dökümcü niko
-
"...
siz bana dökümcü niko, diyorsunuz, izzetin yaylı arabasının yanında
çok güzel bir duruşum var
günün evlerini geçiriyorum şimdi kendime iyilikler söyleyerek
tane tane sokaklar bırakıyorum arkamda
birinde bir kedilik olan, birinde bir sokak lambası sallanan
sokaklar bırakıyorum ben
ben deyince bir daha ben demek istiyorum, mutlu oluyorum böylece
sanırım argos'a çıktıklarından bu yana fenikelilerin
yapayalnız bıraktılardı beni. doğrusu bir yaz günüydü, kıyılarımız pek güzeldi
artık gözlerim bin türlü sudan, bin türlü zamandan öyle bir koyulaştılar
ve alnım bembeyazdı ve boyum çok uzundu
bu çakıllar akardı o zaman, bu şehirler toz bulutuydu
ben işte çok yaşadıysam, ben böyle hep yaşadıysam
bu ölümsüz bir yalnızlıktan, bu ölümsüz bir yalnızlıktan
diyorum. siz bana dökümcü niko, diyorsunuz
insanlar tanımlıyorum ben, ölçüm o insanların iyiliklerinden
şehirler tanımlıyorum ben, ölçüm o şehirlerin büyülerinden
söze uymayan bir şeyim, tanrıya uymayan bir şeyim de ondan
oydum ki derim:
izzetin atları var ya, koşumları ne güzel
sanki onlar io'yla fenikeli kaptanın sevişmesinden
bir güzel koşumlardı, gittikçe çoğalırlardı
sonra bir düşünürdüm ki, hangisi benim bu cümlelerin
hep aynı cümlelerin: izzetin atları var ya, koşumları ne güzel
sözgelimi sabahları olmayacak balıklar satan madam hayguhinin
kendini görmek için yerin ve göğün kar tutmasını bekleyen
madam hayguhinin
ıslak bakışlarının durmadan yer değiştirirkenki
ve kanından rengine akan bir tranvay gibi sanki
bir anlatımı olabilir mi dersiniz
izzetin atları var ya, koşumları ne güzel
olabilir mi?
..."
2
"...
sordular. sorular benim insanlarımdır. siz bana dökümcü niko, diyorsunuz.
kendimi açıklıyorum, ölçümse kendimin derinliklerinden
sanırım bir pazar sabahıydı, iki kız çocuğu sonbaharı tartaklıyordu
kepenkleri indirilmiş bir dükkanın önünde
ve yollardan yaban hurmalarının sarktığı
-sonbahar, belki de hüznün üzgül ağırlığı
yapılmamış lautrec resimleri ve
bir mektuptu belki de
birinin bilmeden ona bir şeyler sardığı
sonbahar-
ansızın k.kilisesinin papazı tertemiz giysileriyle
yanındaki iki kişiden sıyrılarak
geldi ve durdu -bunu bir iki kez söylemek gerek-
ben onu her türlü kuşkularından tanıyordum. dedim ki
günaydın. sanırım iyi bir gün olacak. pazar mı
ve dedim, evinizden yeni çıkmışa benziyorsunuz
sustu, beni pek yanıtlamadı
ve yüzündeki bir kayanın sımsıcak kırmızısını
daha bir çoğaltarak
ilk yarısını anlatmadığı bir olayın
gerisini anlatmaya başladı ara vermeden
peki, dedim, o olay sadece sizin olacak
aziz yohanna var ya, tanırsınız elbet bu azizi
tuhaftır,ben de yarıdan sonrasını biliyorum bu hikayenin
demek oluyor ki ne siz beni tanımış oluyorsunuz
ne de ben sizi
o benden daha önce davrandı, gidip bir evin duvarındaki çeşmeden su içti
döndüğünde çok uzaklardan üstümüze doğru
bir ayçiçeği anlaşılmaz bir şekilde çözülüyordu
-ben sarışın mı dedim, evet mi dedim-
ve k.kilisesinin papazı dedi
yürümrm gerekecek, dün gece eve hiç uğramadım
bazı taşlarla uğraştım, bir ara bir kuş ölüsü buldum
gecenin biraz eski renginde
-bir giriş noktası mı dediniz, evet mi dediniz-
doğrusunu isterseniz görebildiğim her şey
bir yuvarlağın tersyüz edilmiş şekli gibi
hiçbir şey anlatmıyordu. siz iyi söylediniz
o olay sadece benim olacak
..."
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap