1 entry daha
  • binlerce yıldan beri onlarca medeniyet yaşamış bu yamuk dörtgenin içinde. eteklerindeki zenginlikleri döküp gitmişler, giderlerken. bilmeden kullandığımız deyimlerde, bakmadan ezdiğimiz kilimlerin desenlerin, renklerinde, yazmaların oyalarında, halk hikayelerinde, nedenini bilmeden inandığımız batıl inançlarımızda izleri var o kültürlerin. o izler de siliniyor artık. üstlerinden loğ taşı geçmiş gibi düzlenip yok oldular.

    televizyondaki müzik kanallarına şöyle bir takılın, bakın en çok kimler dinleniyor. sesinin dört oktav olduğu söylenen adam türkü söylemiyor; "bebeğimmmm, seni senden çok sevdimm bebegimmmm" diyerek gırtlak nameleri yapıyor. millet, "bas bas paraları leyla'ya, bi daha mı gelcez dünyaya?" ile kendinden geçiyor; "sende kaldı bende kaldı" diyen yarı çıplak hatunun detone sesinden, gözleri bacak arasına odaklanmış olarak, bilmem neresinin kimde kaldığını anlamaya çalışıyor.

    halkımın korkutucu bir çoğunluğu "bana bulaşmayan yılan bin yaşasın" sözünü düstur edinmiş. televizyonda en çok izlenen programların başında show haber geliyor. iştahla küçük kızlara tecavüz eden öğretmenlerin, hastasına sarkan doktorların, çocuğunu zincire bağlamış, annesini pislik içinde yatıran ailelerin, vahşice öldürülen hayvanların kanlı görüntülerini seyrediyor.
    iş yerinde her gün kapıda, asansörde karşılaştığım insanlar bir "günaydın"ı esirgiyorlar. ben dediğimde ise, yüzüme dikilen bakışlardan kendimi ayıp bir şey söylemiş gibi hissediyorum. sifonu asla çekmek gibi bir alışkanlığımız olmadığı ve kendimizden sonra gelen, önümüzden giden insanlara karşı hiç saygımız olmadığı için, hacetimizin kalınlığı konusunda da bayağı bir fikir sahibi oldum.

    yolda yürürken nereye bakacağımı bilemiyorum. aşağı baksam "harrkkk tuu!" diyerek sallanan balgam parçaları. karşıya baksam apış arasını avuçlayarak gelen adamlar.
    etobur bir milletiz. ister iki ayaklı ister dört ayaklı olsun iştah aynı iştah değişmiyor.
    adil miyiz, dürüst müyüz, vicdan sahibi miyiz, erdemli miyiz? ikinci dünya savaşı'nı ve özellikle de musevilere karşı yapılan soykırımı anlatan filmlerde, yıllardır yan yana evlerde yaşadıkları komşularını almanlara ihbar eden, sonra da komşularının mallarını yağmalayan insanları izlerken, geçmişi tertemiz bir ırkın ahvadı olmanın vurdum duymaz tavrını takınıyoruz.

    oysa ki, geçtim gayri müslüm komşularını ihbar edenleri, mal satmayanları (ben bunlara tanık olmadım) mahallede hangi komşusuna hangi gazeteyi dağıttığını, belli bir görüşün adamı olan bayiye jurnalleyip, çocukken birlikte üç tekerlekli bisiklet arkasından koşturduğu, aynı sırayı paylaştığı arkadaşlarının, ilkokul öğretmeninin dövülmesine hatta bir kısmından bir daha haber alınamamasına neden olan insanları biliyorum.

    nerdeyse 30 yıldır aynı mahallede komşuluk yapan insanların, çocukları çocuklarıyla oynayan komşularını sırf alevî oldukları için, evde yasak yayın saklıyorlar diye ihbar edenleri biliyorum.
    sana'nın, tüp gazın, şekerin bizleri kuyruğa dizdiği yıllarda, kendi kırk yıllık bakkalımız değil miydi stok yapıp, iki kat fiyatla bize satan. ikinci dünya savaşı yıllarında stokculuktan köşeyi dönen şark kurnazları kimlerdi?

    insanların hangi müziği dinlemeleri, hangi resmin karşısında kendinden geçmeleri, hangi kitapları okumaları, neleri seçerlerse beyazlaşıp, nelere gönül kaydırırlarsa kararacakları, bir çoğumuzun farkında, bir kısmımızında farkında olmadığı eğitim propagandası ile zihinlerimize mıhlanmış olabilir. bunların dışında, erdem sahibi, sevecen ve iyi niyetli bir insan olarak yetişmemizde, nasıl bir maya çalınmış ki hamurumuza ekşiyip bozulmuşuz.

    ben arabesk dinlemiyorum, zorla değil ya bana hitap etmiyor. ama dinleyene de yan gözle bakmıyorum. tahammül edemediğim, ben geceleri kimseyi rahatsız etmemek için kulaklıkla müzik dinlerken ya da pencereyi açtığımda radyonun sesini kısarken, alt kattan, üst kattan, yan komşudan sesi sonuna kadar açılmış müzik setinden değil sadece ankaralı turgut'un, kibariye'nin, deep purple'ın, lenny kravitz'in, mozart'ın da, dalga dalga gelip odamı işgal ederek, keyfimi iğfal etmesi. bu terbiyesizliği çankaya'da oturan da yapıyor, cebeci'de oturan da, keçiören'de oturan da.

    trafikte yol kesen, yol kapan, hiç bir kurala uymamayı zekâsal özür değil, bilâkis marifetten sayan, bu kadar tembel bir millet olmamıza rağmen nedense direksiyon başında tez canlı kesilen, kendi yaşamından başka hiç bir canlının yaşamına saygısı olmayan bu insanlara tahammül edemiyorum.

    insana yatırım yapmayan, yetiştirdiği insanların emeğine saygı duymayan, düşünen ve üreten insanlar yerine, her söylenene biat eden insanların yükseldiği bir ülke oldu çıktı burası? hep mi böyleydi, ben mi yeni açtım gözlerimi dünyaya? tüm bu çirkinlikler hangi sokma akıl eğitimle öğretildi bize? ben de bu yumurtanın içinden çıktım, şimdi dönüp kabuğumu mu beğenmiyorum?
    çıktığım yeri kabullenmek zorunda hissetmiyorum işte kendimi. bu kabuğun değişeceğini sanmıyorum. bizim kabuk, şu diş macunu reklamındaki iki yumurtadan kalsiyumla korunmamış olanınkine benziyor. gün geçtikce inceliyor.

    evet barbarlık ve uygarlık kimsenin tekelinde değil. hiç bir ülke, insan hakları, soykırım, kültür emperyalizmi, devamını siz getirin, hiç bir konuda bir diğerine ders verecek kadar sütten çıkmış ak kaşık değil. herkesin saklayacak çok ayıbı var.

    ama yine de masum değiliz. yozlaşıyoruz işte muntazaman.
54 entry daha
hesabın var mı? giriş yap