• ilk kuran'ı araştırmaya başladığım gençlik yıllarımdan beri aklıma takılan konu.
    nihayet sorularıma ömer özsoy, mustafa öztürk, ilhami güler gibi hocalar sayesinde cevap buldum galiba.

    peygambere hiç bir zaman ayetleri yazma emri bile gelmedi.
    sadece oku, tebliğ et dendi. ama yazdırmasına da ilahi bir müdahale olmadı.

    vahiy, peygamberin kalbine ve hafızasına iniyordu.
    "o zikri biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz." ayeti, ayetin bağlamı dikkate alındığında,"müşriklerin, hz. peygamber'in cin, şeytan gibi varlıklarla temas kuran bir mecnun,
    kur'ân'ın da o'na cin ve şeytanlar tarafından indirilen bir söz olduğu iddialarına karşı,
    söz konusu ayet onların bu iddialarını çürütmeye yönelik bir cevap mahiyetindedir.

    bu ayet, kur'ân'ın vahiyden sonraki durumuyla ilgili değil,
    vahiy anındaki durumuyla ilgilidir.

    allah, peygamberine gönderdiği vahyini, şeytan müdahalesinden korumuştur. şeytan hiçbir suretle vahiye sokulup batıl sözler karıştıramaz. kur'ân'ın korunması vahiy esnasında, onun sözleri arasına şeytan sözünün karışmasından korunmasıdır, şeklinde yorumlanmaktadır.

    dolayısıyla kur'ân'ın korunmasından maksat, nuzül döneminde gerçekleşen bir korunma olup,
    nüzul sonrasını kapsayacak bir korunma değildir.

    ayrıca dikket edilirse "zikri biz indirdik" deniyor. zikir kelimesi anmak/ anılan şey anlamına gelir
    kaldı ki el-kitab denilse bile kitap kelimesi her zaman 2 kapak arasında toplanmış sayfalar anlamına gelmiyor.

    “el-kitâb” kavramı, zikredilen ayetlerde; kur’an’ın yazılı metin olduğu, yazılı olmasını gerektirdiği, ve onun insanlar tarafından yazıldığı" şeklinde de anlaşılmıştır. vakıa suresinde geçen "lâ yemessuhû"(o'na dokunamaz) ibaresindeki "mess" kavramı, bu meyanda fiziksel temas olarak anlaşılmıştır. "mutahharûn" (temizlenmiş olanlar) ibaresinden de abdestli olmak anlaşılmıştır. dolayısıyla buradaki anlam, mushafın abdestsiz tutulmayacağı şeklindedir. bu ayetlerin bulunduğu surenin mekke'de nazil olan ilk surelerdendir. dolayısıyla kur'ân'ın, bu ayetlerin nüzulünden yıllar sonra bir mushaf haline getirildiği göz önünde bulundurulursa, ayetlere bu şekilde mana vermenin doğru olmadığı anlaşılmaktadır.

    ayette "kur'ân'ı insanlara yavaş yavaş okuyasın diye bölüm bölüm indirdik." buyurulmaktadır.
    çünkü vahyin tamamına kur'ân dendiği gibi, bir suresi hatta bir ayeti de kur'ân'dır. bu kullanıma örnek olarak, vahiy geldiği zaman, "hakkımda kur'ân inecek diye ödüm koptu!" türü ifadelerin kullanılmış olmasıdır. dolayısıyla kuran ile mushaf arasında bir mahiyet farkı bulunmaktadır.
    inen vahiyler, teker teker birer kur'ân'dır;
    mushaf ise hz. osman zamanında derlenip kitap formu verilerek resmiyet kazandırılmış nüshalardır.

    kur'ân sözlü bir hitaptır, bir metin olarak kurgulanmamıştır.
    o, sonradan yazıya geçmiş ve yazılı metin parçalarının bir araya getirilmesi suretiyle metinleşmiştir.
    dolayısıyla "el-kitâb" kavramı, vahiy anlamında sözlü bir faaliyet olup allah'ın peygamber'e konuşmasıdır; yazması veya yazdırması şeklinde bir yazı faaliyeti, dikte olayı değildir.

    "el-kitâb" kavramının yazılı bir kitap ya da mushaf olarak anlaşılması,
    kronolojik olarak da mümkün değildir.
    kur'ân, vahyin yazdırılmasına ilişkin açık bir talimat içermediği için
    hz. peygamber'e kendisine gelen vahyi yazdırarak kitap haline getirmesine dair bir işaretin
    olmadığı ortaya çıkmış olmaktadır.

    peygambere,

    "kur'ân'ın vahyi henüz tamamlanmadan, onu okumada acele etme."
    "bu insanlara ağır ağır okuyasın diye bölüm bölüm ayırdığımız ve parça parça indirdiğimiz bir kur'ân’dır."
    "sana kur'ân'ı biz okutacağız, sen de bu okutulanları asla unutmayacaksın."
    "vahyin sözlerini tekrarlarken dilini oynatıp durma, acele etme! çünkü onu senin kalbine yerleştirmek ve okutturmak bizim işimizdir. biz onu okuduğumuz zaman sen de onun okunuşunu takip et, onun anlamını açıklamak da bize düşer." şeklinde ayetler inmiştir.

    bu ayetler; vahyin peygamber'in hafızasına (ezber) yerleştirildiğini ve içerdiği emniyet telkini doğrultusunda, peygamber'i, vahyi muhafaza edebilmek endişesinden uzaklaştırmış olduğunu ortaya koymaktadır.

    gelelim peygamberin vefatından sonra kuran'ın toplanması işine.

    hz. ebu bekir döneminde patlak veren ve çok sayıda kurran hafızının şehit düşmesiyle sonuçlanan
    yemâme savaşı sonrası hz. ömer, ebu bekir'in yanına gelip endişesini dile getirmiş ve kur'ân'ı cem´ etmesini telif etmiştir. bu hususta zeyd b. sabit'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:

    "ebu bekir, yemâme savaşı'nda şehit olanlar hakkında konuşmak üzere, beni yanına çağırttı. ömer de yanındaydı. ebu bekir:
    'ömer bana geldi, bu savaşta çok sayıda kurrâ'nın şehit edildiğini,
    diğer savaşlarda da daha biroğunun şehit düşüp kur'ân'dan bir kısmının kaybolmasından korktuğunu belirtti. onun için de kur'ân'ı cem´ etmemi teklif etti.
    ona 'resulullah'ın yapmadığı bir şeyi nasıl yapabiliriz?' dedim.
    ömer, 'allah'a yemin ederim ki, bu hayırlı bir iştir.' dedi ve teklifinde ısrar etti.
    nihayet benim de gönlüm, bu işe yattı. ömer'in uygun bulduğu bu hayırlı işe ben de inandım."

    zeyd devam ediyor:
    "ebu bekir bana: 'sen, genç ve akıllı bir kişisin. seni itham edecek bir durumda yoktur.
    ayrıca, rasülullah'ın vahiy katiplerindendin, araştır ve kur'ân'ı topla.' dedi.
    allah'a yemin ederim ki, dağlardan birini taşımamı teklif etmiş olsalardı, kur'ân'ı cem´ etmemden daha ağır olmazdı. ebu bekir ve ömer'e 'resulullah'ın yapmadığı bir işi nasıl yapıyorsunuz ?' dedim.

    bunun üzerine ebu bekir, 'vallahi bu hayırdır!' diye cevap verdi.
    allah, ömer ve ebu bekir'in kalplerini nasıl ferahlattı ise benimkini de açtı ve onların görüşüne uydum.
    ben kur'ân'ı yazılı bulunduğu, hurma dallarından, beyaz ince taşlardan ve hafızların hıfzından tertip ettim. tevbe suresinin son iki ayetini ebu huzeyme'de buldum ve olduğu gibi aldım.

    suyûti, ibn ebî davud'dan yahya b. abdirrahman b. hatîb tarikiyle hz. ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

    "kimde resulullahtan yazdığı kuran ayetleri varsa getirsin" çağrısında bulundu.
    sahabe bunları, deri, kemik ve hurma dalları üzerine yazıyordu.
    o, iki şahit getirmedikçe, kimseden hiçbir şey kabul etmiyordu.
    zeyd de ayetin yazılı metni olmaksızın sadece ezberle yetinmiyordu.

    şayet vahiy kâtiplerinin tüm yazdıkları, hz. peygamber'in evine konulmuş ve tamamı orada bulunmuş olsaydı,
    ebu bekir'in emriyle kur'an'ı toplayan komisyonun: "kimde kur'an varsa getirsin!" demesi
    ve kur'an ayetlerini sahabelerden toplamaya teşebbüs etmesi saçma olurdu.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap