445 entry daha
  • konserinin kapıya dayandığı şu günlerde birkaç bir şey karalayayım. çok uzun zamandır da aklımdaydı aslında, konseri geldi diye değil, hatta tamamen tesadüf diyebilirim.

    in flames, dark tranquillity ve dissection şeklinde el emeği göz nuru kritikler yapmıştım. şema aynıydı: gruptan kısaca bahsedip albümleri dizmeye başlamış, albümü güzel bulduğum ve favori şarkılarımla beraber analiz ederek sonunda birkaç ek laf etmiş ve işi kapatmıştım. opeth için farklı bir yöntem izleyeceğim, çünkü herifler maşallah kaz kaz bitmeyen bir maden. bir yaptıkları işin bir başka işleriyle alakası olmuyor. ayrı yıllardan bahsemiyorum, sadece bir şarkının farklı riff'leri bile çok farklı insanların çok farklı zevklerine hitap ediyor. bu anlamda onları dönem başlıklarında incelemeye ve ilk birkaç dönem için “bu riffler öldürür” şeklinde bir hizmet de sunmaya karar verdim; kendi adıma çok güzel bulduğum melodi ve kısımları şarkı adı + başlama saniyesi konseptinde sundum. insanlar eşekleri sudan getirten şarkıların içinde nereyi dinlemeye başlamak isteyeceklerini bilemeyebilirler. kolaylık olsun. [edit: youtube'dan falan dinlerken saniyeler kaymış olursa karışmam, benimkiler spotify'dan bakılmış orijinal albüm parçalarıdır.]

    bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, güzel şarkıları şunlar falan diye yazıyorum da, bu tek güzel olanlar onlar anlamına gelmiyor; her geçen gün ayrı bir eserinde ayrı bir tat buluyorum bu grubun, burada amacım başlıca şarkılarımı yazmak ve tavsiye etmek.

    orchid ve morningrise
    - progresif death/black; brutal ağırlık -

    orchid'e genelde pek hakettiği verilmez. orada burada görebileceğiniz tanım “opeth'in ilk albümü, black/death tonları taşıyor, pek clean vokal yok.”tan ibarettir. öyleyse şöyle düşünelim, 1990'ların ortası, mekan isveç. herkes deli sikmiş gibi death metal yapıyor, en popüler müzik melodik, progresif olmayan brutal metal. whoracle*, gallery*, sloughter of the soul*, - edit: storm of the light's bane*'i de sayalım -,yurtdışından symbolic*, roots* gibi öldürücü albümler havada uçuşuyor. sen de bu tarza gönül vermiş yeni bir grup olarak bir albüm yayımlıyorsun;

    - bolca akustik gitar mevcut
    - albüm daha önce metalde pek görülmemiş şekilde progresif ve şarkılar uzun
    - albümün, kapağı bir çiçek ve teması parlak pembe

    işte bu tam anlamıyla cesaret, tarz sahibi olmak ve müzikal yetenektir.

    the twilight is my robe ise tüm opeth diskografisinde benim için ikinci olan şarkı. klavyeme ne övgüler geliyor ama, sadece, böyle bir şarkıyı yapabilmiş bir insan topluluğunun karşısında saygıyla eğilirim diyorum. bu kadar basit.

    morningrise ise bu dönemin daha güçlü olan albümü. tüm diskografinin en dehşet verici albümlerinden biri de bu. 5 şarkının tamamı şaheser, çöpe atılacak bir tane riff yok. zaten genelde blackwater park ile beraber en bilinen albümüdür bu opeth'in. bir de şimdi aklıma gelince bi ürperdim, bebeklikten çıkma çocukluğumdan beri müzik dinleyen bir insan olarak, dünyada en sevdiğim parça olan the night and the silent water da burada.

    dinlenesi: apostle in triumph, forest of october, nectar, advent

    elmas: the night and the silent water, the twilight is my robe, black rose immortal, to bid you farewell

    bu riffler öldürür:

    black rose immortal 13:38
    the night and the silent water 5:55
    twilight is my robe 9:23
    nectar 2:12, 3:05

    my arms your hearse, still life ve blakcwater park
    - progresif death, brutal/clean -

    prologue gibi şarkı olmayan güzel bir introyla girdiğimiz my arms, your hearse'nin benim için başlıca anlamı, bas gitara anlam katma konusunda en iyi bildiğim isimlerden olan martin mendez'in çok doğru bir iş yaparak opeth'e gelmiş olması. ayağının tozuyla işleri hemen yoluna koyamadığından baslar burada eski bir basçı olan akerfeldt tarafından yazılmıştır o ayrı.

    still life da üç aşağı beş yukarı my arms, your hears'a paralel olarak gidiyor müzik olarak. bu dönemde tarz açısından, ilk dönemden tatlar taşımaya devam ediyoruz, sözgelimi brutal çığlıklar ve death gitar riffleri hız kesmeden sürüyor ama tarzımızı daha da ortaya koyar biçimde akustik gitar ve clean vokalleri daha sık kullanmaya başladık. bu albümlerde 2 dakika içinde 3 kere brutal/clean değişimlerine, triton ve pes bir distortion akorundan tatlı bir akustik arpejine geçişlere şahit olabilirsiniz.

    my arms ve still life eşit güçte, güzellikte iki kardeş. blackwater park ise, her ne kadar tarz açısından göze çarpar bir değişiklik pek yoksa da, bunların ağabeyi ve bu dönemin en iyi, opeth diskografisininse en merkezinde düşünülebilecek albümü. eleştirmenlerin de en beğendiği albüm bu. ayrıca, opeth sözkonusu olduğunda, tarzları elvermediğinden pek hit parçadan bahsetmek yerinde olmasa da, en hit parçaları olan harvest de burada. konserde buna eşlik edenleri bol bol görebilirsiniz. cevherlerimizi sunalım:

    güzel: when, epilogue, karma, april ethereal, the drapery falls, blackwater park, dirge for november, face of melinda, harvest

    elmas: bleak, godhead's lament

    bu riffler öldürür:

    karma 0:57
    april ethereal 3:37
    godhead's lament 4:50
    the drapery falls 3:55

    bu arada birkaç noktayı aydınlatalım, bunu okuyunca artık “face of melinda'daki melinda mikael'in kızının ismiymiş ağbi” diyen kardeşlerimize şu bilgiçliği taslayabilirsiniz: hayır, tamam doğru ama mikael, ateist bir gencin köyünden kovulduktan yıllar sonra gelip aşık olduğu kız olan melinda'yı bulması şeklindeki albüm konsepti öyküsünü yazarken aklında ailevi duygular felan yoktu, yıllar sonra doğmuştur kızı ve koymuştur kızına melinda ismini.

    deliverance ve damnation
    - progresif death, progresif rock-

    blackwater park'ın yayımlanmasından sonra mikael'in aklını kurcalayan bir durum oldu: biçok şarkı yazmıştı ve bazıları yumuşak, sakin tonları zengin şarkılarken diğerleri extreme sertlikte riff ve melodiler içeriyordu. şu an hatırlayamadığım bir arkadaşı (araştırdım, katatonia'dan jonas renkse imiş) bunları iki albüm şeklinde sürmesi tavsiyesinde bulundu. işte d-d kardeşlerden sert olanı deliverance, yumuşak olanı damnation'dır.

    damnation'ın kendi hayran kitlesini oluşturduğunu söylemek mümkün. çok falza sert metal sevmeyen kimi hayranların (sevgilim de dahil) en sevdiği opeth albümü damnation oluyor. ben kendi adıma orchid-morningrise-blackwater park tarzcısıysam da benim için de ayrı yeri vardır bunun, özellikle iki elmas içermesi bakımından.

    deliverance'ın orchid gibi yine epey sert olan albümlerden farkı, rifflerin biraz daha hızlanmış olması. twin ve solo bolluğu gibi geleneksel death'de sıkça gördüğümüz tatlar da bolca mevcut. bir de bu dönem yine epey progresif olsa da, önceki albümlerden bir tık daha az progresif.

    güzel: a fair judgement, windowpane, death whispered a lullaby, closure, ending credits, master's apprentices

    elmas: hope leaves, in my time of need

    bu riffler öldürür: in my time of need tüm chorusları

    ghost reveries ve watershed
    - çok da death olmayan progresif metal, clean/brutal -

    bu dönem biraz “ilerde ne yapsak ki” dönemi. son iki albüm çıkmadan önce bunu söyleyemezdim, ama şimdiki zamandan bakınca, atonement gibi, ghost of perdition 1:35 gibi, işleri progresif rocka taşıma ve death metalden sıkılma belirtileri gösterdiği bariz opeth'in. porcupine tree ya da camel gibi grupların yaptığı işi yapmaya başlamak istediklerinin alarmları. ha brutal ve death metal yine var tabii. kötü albümler olduğunu söyleyemem ama opeth'in en az sevdiğim albümü ghost reveries sanırım. yalnız isolation years yerine göre dinlendiğinde acayip triplere sokuyor. neyse lafın kısası bir köprü bu yapıtlar.

    güzel: ghost of perdition, atonement, beneath the mire, the lotus eater, heir apparent, hex omega, the grand conjuration,

    elmas: den standiga resan, isolation years, burden, hours of health

    burden'ın outrosunu ayrıca dinleyin (6:40). akustik gitarın akordunu yavaş yavaş bozarak en son saçma sapan bir hale gelince bir gülüş koyveriyor mikael ve o da saat sesi gibi bir şeye dönüşüyor. sürrealizm midir nedir. hoşuma gidiyor burası.

    heritage ve pale communion
    - progresif rock, progresif blues rock, clean -

    gelelim dramatik bir değişime. 2010'lu yıllara gelindiğinde mikael'in devamlı söylediği laf “artık metal yapmak istemiyorum”du. bu son iki albüm benim opeth'in blues albümleri dediğim albümler. ama bu değişim bir in flames değişimi klişesi gibi kötüye gidiş olarak algılanmamalı. bir death zamanları opethçisi olarak hiç de üzülmediğim, takdir ettiğim bir dönüşüm bu. adamlar kaliteli işi zevklerine ve zamanlarına (tarih gibi demeyeyim de keyiflerinin zamanlarına göre) göre nasıl yapacaklarını biliyorlar.

    bu iki albüm, biraz camel, epey pink floyd, azıcık porcupine tree, bayağı 1970'ler kokan, progresif blues-rock ya da progresif early metal diye adlandırabileceğim yapımlar. şunu da söyleyeyim, ülkemizde bu tarza en yakın müzik yapan adam barış manço'ydu.

    pale communion heritage'dan daha çok hoşuma gidiyor, hatta tüm diskografide ilk 10'uma girmeyi başarmış tek “son dönem opeth” parçası da burada: cusp of eternity denen güzellik. açıkçası heritage'ı çok da fazla dinlemedim, daha doğrusu şarkı şarkı ezberimde değil. güzel ve elmas bölümünü bu albüm için atlayacağım mecbur. pale communion:

    güzel: goblin, eternal rains will come

    elmas: faith in others, cusp of eternity

    ***

    son birkaç laf salatası. opeth'e ısınamamış birçok metal dinleyicisi var. onların ne aradığını anlayabiliyorum. gaza getirecekse gaza getiren, hüzünlendirecekse hüzünlendiren, yani bir anda birden çok şeyi pek fazla anlatmayan bir müzik istemeleri birinci sebep. ikincisi de sanırım opeth'ın başka hiçbir grupta görmediğim, yani black metalcilerin de, gotiklerin de yapmadığı, başka tarzların zaten hiç yapmadığı değişik tarzda bir melodiyi karanlıklaştırma işlemi var ki herkes için hemen sindirilebilecek bir şey olmadığını anlayabiliyorum. devamlı yarım seslerde gezerek sert riffler yazma gibi işler bunlar. onlara şunu söyleyeceğim: içilen ilk içki de acı gelir.

    dünyada en sevdiğim ve ciddi anlamda hayranı olduğum üç grup var ve opeth ikincisi. fakat, duygusal nedenlerle en sevdiğim grup dark tranquillity ve zevksel nedenlerle yolda bayırda felan en çok dinlediğim grup in flames olsa da; opeth, objektif baktığımda, bu üçü arasında'yı geçtim tüm metal müzik dünyasının en iyi işleri yapan grubu sanırım. çünkü sanat en çok, bir şeyler anlatmak için vardır ve opeth, blues, jazz gibi en iyi tarzları da, progresif gibi en iyi şemaları da, akustik gitar gibi en iyi duygu enstrümanlarından birini de kullanarak, death metalin aşırı uçluğu ve güçlülüğünü yaşatan dünyada tek grup ve bu anlamda en çok ve en anlamlı şeyleri anlatmayı başarabilmiş bir topluluk. müthiş.
397 entry daha
hesabın var mı? giriş yap