62 entry daha
  • bir zamanlar, hafifmeşrep bir ergenlik ikramı sunarcasına arkadaşıma laf arasında şunu söylemiştim: “ulysses ve mrs dalloway’ı okuduktan sonra roman yazmaya başlayacağım, benim için okunacak son kitaplar onlar” edebiyata dair her şeyi bildiğini sanan, bir ağaçta gördüğü yazının fotoğrafını çekmeyle uğraşan geri zekalının biri işte, hayal edin. zamanı yitirdiğimi hissetmediğim o günlerde tereddüt içerisinde değildim. tasarılar birbirini kovalar, aşık olunur, aşk biter ve ilham için pay istenirdi aşkın doğurduğu anılardan. erkekler ve kadınlar imgelerle zihnimdeki yorgunluğa düşer, susuzluktan yazı yazmaya koyulurdum. hiç kimsenin aslında çağırmayacağı ölü imgeler yaratarak.

    her şeyi bildiğini sanan o ukala cahilin yazdığı sayfalar gün geçtikçe artıyordu ta ki mırıldandığım öyküler isimli bir kitaba rastlayıp -nedeni bilinmez hala, kitabı aldığım anın dalgınlığı nasıl doğmuştur- onu okumakla başlayan öğreti tereddütte bıraktı beni. kitaptaki öykülerden klon’u okuduktan sonra öğrenci evinin dağınık salonunda nasıl lan, nasıl diye tepiniyor, o anlaşılmaz bağırtı, hissedilenin hissedenle tek yönlü ilişkisini imliyordu. moebius döngüsün’deki sarsıcı vukuat benim öğrendiğim her şeye ters düşüyor insanın çetin iklimindeki anlam karmaşasını yaratıyordu. fantastik ezberi vardır, cortazar’ın ön tanımında. halbuki kitapta fantastik tek bir kelam etmeden içeriye buyur eden bu yazar da neyin nesiydi. kurgunun ritmine tanı koyamıyor, yeni keşfin bu istisna yazarını herhangi bir kategoriye oturtamıyordum.

    cinayeti gördüm’de bu defa fantastik öğelerin sıradışı biçimde verilişi, yanılsama seansı -ki değil midir gerçekdışı her öğe bir yanılsama imgesi- beni benden alıyor doyamadan okuyordum.

    açıklayıcı bilgiler el kitabını nasiplenenler sevgili reklamcıların 'farklı düşün' mottosunun nasıl bir yumrukla ringden indirileceğini tahmin ederler. hoş, ringden inmesi gereken çok edebiyatçı var bizim ülkemizde de *

    ve bana göre öykücülüğünün en müstesna örneklerinin yer aldığı türkçeye ayakizlerinde adımlar ismiyle kazandırılan derleme. burada açıklaması zor olan bu kitaptaki öykülerin nitelikli hududu. bir sınır ve ayrım göremediğiniz cortazar öyküleri muhakkak doldurulmuş yarıkların arasından kavis çizerek, ufalanarak yüreğinize konuyor. anlatımının esasına dokunmak kurguyu yok etmeye eşdeğer.

    ve cortazar'ın çeşitli notlarını, öykülerini, şiirlerini, denemelerini ve mektuplarını barındıran son raunt külliyatın sonuna saklanması gereken eseridir. bilgi sahibi olmaya doyamadığım cortazar'ı daha fazla anlamak ve kavramak bende fetiş bir ibare sakladığından külliyatını tamamlayınca tekrar döneceğim özel metni.

    her büyük yazar belleğimizde duru suya atılan bir taş gibi dalgalandırıyor konduğu zihni. faulkner, joyce, marquez, nabokov, perec... ve nicelerine beslediğim hayranlık asla utanç içinde olmamı gerektirmedi, rahattım. faulkner gerçeğin ta kendisini ifade ederken his kalemim kırıldı pek çok kez. yaşam kullanma kılavuzu okuyan bir insan ayrıntının çanağında kendi kesik film şeridine rastlarsa ne denli bir ustalıkla karşılaştığını anlayacaktır. ya da ulysses'i bitirdikten sonra yazmış olduğum öykü bir ulysses kopyası değildi hayır, yalnızca joyce üslubunun birebir kopyasıydı. zaten hayranlık da kıskançlığın yalın kopyasıdır.

    ama hayranlığı muhafaza eden onca kişinin arasında geç kalınmış iki yıldız ışığı daha vardı.

    eşelediğim yığında iki arjantinliyi - birbirlerine hayran ama asla dost olamayan- keşfedince açılan kapılar bir cennet travması yarattı. borges'in gelenekleri örtbas eden düşçü kalemi kamçılıyor hala sırtımı. fakat cortazar tam bir düşçü değildi. cortazar'ın kalemi özgürlükle damgalanıyordu. kendine ait kurallar yaratmayan -ki 62 maket seti bu konuya farklı bir yön katabilir- kimsenin seslenip ulaşamayacağı biçimsel bir özden çıkıyordu yazınsal buyruğu. herhangi bir eleştirmenin ne övgü ne yergisine ihtiyaç duyan yazınsal yazgısı, metalaşma kusuruna dahi tepeden bakacak yeni bir yöne itiyordu beni. onun tümcelerini okuduğumda uzaydan kalkıp gelen bir yabancının keşfini sağlar, garipsemeden selamlarsınız bunu. işte hani şu büyülü gerçekçilik üzerine -geri zekalı kodaman edebiyatçılar tarafından dahi- tutturulmuş bir ezber var ya, cortazar'ın kurgudan gerçekliğe sunulan üslubun ya çok uzağındalar ya da bu parisli sürgünün nasıl bir şey becerebildiğinin hiç farkına varmadılar. varmasınlar kalsınlar, bilinenin peşinden koşma rahatlığını yereceğim kadar külliyatında yutulması gerçeği üzerine öfkemi yutuyorum.

    geçmişten şu yıllara baktığımızda, üslup orucu tutan birileri ya da üslubunu pervasızca savuran yazarlar varsa, üslubunu tüm geçmiş edebiyat görenekleriyle harmanlamış bir yazar olarak göz kırpıyor cortazar bana.

    ve şuan geçmişteki bir hayalet olarak hatırlanan o salak çocuğun tereddüdü, bitimsiz bir ivme kazandı. bundan yaklaşık 3 yıl evvel o kitabı alan genç adam cortazar’ı tanımaya başladıkça marquez’in de dediği gibi “öyle bir yazar olmak istemeye başladı.” yazdıklarını beğenmiyor, kafasında oluşturduğu öykü tasarılarını yarıya kadar yazıp kenarda unutulmaya bırakır oldu.

    sanırım ifade edilmesi gereken şey, geç kalmış olsam da, julio cortazar, bir okuru olan bana o saydam kılıftan geçirdiği yazınsal nitelik ve derin bir perspektifle oluşturulmuş mizah ve hayal gücü mahsulleri. sabitleştirilmiş ezberi kenara koyalım.

    julio cortazar rayuela'nın 62. bölümünde morelli önderliğinde olanaksızlardan (olanaksızlığın her türlü mecrasından) dem vurur. seksek tek başına kusursuz bir roman olarak basamakları titretirken, o bölümden yola çıkarak 62 maket setini yazıyor ilham dolu cronopio. ve bir de bir önsöz ile kitaptaki roman anlayışını açıklıyor.

    açıklayıcı bilgiler el kitabında bahçeye darağacı kuran
    aileden
    62 maket setinde 2 metrekarelik bir adaya sıkışan üç kişinin dünyanın
    en komik maceralarını yaşamaları hele calac'ın uyku öncesi şu düşüncesi;
    "bu sigara çok acı. garanti bana ıslaklardan verdiler. ikisi bir dalavere çeviriyor. iş yamyamlığa döküldüğünde kontrolü ele almalıyım." nasıl bir kahkaha attırdı bir hafta olmadı henüz..
    seksek'in sürgünü, horacio oliveira'nın risk taşıyan muzip oyunları

    arasında bir yerde kendi çıkışımı ararken
    hala o gazete ilanında intihar eden gerçekten o la sibylle'mi diye soruyorum.
    rocamadour'un talihi bu kitabı okuyanlara trainspotting'de yaşanan trajediyi hatırlatacaktır. ama aslında hangisi hatırlatmalı bir diğerini?

    öykü ve romanlarının ayrıştığı husus romanlarındaki, sürgünlük, yabancı kentler, oteller, entelektüel atışmalar, kimsenin aklına gelmeyecek hayali planlar ve hepsinin ardında en açıkta dururmuş gibi gözüken aslında hiç ortaya çıkmayan dramlar. birbirlerine erişemeyen insanların, çekimser umursamazlıklarıdır. yazarın sunumdaki estetik biçimi, pek çok başlangıç okuruna yabancı gelecek ama okurlar içlerinde yaşadıkları dünyanın bencilce biçimlendirdikleri kendi öz ifadelerine tanık olmayı kaçıracaklar; iyi ihtimalle erteleyeceklerdir.

    fuentes'in 1960 ve 70li yıllarda yazdığı denemelerinde "edebiyatımız, dilin dayattığı kurulu düzeni reddettiği ve tetikte olmanın, değişimin, düzensizliğin ve mizahın dilini önerdiğinde gerçekten devrimci olur.” der, devamı gelir; “özgürlüğün sonsuz arzu ve reddedilen tatminsizliğin ruhu olduğu ve bu nedenle de devrimci olduğunu ileri süren buñuel’e katılıyorum.”

    90'lı yıllarda cortazar'ın devrimci yazarlığına ilişkin savı değişecektir fuentes'in, hatta bir denemesinde onun karşı-devrimci olduğunu iddia edecektir. nedendir bilinmez, birileri çevirse de okusak denemelerini.

    doğumunu diplomatik bir imalat olarak tanımlayan julio cortazar, edebiyatına hasıl olan o gizemi süsleyen mizahı, yapı taşı olarak kılıyor. kız arkadaşımdan ayrıldığımda kapandığım mırıldandığım öyküler'in bu usta yazarını ondan sonra düşünmeden tek günümü geçirmiyorum. edebiyat unutturmaz belki ama kuvvetle örter. benim de imalatım bu olsun varsın.

    doğum günün kutlu olsun. bu başlığın trolü benim, beni de postalasın sözlükçüler.

    26. 08. 2015

    düzeltme: edi büdü
70 entry daha
hesabın var mı? giriş yap