140 entry daha
  • aslında şili'ye gidiş amacım bir iş seyahatiydi, yani bir gezi gözüyle bakmadım pek. hatta fazlasıyla hazırlıksızdım. burada kış iken orada yaz olduğunu bilecek kadar hazırlıklıydım, yani mayomu almayı akıl etmiştim ancak bir önemli konuyu atlamıştım.

    santiago'da orada bize eşlik eden ve şehir turu yaptıran görevli arkadaş, şehrin muhtelif yerlerini gezdirirken önce bilip bilmediğimiz konusunda bayağı bir yoklama yaptı. bilmediğimizi anlayınca sürekli bir sürprizden bahsetti durdu.

    en sonunda sürprizi gördüğümüzde gerçekten muhteşem bir duygu yaşadık. dünyanın gerçek anlamda öteki ucunda atamızın büstü o bilindik sıcaklığıyla selamlıyordu santiago halkını.

    hayatı vatandaşlarının yaşam düzeyini evrensel değerlere yükseltme çabasıyla geçen atatürk'ün bizzat kendisinin en büyük evrensel değerlerden biri olduğunu bu tarz gözlemlerle daha iyi anlıyor insan. aslında bu ilgi şaşırtıcı değil.. iki ülke arasında önemli benzerlikler var, şöyle ki;

    türkiye, sorunlu ortadoğu coğrafyasında yer aldığı halde kendini diğer geri kalmış (zengin ama geri kalmış) bölge ülkelerinden ayrıştırmayı başarıp medeni yaşama ilkesini kendine şiar edinebildi. şili de yine sorunlu güney amerika coğrafyasında bu ülküyü başaran bir ülke oldu.

    doğal kaynaklar açısından avantajlı brezilya, büyük bir potansiyeli içinde barındıran arjantin değil, şili başarmıştır bunu.

    brezilya, refahın eşit dağıtılmadığı, insanlarının çoğunluğunun açlık sınırının altında yaşarken çok küçük bir azınlığın dolar milyoneri olarak keyif sürdüğü bir ülkedir. ülkenin en büyük kentlerinden biri olan sao paulo'ya gittiğinizde, şehrin en güzel yerlerinde muhteşem malikaneler görürsünüz. daha doğrusu, varlığını bilirsiniz ama göremezsiniz, çünkü kale duvarı gibi duvarlarla, ülke sınırı gibi güvenlik önlemleriyle çevrelenmişlerdir, yanına bile yaklaşamazsınız.

    şehre gelen yabancılara yapılan ilk uyarı "aman araç camlarınızı kapalı tutun, hatta mümkünse kırmızı ışıklarda bile durmamaya çalışın çünkü her an motosikletli çeteler sizi gasp edebilir. ola ki başınıza bu geldi, elinizde ne varsa verin yoksa ölürsünüz" cümlesidir.

    yanılmıyorsam 2000'li yılların ortalarında bu çeteler bir süre şehir yönetimini bile kısa bir süre ele geçirmişti.. işte böyle gerçekliklerle yaşayan güney amerika coğrafyasında şili, gerçekten bir vahadır..

    bu durum da tesadüf değildir.

    türkiye, nasıl bir askerden ülkenin dinamiklerini harekete geçirebilecek bir ulusal kahraman kahraman çıkarabiliyorsa, şili de bir tıp doktorundan emperyalist güçlere meydan okuyan bir kahraman çıkartmıştır.

    salvador allende, ülkesinin geleceği için ülkenin ana doğal kaynağı bakır, kömür gibi madenleri kamulaştırarak bu kaynakları ve ülkeyi egemen güçlere sömürtmemek ve ülkenin kendi kaynaklarıyla gelişmesini sağlamak için çaba harcamıştır. sonu pinochet (ya da abd mi desek) güçlerince bombalanan başkanlık sarayında ölüm de olsa, allende ülkenin bugünkü gelişmişliğindeki ana karakterdir. ülke, darbe sonucu gelen pinochet yönetimiyle istikrarsızlaştırılsa da, pinochet sonrasında yine kendini toparlamış ve bugünkü düzeyine ulaşmıştır. allende ülkenin hala kahramanıdır, pinochet sürgünde ölmek gibi hak ettiği bir kaderi izlemiştir.

    gerekliliği bazı kesimlerce tartışılsa da sunduğu yaşam standardı açısından önemli olan ab süreciyle global dünyaya entegrasyon çabası içinde olan türkiye gibi şili de özellikle ekonomik serbest ticaret anlaşmaları ile iktisadi hayatına doğru bir yön vermektedir. bizim yaptığımız iş seyahati bile bu tutumlarının bir sonucudur.

    deniz aşırı ülkelerden kıta ülkeleri ile iş yapmak isteyen iş adamları giriş noktası olarak konum olarak daha doğuda yani kendilerine coğrafi açıdan daha yakın olan brezilya'yı değil şili'yi tercih etmektedir. çünkü şili serbest ticaret anlaşmalarıyla gümrük ve bürokrasi duvarını neredeyse kaldırmıştır, yani şili'ye girmek demek güney amerika pazarına girmek demektir.bu da ülkenin vizyonuyla ilgili bize fikir vermektedir

    uzun lafın kısası, severim şili'yi ve şililileri. yemek kültürlerini biraz garipsemiştim. okyanus kenarında yaşayıp balık sevmeyen, tüketmeyen insanlar ülkesiydi. gerçi türkiye'de de benzer bir durum var. bu izlenimlerle birlikte bir de şaraplarına karşı özel bir bağım kaldı, ne fransız, ne gürcü, ne öküzgözü. şili şarabının üstüne tanımıyorum ne zamandır.
205 entry daha
hesabın var mı? giriş yap