289 entry daha
  • günlerdir kadınların anlattıkları taciz hikayelerini bıkıp usanmadan okuyorum. ruh hastası olduğumdan değil. "meğerse neler oluyormuş yahu memlektte" hayretinden değil. sadece ilk defa her şey bu kadar ayyuka çıktığı için. anlatılan şeylerin benzerleri çocukluğumdan itibaren benim de başıma gelmesine rağmen, bu yaşıma kadar kadın arkadaşlarımın dehşetle anlattıkları sürüsüne bereket taciz hikayesi dinlemiş olmama rağmen, yani aslında anlatılanların çoğu bana pek de yabancı olmamasına rağmen yine de oturup okuyorum. tuhaf bir şekilde sağaltıcı bir tarafı da oluyor üstelik. mesela yalnızken dışarıdan yemek sipariş verdiğimde evde birileri varmış taklidi yapma ihtiyacı duyduğum her seferinde kendimi manyak biri gibi hissederken, bunun aslında ne kadar yaygın bir şey olduğunu başka kadınların anlattıklarını okurken fark ediyorum, rahatlanacak ne var bilmiyorum ama az biraz rahatlıyorum.

    okuduklarımın bazıları beni elbette biraz daha fazla dehşete düşürüyor. bazı hikayeler nasıl oluyorsa hâlâ şaşırtmaya devam ediyor. ama bir o kadar şaşırtıcı olan bir şey varsa o da erkeklerin bir kısmının yaşadığı şaşkınlık. nasıl bir ülkede yaşıyormuşuz biz diyenler, bunları yapan insanlarla hakikaten aynı havayı mı soluyoruz diyenler, bu hikayelerin türkiye'de yaşayan bir kadının gündelik hayatının olağan birer parçası haline gelmiş olduğunu ilk kez fark edenler. her şeyden çok bu tepkilere şaşırıyorum. bu nasıl bir körlük, nasıl bir sağırlık, nasıl bir alışmışlık, aklım almıyor. sadece benim taciz edildiğim durumları değil, sokaktayken başka bir kadının tacize uğradığı zamanları bir tek ben mi fark ediyorum acaba diye şaşırıyorum. bir kadına laf atıldığını bir tek ben mi duyuyorum, elle tacize uğradığını bir tek ben mi görüyorum, yanına gidip "iyi misin? yardıma ihtiyacın var mı?" diye bir tek ben mi soruyorum diye merak ediyorum. muhtemelen bir tek ben fark etmiyorum. muhtemelen türkiye'deki pek çok kadın, kendi başına gelmeyen bu taciz anlarını da fark ediyor. belki bazıları tacize uğrayanın yanına gidiyor, belki diğerleri ister korkudan ister bu durumu normalleştirmiş olmaktan yoluna devam ediyor. ama bu kadar erkek bu olanlara nasıl bu kadar çok şaşırıyor, işte onu anlamıyorum. oysa ben hepimiz her şeyin farkındayız, sık sık bir bok çukurunu andıran bu yerde her şeyi bilerek ama görmezden gelerek yaşamaya devam ediyoruz sanıyordum.

    bu şaşkınlığın kendisi bu kötülüğün kendisini yabancılaştırmaya, dışsallaştırmaya yarıyormuş gibi geliyor bana. "ne insanlar varmış yahu memlekette, ne kadar kötü insanlarmış meğerse onlar, ah işte o kötüler bir olmasa her şey yoluna girecek aslında." o kötüler hep özgecan'a tecavüz eden minibüs şoförü gibiler hep elbette. "cahil"ler. eğitimsizler. bir kadının elini hiç tutmamışlar. hep kötü arkadaşlıklar kurmuşlar. alkolle, uyuşturucuyla muhakemelerini yitirmişler. hiç sevilmemişler. hiç sevmemişler. onlar bir olmasa her şey yoluna girecek. onlar gibi olmayan erkekler, kadınlara dünyayı dar etmiyor ne de olsa.

    yazdıkça laf uzuyor, ama ben de yaşadığım ilk taciz hikayemi anlatayım madem. 9 yaşındayım. o zamanlar hâlâ gece geç saatlere kadar sokakta oyun oynayabildiğimiz zamanlar. yani sokağa çıkmak, en azından benim için, hâlâ normal, olağan bir şey. akşamüstüne doğru kırtasiyeye gitmem gerektiğini fark ediyorum. mevsim ilkbahar, üzerimde bir pantolon bir tişört var. hava daha kararmamış. evden çıkınca kırtasiyeye giden iki yol var. biri sürekli arabaların geçip durduğu, kaldırımların hep kalabalık olduğu işlek bir yol. diğeri arabaların park halinde durduğu, ağaçlık, güzel ama daha ıssız bir yol. ben ıssız yoldan yürümeyi daha çok seviyorum, çünkü hem o yolu hem de yürümeyi seviyorum. yine de evden çıktığımda o işlek yola yöneliyorum. ama daha o yaşta bile iş çıkış saatinin araba ve insan trafiğinden içime fenalık basıyor. kırtasiyede işimi halledip eve döneceğim, diğer ıssız yoldan yürümeye karar veriyorum. o yola yöneldiğimde biraz ilerimde iki adam olduğunu fark ediyorum. bir tanesi altmışlarında, mendebur suratlı bir adam. tespih tuttuğu ellerini arkasında birleştirmiş, asık bir ifadeyle yürüyor. diğeri 20'li yaşlarının başlarında, sırtında sırt çantası, elinde çizim cetveli, üniversite öğrencisi olduğu belli biri. gülümseyerek yürüyor, etrafını izliyor. o güne kadar başımdan hiç taciz olayı geçmemiş, ama artık kimden ne duyduysam ıssız bir yolda iki yabancı ve benim beraber yürümemiz fikri beni biraz ürpertiyor. yine de işlek yola dönmeye karar verecek kadar yoğun bir korku hissettiğim de yok. mendebur suratlı adamı kötü adam diye kodluyorum hemen kafamda. genç olan güven verici bir tipe benziyor, bir şey olursa nasıl olsa yardım eder bana diyorum. yine de yürüyüşümü biraz hızlandırıyorum. adamların ikisini de sollamış ve araya biraz mesafe koymuşken yaşlı olan adamın sol tarafa saptığını fark edip rahatlıyorum. başıma kötü bir şey gelmesi ihtimali ortadan kalktı nasıl olsa. hızlı yürümeme de gerek kalmadı. yaşlı adamın gitmesiyle genç olanın biraz hızlandığını adımlarının sesinden fark ediyorum aslında, ama aklıma bir şey geldiği yok. iyi biri diye kodlamışım kafamda bir kere. adam aramızdaki mesafeyi iyice kapattıktan sonra "pardon" diye sesleniyor. sokakta benden başka kimse yok. dönüp "efendim" diyorum. "poponuz çok güzelmiş" diyor. hâlâ gülümsüyor. her şey çok normalmiş, tam da olması gerektiğiymiş gibi. "anlamadım" diyorum. aslında anladım, ama anlamış olamam gibi geliyor. bir kere daha "poponuz çok güzelmiş" diyor. insanın beyninin alev aldığını fark ettiği anlar oluyor, bildiğin her şeyin bir anda başka bir şeye dönüştüğü, ne yapacağını ne diyeceğini bilemediğin anlar. kalakalıyorum öyle. içimden koşup kaçmak geliyor, ama bu sefer de koşarsam kovalarmış, yakalamaya çalışırmış gibi bir korku hasıl oluyor. önüme dönüp hızlı hızlı yürümeye başlıyorum, adam da dibimde. başka bir şey demiyor, ama peşimden yürüyor. evimin olduğu sokağa dönüyorum, iyice hızlanıyorum. adam artık takip etmiyor. ama sokağın köşesinde durmuş, hâlâ gülümseyerek beni izliyor. iki saniyede bir arkama bakarak hızlı hızlı yürüyorum. en sonunda eve varıyorum. odama koşup yatağa oturuyorum bir müddet, kitlenmiş bir halde. en nihayetinde annemi çağırıp olanları anlatıyorum. eve girene kadar beni izledi, hangi apartmana girdiğimi gördü, diyorum. annem çok sakin dinliyor beni. şimdi düşününce kadıncağız muhtemelen dehşete kapılmıştır, ama bana hiç çaktırmıyor. olanları kendisine anlatmakla çok iyi ettiğimi, bir daha benzer bir şey başıma gelirse mutlaka yine kendisine anlatmamı söylüyor. merak etme, korkulacak bir şey yok, diyor. sakinleştiriyor beni. bir daha bu olay üzerine hiç konuşmuyoruz, ama gündelik hayattaki detaylar değişmeye başlıyor. evimizin dibinde olduğu için birinci sınıftan beri mahalleden arkadaşlarla yürüyerek gidip geldiğim okuluma bir daha arkadaşlarımla gidip gelemiyorum. annem ve babam işe gidiş geliş saatlerine göre işbölümü yapıyorlar. ikisinin de işten zamanında çıkamadığı günler öğretmenlerden rica ediliyor, öğretmenler odasında biriyle birlikte annemleri bekliyorum. cuma günleri, o zamanlar lisede okuyan abim okuldan erken çıktığı için beni almaya o geliyor. hiçbir şey konuşmuyoruz, ama adamın biri ettiği üç lafla ve sonra durup beni izlemesiyle eve korku salmaya yetiyor. sokağa çıkmak benim için artık normalliğini, olağanlığını kaybediyor.

    yaşım büyüdükçe, memleket sağolsun, taciz başımdan eksik olmuyor. bu olaydan bir yıl sonra gündüz vakti, hem de o demin bahsettiğim işlek yolda, ortalığın bir an için sakin olmasını fırsat bilip beni kucaklayarak kaçırmaya yeltenen, etraftan görenlerin bağırmasıyla korkup kaçan adam haricinde genelde herkesin anlattığı türde tacizler başıma geliyor. otobüste dolmuşta elle taciz edenler, laf atanlar, dershane çıkışı metrodan çıkıp eve yürürken arabasıyla beni yol boyu takip edip sürekli yanına çağıran, apartmana girmemden sonra bile park halinde sokakta bir müddet bekleyen bir adam, akşam üzeri arkadaşımdan çıkmış güzel havanın keyfini çıkara çıkara eve yürürken pantolonun fermuarını indirip sırıtarak önümü kesen bir diğeri, yine akşam üzeri eve dönerken etrafımı saran, sokağın ilerisinde görenlerin "noluyor orada" diye bağırmasıyla korkup kaçan üç genç şu an aklıma gelen diğer hikayeler. insan yıllar içinde öğreniyor dolmuşa otobüse bindi mi götünü cama dayamayı, canının istediğini değil taciz ihtimalini en aza indirecek şeyleri giymeyi, önüne bakarak yürümeyi, hava karardı mı hızlı hızlı yürümeyi, arkadan gelen sesle irkilse bile çaktırmamaya çalışmayı, kimseyle göz göze gelmemeyi, göz göze geldi mi herhangi bir şey olmamışsa bile sırf olma ihtimaline karşı dövecekmiş gibi bakmayı. korkudan susup donakalmak yerine sinirlenip kendini kaybetmeyiyse çok geç öğrendim ben.

    başıma gelen bu tacizlerin bazıları o minibüsçü tiplemesine uyanlar tarafından geldi, evet, ama hepsi değil. bazen hiç beklemiyorsun, sonra birilerinden bazı şeyleri beklememenin de yanlışlığını öğreniyorsun. türkiye gibi bir memlekette kadınsın ve sırf kadın olman, harekete geçilmesi gereken bir şey. nokta. minibüste son yolcu kadınsa inmiyoruz seferberliği bile bunu desteklemeye yetiyor. kadın olarak kendi halinde var olamıyorsun. varsın ve bu birilerinin bir şey yapmasını gerektiriyor. o yüzden yıllar içinde kendini görünmezleştirmeyi öğreniyorsun. kendini inatla görünmezleştirmeyen kadınların başına bir şey geldiğindeyse bu, zanlının işlediği suçun cezasının hafiflemesine kendi başına yetiyor zaten. kadın açık seçik giyinmiş oluyor, kahkaha atmış oluyor, içki içmiş oluyor. bildiğimiz şeyler işte.

    kadınların yaşadıkları bu hikayelere şaşırıp duranları yalancılıkla suçlamıyorum. ama nasıl bu kadar kör ve sağır olduklarına şaşırıyorum. bütün bir cinsiyetin bildiği bir şeyi bir diğerinin nasıl hiç fark etmediğine. o algının, bilincin nasıl hiç gelişemediğine. bir de dünyayı kadına dar etmeyi nasıl da fiziksel tacize indirgediklerine ve kendileri bunu hiç yapmadıkları için bunu nasıl da kendilerine uzak bir şey olarak kodlayabildiklerine. hayatları boyunca ağızlarından cinsiyetçi küfürler hiç çıkmamış gibi, kadınları eleştirecekleri zaman bunu kadınlık halini ezerek yapmıyorlarmış gibi, hadi diyelim kendileri hiç yapmıyorlarsa bile yanlarında kadınlar üzerinden muhabbet çeviren arkadaşlarını hiç dinlememişler gibi, hiç herhangi bir şeyi kendilerinin daha iyi bildiklerini iddia etmemişler, hiç susmadan konuşmamışlar ve hep dinlemişler gibi. bu son hal için kadınlar "mansplaining" diye yeni bir kelime icat ettiler ve hatta türkçeye açüklama diye çevirdiler bile. yani demem o ki bir kadına fiziksel hiçbir müdahalede bulunmamışlarsa bile erkekliklerini alına yapıştırılmış para gibi hiç sergilememişler, hiçbir kadını bununla susturmamışlar, sessizleştirmemişler gibi.

    bunları tacizle, tecavüzle, kadın cinayetleriyle aynı kefeye koyduğum yok elbette. ama insan bu şaşkınlığın kendi gibi olmayanlara karşı öfke doğurmaktan ziyade kendine bir dönüp bakmaya neden olmasını bekliyor. kadının harekete geçilmeyi gerektiren bir varlık olması, erkekliğin belirli bir şekilde kurulmuş olmasından geçiyor çünkü. o erkekliğin bir ucunun tacize, tecavüze varması yalnızca o ucunun kesilip atılmasını değil, tüm o erkekliğin kuruluş biçiminin en başından tartışılmasını gerektiriyor. yoksa kadınların günlerdir anlattıkları bu hikayelerin "dolmuşta herkes indi, ama son bir erkek yolcu kaldı neyse ki" cümlesi sayesinde azalarak biteceğini varsaymak da körlüğün, sağırlığın başka bir biçimi.
42 entry daha
hesabın var mı? giriş yap