108 entry daha
  • genel hatları ile şile'de yaşamak nasıl bir şey anlatmam gerekirse:

    ulaşım: yazın haftasonları dışında araba ile çok rahat. 2001'de ilk yerleştiğimizde de rahattı; şimdi 3. köprü bağlantı yolu genişletme sonrasında ekstra rahat. halihazırda yoğun bir hafriyat kamyonu trafiği var, 3. köprü açılana kadar da olacak ama bu genel olarak ulaşıma etki etmiyor. otobüs sorunlu, zamanında kalkmıyor, direkt gidecek deniyor, ümraniyeden adam toplamaya çalışıyor, köy yolundan gidene denk gelirseniz ömür törpüsü oluyor artı döşeme kokusu, dar diz alanı, tartışma/gerginlik riski.

    özellikle yazın istanbul'un marmara sisteminden karadeniz sistemine geçiş yaptığınız yüksek geçitte yoğun sis ve kışın karlanma, yoğun yağış olabiliyor. bunun dışında ümraniye giriş ve çekmeköy çıkış aralığından kurtardığınız anda trafik yoğunluğu kalmıyor. yazın haftasonlarında pendik/sancaktepe yolundan dolanmak, yolu çok uzatıyor gibi görünmesine rağmen, en hızlı seçenek.

    istanbul istikametine doğru sağda kalan yol üstü gözlemecilerden yemek isterseniz ilk cepte değil yeni açılan ikinci cepte durun; daha ucuz daha insani muamelesi var.

    konaklama: evlerin kiraları da satın alma bedelleri de değer-kalite gözetildiğinde istanbul ortalamasından kat kat üstün. şehirdeki kiranın yarısını verip yeşilliklerin içinde konuşlu müstakil evde bir evde kalmak mümkün, doğalgaz altyapısı var, adsl internet'i şehirdeki hızla aynı (hatta mevsim dışında daha hızlı). elektrik kesintisi sık sık olduğu için bilgisayarınıza ve kombinize kesintisiz güç kaynağı takmak isteyebilirsiniz. sobacılık hala yaygın olduğu için evinize bir soba alarak da elektrik kesintisi dönemlerinde ısınma sorununu büyük ölçüde halledebilirsiniz (odun çuvalı 25-30 kağıt, toplu alımlarda daha ucuz). hava temiz, şehirden alışık olduğunuz is-toz yok. deprem riski olduğu söyleniyor ama beklenen büyük istanbul depreminin etkili olacağı bölgenin dışında kalıyor, bu bile (müstakil ev imkanı ile değerlendirildiğinde) başlıbaşına buraya yerleşmek için geçerli sebep.

    hava durumu: şile istanbul'un seattle hali gibi. hava, istanbul ile mukayese edildiğinde çoğunlukla kapalı, şıpır yağmurlu ama çok daha ılıman. misal geçen haftaki yoğun kar yağışı buraya 1.5 gün rötarla geldi, çok daha kısa süre kalıp hızla gitti. 0 derece altını pek görmedik; pek görülmüyor da. yazın istanbul kavrulurken şile yine zar zor 3 4 gün aşırı sıcak denen şeyden görüyor, onda da deniz var, havuz'a erişim zor değil, ikisi olmazsa ormana kendini attığında rahatlıyorsun. onun dışında 90 günün çoğu istanbul'un mayıs sonu eylül başı ortalamasına sahip. yine evvelki haftalarda yaşanan (ve küresel ısınma etkisiyle artık tekrarlayacağı kesin olan) lodos fırtınası burada çok çok az hissedildi.

    doğal çevre: bir antalyalı olarak ailenin 2001'de şile'ye yaptığı yatırımı pek hoş karşılamamıştım. özellikle bu başlıktaki ilk entrylerde görülen "denizi kötü, istanbulun kırosu geliyor : (" hissi bu olumsuz görüşün oluşmasında etkili olmuştu. seneler içinde gördüm ki, yanılmışım. şile, bir antalya kadar olmasa da (ki herhangi bir yerin doğal güzelliğini antalya ile mukayese etmek en önce antalya'ya hakaret, sonra doğal güzellik anlayışına külfet, en son mukayese edilen yere ayıp olur) benim yaşadığım yerler içinde gördüğüm en çok çeşitliliğe sahip yörelerden birisi.

    zaten sahil/deniz güzelliğinde nirengi noktanız akdeniz/ege olursa dünyanın çoğu yerini elemek zorundasınız. ne demek istediğimi şöyle anlatayım: miami'de yaşadım, denizi çok dalgalı/sıcak/köpekbalıklı/boğulma riski yüksek; los angeles'ta yaşadım denizi 10 ay çok soğuk, dalgalı, yosunlu, boğulma riski var; new york'ta yaşadım mayıs sonundan labor day'a kadar denize girdin girdin, onda da deniz kirli/çok dalgalı/çoğu zaman soğuk/okyanus olduğu için boğulma riski var; heybeliada'da yaşadım denizi çok kirli/deniz analı/marmara denizi türü yosun kokuyor. tüm bu mukayese ettiğim yerlerin hepsinin bir diğerine bazı üstünlükleri var, toplam değer üzerinden bakarsak şile'nin denizi dalgalı, yosunlu, kumlu, plaj çevresi kazık atmaya çalışan esnaf kaynıyor, halkla kaynaşma sorunu yaşamak mümkün olsa da doğru saatlerde gidildiğinde, verili denize uygun biçimde eğlenmek istersen: mükemmel. ama illa bodrum gibi olsun diyorsan asla sevmezsin. doğal güzellikten tek anladığın şey bodrum gibi deniz civarında olmaksa zaten seçeneğin, mecburen, bodrum gibi yerler. zaten sana hitap etmeyen bir yeri sana en uzak yerinden tutup yargılayacağına, hitap edene odaklan derim.

    şile'nin denizinden ben en yüksek verimi şöyle aldım: ağustos sonu, pazar akşamüstü, deniz sıcakken arkadaşlarla dalgalara kendimi attım. dalgalar beni sahile bez bebek gibi savurdukça eğlendim. hayatımda bir deniz aktivitesinden en çok tat aldığım anlardan birisi de böylelikle şile'de oldu. sakin sakin yüzmek, dingin enginlere bakıp durulmak isteseydim eğlenemezdim. size de aynısını tavsiye ediyorum (hem özel, hem de genelde)

    beşeri çevre: senelerdir kah kısa, kah son dönemde olduğu üzere uzun süre kaldığım zamanlarda şile halkı ile herhangi bir yakınlaşma içine girmedim. başlıkta sık sık değinilmiş olan kazıkçı esnaf tarzı yakınlaşma içine de girmedim. 25 kişilik erkek çetesi ile gergin yakınlaşma içine de girmedim. 'yerel değişik'lerle de tanışamadım. şehirden pek misafir ağırlama imkanım da olmadı. bu açıdan şile, bir tür insandan mahrumiyet bölgesi olarak kaldı. ama zaten ben de ne kadar sosyalleşmeyi seversem seveyim uzun bir süredir insanlarla o kadar sosyalleşemiyorum. içimdeki sosyalleşme ateşi yanmaya devam etmesine rağmen sürekli çatıştığım insanlarla severek ayrılmak durumunda kaldım. bu yüzden beşeri ilişkisizliği, kopukluğu şile'ye yoramıyorum. bilakis, bu kopukluğu şehir içinde yaşadığım dönemlerdeki gibi belirginleştirmediği, yüzüme vurmadığı için şile'ye (ve şile nezdinde şehirden uzak yaşadığım topanga, edmonds gibi her muhite) müteşekkir olduğumu dahi söyleyebilirim: şile'deyken yalnızlığıma en azından bir bahanem oluyor.

    yine de şile'de kafa dengi komşular olmasının hayalini kuruyor, belki özendirici olur diye entrysini yazdığım ise doğrudur; hatta barizdir, alenidir diye umuyorum.

    imkanlar/hizmetler: şehrin kültür hayatını internete taşıyarak maliyetleri azaltma politikasının bel verdiği yer, sosyalleşme eksikliği değil genellikle bu kısım oluyor. yani dağa tepeye yerleştin, götünü başını yardın, hastalandın yakında tam teşekküllü hastane yoksa, siki tutabiliyorsun. şile bu açıdan iyi; uzun süre deneyimlemek zorunda kalmadım ama ilk yardım ve genel muayene için kaliteli bir devlet hastanesi var. neredeyse hiç sıra beklemiyorsun (istanbul'un en düşük nüfus yoğunluğuna sahip ilçesinde yaşamanın ayrıcalığı) ve büyük şehir imkanlarında hizmet görebiliyorsun. bunun dışında askerlik şubesinde kuyruk yok, emniyete pasaport/ehliyet almak/yenilemek için kafana göre bir saatte gitsen bile sıra beklemeden şıp diye işlemlerin yapılıyor. iski işleri de öyle, doğalgaz işleri de öyle. internette sipariş verdiğiniz mallar da şehirle aynı sürede kapıya teslim ediliyor; edilemezse şahsen gidip almak çok kolay.

    merkez ve çevresinde (yaz ayları ve yaza doğru haftasonları hariç) trafik yok, park sıkıntısı yok. merkez ve çevresi yaz dönemi nüfusunu ağırlayabilecek şekilde geniş geniş yapılmış olduğu için fazlasıyla ferahfeza: tonla süpermarket, restoran var, hepsi de şehre göre çok daha ucuz.

    sinema, tiyatro, sergi vb yok; bence olmasına da gerek yok. şehre bu kadar yakına konuşlandıysan, görmen gereken şeyleri bir araya toplayıp 1-2 günlüğüne gitmen; bunları görüp, misafirlik ve sosyalleşmeni aradan çıkarıp dönmek en doğrusu. gerçi şile'de bu tip aktiviteler olsa, "olmasın!" da demem ama (çoğunlukla şehirde yaşıyor olmanın sıkıntısına karşı geliştirilmiş olan) kültür havasını her an solumak zorunda olduğunuz havanın kalitesinden daha öncelikli/hayati bulmuyorum. "sürekli rahat rahat havanı solu, arada nefesini tut, şehre git kültür havanı al, geri dön" çok daha verimli ve makul bir yaşam biçimi.

    dışarıdan görebildiğim kadarı ile gece hayatı yok. içkisi, sigarası olmayan birisi olarak ihtiyaç da duymuyorum. hatta bazı haftasonları istanbul'a indiğimde mekanlara girdiğimde karşılaştığım göz yaşartıcı sigara dumanı ve kimi zaman alkol yüzünden gerzekleşmiş insanların anlamsız tekrarlara manyel muhabbetinin tecavüzüne uğrarken iyi ki de ihtiyacım yok diyorum. (alkole laf ettin ve dinci muamelesi gelecek öngörüsü ile not: yaşadığım hakkında bir fikir vermesi açısından alkol kullanan herkese alkol muhabbetlerinin bir ses/görüntü kaydını tutmalarını ve kendilerini bir de ayıkken tecrübe etmelerini salık veriyorum: şaşıracaksınız. muhabbet kalitesizliği açısından: yoğun alkollüyü dinlemenin ısdırabı > tiner çekmişi dinlemenin ısdırabı. elbette dışlanmasın/yasaklanmasın; mümkünse alternatiflere doğru devrilerek bitsin ltf tşk.)

    gidilip görülesi yerler: ben genellikle orman tarafına yürüyüşe gidiyorum. buralar içinde favori mekanlarım: muhteşem bir kamplama yeri olan hacıllı, karadağlı göçmenlerin yerleştiği yeniköy çevresi (burada bir adet 5 kmlik dairesel yürüyüş yolu var, yağmur ormanına ern yakın şeyi burada görebilirsiniz), teke civarı (istediğiniz yerinden dalın, şahane dağ ve bayır manzaraları, dere kenarından giden güzergahlar), saklıgöl çevresi (burada da dairesel bir parkur var).

    tüm orman yolları ormancıların açtığı örümcek ağı gibi patikalarla dolu. üşenmezsem belki bir gün likya yolu gibi uzunca bir rotayı işaretleyebilirim.
168 entry daha
hesabın var mı? giriş yap