efsun
bildiğini ve bu efsunla kendişini göstermeden beden ülkesine girebileceğini
iddia ediyor ve hakikaten "naz, girişme, işve" adlı etbamı
alıp beden ülkesine geliyor ve efsunu okuyup o ülkede yerleşiyor.
adamlarının da kimisi gözde, kimisi kaşta karar kılıyor. aşk da bir
müddet sonra gelip ruhun arkadaşı oluyor. aşk, ruha hüsnü öğüp
durmaktadır. nihayet ruh hüsnü görmek arzusunu izhar eder. aşk
ruha sefa aynasını verir. ruh, bu aynaya bakınca kendisini görür;
fakat hüsnü kendisinden ayrı bildiği için hüsnü gördüm zanneder ve
candan âşık olur. aşk bu resmin düşmanlarının çok olduğunu, binaenaleyh
onu idrâk hazînesinde saklamasını, mutlaka görmek arzusunda
ise hayale bir suretini yaptırıp iştiyakı arttıkça ona bakmasını
söyler. ruh, aşkın tavsiyelerini tutar ; fakat bir müddet sonra mutlaka
hüsne ulaşmağa karar verir. bunun üzerine aşk ile beraber ma’şukluk çölüne dalarlar.
evvelâ ayakaltı diyarına girerler. oradan
geçtikten sonra ham gümüşten yapılmış cıva gibi titreyen bacak diyarını
aşarlar. derken sonsuz uçurumları olan dağlık bir yere gelirler.
o dağın geçidinin sonunda kıldan ince bir bel görürler. oradan
da yürüyüp sırasile göbek girdabı, sîne sahrası, gabgab gibi yerlerden
geçerler. fakat bir müddet gabgab kuyusuna düşerler ve
oradan zorla geysû ipine yapışıp kurtulurlar. dudak çeşmesinde dinlenirler.
orada inci ile dolu bir kutuda bulurlar amma gafletlerinden
hemen kaybederler. yanak bahçesi. kulak eşmesi, büyücü göz diyarı,
kaş kemeri ve alın konaklarını da aştıktan sonra bir zulmet diyarına *
yol uğratırlar. bütün bu konaklarda hüsünden bir nişan bulamıyan
ruh, aşka çıkışmağa başlar. fakat aşk, hüsnün âşıklık diyarında
bulunan aşinalık sürmesi çekilmedikçe görülemiyeceğini söyler. bunun
üzerine âşıklık diyarına girerler. melâmet bostanından geçerler. hayret
ve mahrumiyet ile arkadaşlık ederler. nale ve zâr ile yoldaş olurlar. nihayet geri dönerler. ruh, beden ülkesini harab olmuş, hisleri
dağılmış bir halde bulur. aşka çıkışıp dururken aşk, sefa aynasının
getirtilmesini emreder. ayna getirtilir. ruh, aynaya bakınca içinde
kendisini görür. gayet zaif, perişan bir haldedir. aşka "bu benim.
evvelki resim nerede?" der. bunun üzerine aşk, ruha aşinalık sürmesini
verir. ruh sürmeyi gözlerine çekince vücud aynası olmaksızın
son derece güzel bir suret görür. hakîkî menziline ulaşır. kendi kendisine
varır. ma’şukluk ve âşıklık o halvetten dışarda kalır.
not 1: zulmet diyarından kasıt, sevgilinin siyah saçlarıdır. divan şiirindeki sevgili formu gece gibi siyah saçlara sahiptir. zulmetin kelime anlamı da karanlıktır.
not 2: ikinci bölümdeki akış, daha sonraları şeyh galibin hüsn ü aşk mesnevisinde de görülecektir. gölpınarlı, mezkur eserde bu benzerliğe dikkat çekmiş ancak durumun bir fikir hırsızlığı olamayacağını çeşitli sebeplerle açıklamıştır. her ne kadar gölpınarlının bu eserine ulaşamadığını belirtse de hüseyin ayan tarafından yayımlanan -linkteki- makalede gölpınarlının tespitine ve açıklamalarına paralel noktalar bulunmaktadır. özet olarak okunabilir: http://turkoloji.cu.edu.tr/…debiyati/hu_ayan_02.php
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap