5490 entry daha
  • insana dair olan her şeyin en uç noktasını görebileceğiniz bir şehir burası. iyiliklerin de, kötülüklerin de. çirkinliklerin de, güzelliklerin de.

    sene 2005. daha 17'yim.

    bizim oraların deyimiyle okul kazanmışım. ilk defa yaşadığım yerin sınırlarını aşmışım. ilk defa büyük bir şehre gidiyorum. ilk defa istanbul'u görüyorum.

    ilk şaşkınlığı fatih sultan mehmet köprüsü'nden geçerken yaşıyorum. uzaklarda boğaziçi köprüsü görünüyor. yan koltukta uyuyan ablamı uyandırıyorum. "aaa abla bak aynısından bi tane daha varmış!"

    annemin tembihleri, nasihatleri, duaları ile anadolu'dan en ham halimle gelmişim, yerleşmişim bu koca şehre.

    okulun ilk günleri.. dersten çıktım. o zamanlar vezneciler metro istasyonu yok, yapım aşamasında. fazladan akbil basmamak için aksaray metrosuna gitmem gerek. laleli'den tramvay yolunu takip ederek yürüyorum. güneş batmış. hava kararmak üzere.

    valide sultan cami önünde tezgah açmış künye satan orta yaşlı biri dikkatimi çekti. yanaştım. bileklikleri incelemeye başladım. adam sohbete başladı, gayet kibar. ismin ne, ne yapıyorsun, kız arkadaşın var mı, dersler nasıl, nerelisin vs. ben de hipnotize olmuş gibi bir yandan tezgahtaki abuk subuk ürünleri inceliyorum bir yandan da cevaplıyorum soruları. bir tane beğendim bilekliklerden. 3 tl ödedim. tam gideceğim anda adam sıkıca kolumdan tuttu.

    -ee maskot?
    -ne maskotu?
    -maskotu almayacak mısın?
    -??!
    -ismini yazdırdın ya maskota.
    -ne ismi abi, yazırmadım ben ismimi. bileklik aldım.
    -senin ismin xxxxxx değil mi?
    -evet ?!

    tahtadan yapılmış kalp şeklinde bir maskotu tutuşturdu elime. üstünde pilot kalemle acemice yazılmış ismimi gördüm.

    -iyi de ben senden istemedim ki abi böyle bir şey.
    -ne demek istemedin lan!(lan mı? az önceki kibar adam bir canavara dönüşmüştü) o kadar uğraştım, sen bunun yazılmasını kolay mı sanıyorsun. ver parasını hadi tezgahı toplayacağım.(kolumu daha güçlü sıkmaya başlıyor. canım acıyor.)

    -ne parası abi. ben istemedim ki bunu senden.

    etrafımızı çevreleyip bizi izleyen 3-4 adama döndü.

    -bu çocuk maskotu istedi mi istemedi mi?

    hepsi birden homurdanmaya başladı:
    -evet istedi. hadi kardeşim ver adamın parasını.

    aman allahım! hani bazen kendini yakan insanların haberlerini görüyorum. bir insan neden böyle yapar diyorum. aynı his geçti içimden. midem bulandı, gözüm karardı. haksızlığa uğramak ne demektir, kandırılmak, taciz edilmek ne demektir o an anladım. baktım adamın kolumu bırakacağı yok. parası neyse vereyim dedim. cebimde de babamın gönderdiği 40 tl var.

    -ne kadar istiyorsun, dedim.
    -harf başına 6 tl
    -nee?
    -"ne ne? isminde 6 harf var. sana düz 35 olur" deyip sırıtmaya başladı karşımda.

    kendimi o kadar çaresiz hissetim ki. o kadar yalnız ve o kadar savunmasız. ağlamamak için zor tuttum kendimi. annem geliyor hemen aklıma. o anki halimi görse vereceği tepkileri getiriyorum gözlerimin önüne. etrafa bakınıyorum. caddeden arabalar ve insanlar akıyor. tramvaya yetişmeye çalışıyor bir grup öğrenci. gülüyorlar. yanlarında olmak istiyorum, onlardan biri olmak istiyorum. tanıdık bir sima arıyorum içlerinden. yok. yoldan geçenlerin yüzüne bakıp zor durumda olduğumu ima etmeye çalışıyorum, nafile. yardım için bağırmayı geçiriyorum aklımdan, etrafımdakilerin zarar vereceğinden korkuyorum. dolandırıcı it 3-5 adamıyla etrafımı çevirmiş. "hadi kardeşim versene adamın parasını" deyip duruyorlar.

    çare yok. o para verilecek. zaman kazanmak için paranın bulunmadığı ceplere yavaş yavaş elimi atıp para arıyor numarası yapıyorum. adamların gözü dönmüş. param yok desem yolun ortasında arama yapacak kadar kararmış gözleri.

    tam o anda ceplerimi yoklarken hemen yan tarafımızda tezgah açan 3-5 adam apar topar tezgahlarını kaptmaya ve koşmaya başladılar. ne olduğunu anlamadım. baktım bizimki de tek elle topluyor tezgahını. diğer eliyle kolumu sıkıca kavramış, bırakmıyor.

    meğer tramvay yolunda beliren zabıta arabasıymış bu telaşın kaynağı. bir an için güneş doğdu sanki bana. cesaretlendim. tezgahını topluyor bizim maskotçu. eli hala kolumda. bırakmıyor. kaçsam mı diye aklımdan geçiriyorum ama korkuyorum.

    o koca tezgah 15-20 saniye içinde adamın elinde yeşil bir bavula dönüştü. tek elinde tezgah, diğer eliyle kolumu sıkıca kavramış. bakışlarını dikmiş suratıma. bizi dışarıdan gören biri, yeşil bavuluyla birazdan ayrılıp trene binecek olan adamın üzülmemem için omzuma dokunup beni teselli etmeye çalıştığını sanırdı.

    yüzüme yaklaştı. sigara kokan nefesiyle:

    -ne kadar var üstünde?(o ana kadar yaptığı saçma tacirlik rolünü bıraktı, aslına rücu etti)
    -param yok
    -yalan söyleme! tamam ne varsa üstünde onu ver.
    -param yok.

    kolumu bıraktı, küfür ederek hızla uzaklaştı. karanlıkta kayboldu, arkasında bakakaldım öylece.

    bir kaç saniye öylece bekledim orda, ayakta. kıpırdamadım. kaçmadım. polise koşmadım. öylece bekledim. vücudum uyuşmuştu.

    sonra avucumda bir şeyin olduğunu farkettim. maskot. o hengamede maskot bende kalmıştı. avucumdaki terin etkisiyle mürekkep dağılmıştı. bir kaç kez okudum silik ismimi. sonra yoluma devam ettim. aradan 10 yıla yakın zaman geçmiş. hala saklarım maskotu.

    10 yıldır istanbul'da yaşıyorum. o akşam vaktinde yaşadıklarım benim için büyük bir tecrübe oldu. hayır, bu şehirde kimlere, nerede güvenmem gerektiğiyle ilgili bir tecrübe değil bu. o akşam yaşadığım bir kaç dakikalık gerilim bana çaresizliği, tacize ve kötülüğe maruz kalmayı, aynı zamanda da mucizeyi öğretti.

    orta sınıf bir ailede, ortalama bir anadolu şehrinde, ortalama insanlarla, ortalama bir hayat sürmüştüm o ana dek. hayatın uç noktalarıyla hiç karşılaşmamıştım. ortalama bir istanbullunun belki de yılda bir kaç kez karşılaşacağı tipler denk gelmişti bana; ama ben ilk defa bir insanın ne kadar kötü olabileceğini orda gördüm. o adamın gözlerinde, kolumu var gücüyle sıkarkenki sırıtışında hiç ama hiç merhamet yoktu. bütün insanlar eşitti onun gözünde. kadın, çocuk, yaşlı, genç.. yanıbaşında kendi yaşının iki katı yaşa sahip beli bükülmüş adamlar boyundan büyük yükleri taşıyıp rızkını elde etmeye çalışırken o, insanların rızkına gözünü dikmeyi kendine meslek edinmişti. kaskatı kötülükle donanmış bir yüz vardı karşımda ve bu yüz hiç zorlanmadan bir insana zarar verebilirdi.

    bu şehir bu insanlarla dolu.

    ama iyiler de var. biliyorum. 10 yıllık istanbul yaşamımda çok güzel arkadaşlar edindim. çok iyi, çok yetenekli, çok yardımsever, samimi ve güzel insanlar..

    dilerim ki bu şehirde yaşayan iyi insanlar hep başka iyi insanlarla tanışırlar ve beraber hep iyi işler yaparlar.
7280 entry daha
hesabın var mı? giriş yap