54 entry daha
  • işin teknik kısmıyla ilgili derinlemesine bilgi vermeyeceğim. zira benden önce birileri mutlaka teknik bilgileri yazmıştır. tretman, sinopsis, senaryo aşamalarını hızlıca geçeçeğim. ben biraz işin yaratma aşaması, öncesi, sonrası ve yaşanmışlık kısmıyla ilgili yazacağım. biraz piyasa şartlarını ve yaşayabileceğiniz şeyleri de kabaca özetlemiş olayım. aslında daha önceden özge özpirinçi başlığı altında özellikle dizi sektörünü anlatan bir entry girmiştim. o entryden sonra epey bir soru cevaplamıştım ve senaryo süreciyle ilgili bir şeyler yazacağımı söylemiştim. sonradan o entryi sildim bir sebepten.

    neyse şimdi kabaca kendi tecrübelerim üzerinden birkaç şey aktaracağım.

    teknik detayları geçtiğimizi varsayarak (tretman, sinopsis vs) her şeyden önce iyi bir senaryo demek iyi bir durum demektir. bunu istisnasız bütün senaristler bilir. çünkü iyi durum senaryonun yarısı demektir. o yüzden senaryonuzun çatışı yani dramatik yapıyı oluşturacak ana kanava yani durum çok ama çok güçlü olmalı. gerisi iyi bir senaryo matematiğine ve elbet senaristin yeteneğine kalıyor. şimdi soruyorsunuz nedir iyi durum, güçlü çatışma vs?

    net örneklerle açıklayacağım. hem edebiyat hem sinema, dizi eksenli.

    breakin bad güçlü bir durumun en iyi temsilcilerindendir. burada senaryoyu sıkı kılmak esastır. senaryoyu sıkı kılmak (yani olaylar silsilesini, örgüsünü vs) kahramanı hızla çatışmanın içine çekmektir.

    çatışmanın en basit tanımını yapıyorum. bir yerden geçmek istiyorsunuz ama karşınızda duran biri size izin vermiyor. (deli dumrul) al sana çatışma. uzun uzun, teknik teknik yazmaya gerek yok. işte bu noktada kahramınınızı ne kadar erken çatışma durumuna getirirseniz haliyle senaryonuzu okuyan insanlardan artı puan alır ve senaryonuzun okunmasını sağlarsınız.

    neden breaking bad dedim. çünkü klasik loser arketipi olan walter white'in sıradan ve monoton yaşamını kısa bir süre izledikten sonra onu hemen en büyük çatışmanın içinde görüyoruz. (buralar spoiler içeriyor olabilir. diziyi izlemeyenleri uyarayım. darılmaca, gücenmece yok sonra ) burada esas kahramanı sıkıştırmaktır. evet temel esas kahramanın önüne zorluklar çıkarmak ve haliyle bu zorluklar karşısında kahramanın motivasyonunu, değişim, dönüşüm nüanslarını göstermektir.

    walter white alelade bir lise öğretmeniyken bir gün kanser olduğunu öğrenir. ne kadar klişe öyle değil mi? alın size ilk kırılma. şimdi kahramanı sıkıştırmamız gerek. evet kanser olması tek başına yeterli bir motivasyon değil olacaklar için. o halde ev alınmış ve ipotek var. ooooo büyük oğlan engelli. ooooooo hanım yeni doğurmuş, küçük bebek var vs. küçük emrah filmi gibi değil mi mübarek? hayır değil. çünkü o noktada senaryonun geri kalanı yani ilişkiler ve karakter ağı var. işte size ilk bölümde gayet güçlü bir durum. walter white'ın ileride olacağı adam olması yolunda tüm düğüm, engebe, dönüş, kırılma, çatışma elementleri gayet ustaca yerleştirilmiş senaryoya. artık bundan sonrası yönetmen ve oyunculara kalmış.

    sinemada benim için son 15 yılın en önemli filmlerinden biri olan chan- wook park harikası oldboy yine bir senaryo harikasıdır. senaryonun dengesi, dinamikleri, twistleri, derinliği, durum, çatışma, karakter matematiği tek kelimeyle kusursuzdur. henüz 3. dakikasında film sizi içine alır ve müthiş bir gizem duygusunun göbeğine bırakır. ondan sonrası enfes bir sinematografiyle birleşir ve tüm zamanların en büyük filmlerinde biri çıkar ortaya. bana, kusursuz bir senaryo örneği ver diyen herkese örnekleyeceğim ilk filmlerdendir oldboy.

    tabi şimdi yüzlerce örnek verebilirim. bizde en azından başalngıç olarak iyi olan bazı dizilere haksızlık etmeyeyim. binbir gece'nin ilk bölüm matematiği gayet iyidir. karakter hemen köşeye sıkışır. çocuk hasta, ölümcül ve paraya ihtiyaç var. hop bir gece için 250 bin tl (ya da dolar hatırlamıyorum) alın size iyi bir durum ve çatışma. üsteilk o dönem benzer bir proje de çalışmam hasebiyle binbir gece'nin ilk bölümünü baştan sona izlemiştim ve cidden dizinin ilk bölüm matematiğini beğenmiştim.

    durum ve çatışmayı netledik sanırım. şimdi (özellikle diziler için) senaryo yani kurgu matematiği, kişileştirme, tema, mesaj, önerme gibi motiflere geçiyorum hızlıca. iyi bir durum senaryonun yarısı demek ama senaryonun hepsi demek değil maalesef. iyi bir durum yakalayıp sonra sıçan yüzlerce dizi ve film var. çünkü kişileştirme, kurgu, dramatik yapının geri kalanı iyi hesaplanmamış oluyor çokluk o türü dizi ya da filmlerde.

    iyi bir senaryo her şey den önce öngörü sahibidir. ama allah aşkına öngörülü olmayı sikik sürpriz sonlarla karıştırmayın. öngörü sahibi senaryo sizi durum ve çatışmaya çektiğinde olaylar silsilesini de hazırlamıştır kabaca. bu noktada senaryonun kalitesini belirleyen şey elbet ve elbet senaristin karakterlere, durum ve olaylara attığı bakıştır. o zaman bize ne gerekli. gerçekten entelektüel donanım ve tutum. yani bol bol kitap okuyun. saçma sapan bestseller, aşk , polisiye romanları değil elbet. önce dünya edebiyatı klasiklerine girin elbet. savaş ve barış gibi bir klasiğin neredeyse kendinden sonra gelen tüm sanat eserlerine (edebiyat ve sinema tabi öncelik) bir model olduğunu unutmayın. büyük romancılar sadece roman yazmamıştır zira. felsefe, sosyoloji, tarih, mitler, psikoloji derken bizim ülkemizde yanına bile yaklaşmacağımız (maalesef) büyük düşünce romanları ve tarihi belgeler bıraktı o adamlar insanlığa. ekmeğini yiyin.

    örneğin shakespeare'in meşhur romeo ve juliet'i, sofokles'in kral oedipus'i kendilerinden sonrak bütün yapıtlar için bir model oluşturmuşlardır. bu yapıtları özel kılan şey öngörüleri ve elbet derinlikleridir. yüzyıllar sonra bile dizi, filmlerde hala aynı modeller örnek alınıyorsa bu sadece yaratmadaki kısırlıktan değil, yaratılan eserlerin evrensel düzeyde ki öncüllüğünden ve öngörüsünden kaynaklıdır.

    yine sinemada da böyle bir sürü öncü film var. onları yazmayacağım artık tek tek.

    kısacası edebiyatla haşır neşir olun. zira orada enfes durumlara sahip öykü ve romanlar hazine gibi yatıyor. felsefe okuyun, psikoloji okuyun, tarih okuyun, mitoloji, estetik okuyun. kısacası entelektüel bilgi birikim sağlayabileceğiniz nitelikli eserleri okuyun. o yüzden yine söylüyorum bo bol okuyun. okumayan, edebiyat, felsefe, psikoloji vs çeşitli modelleri tanımayan biri yaratma konusunda her daim kısır bir çelişki içinde kalacaktır.

    e sinema, dizi izleyin demeyeceğim. özellikle erken dönem hollywood falan izleyin demeye gerek bile görmüyorum. zira benim için hollywood sinemasının zirvesi 40-70 yıllardır. orada özellikle 30'lu yılların sonu, 40'lı yılların başı büyük buhran, 2 dünya savaşı,sanayi devrimi, toplumsal değişim vs gibi çok güçlü bir tarihsel zıplama var. haliyle hollywood tam da insanlığın iyicilliğine dair bu bozgunu ve düş kırıklığını atlamamış her biri birbirinden harikulade kara fimler yapmıştır. sinemanın altın kalbi orada öylece yatmakta hala. ona göre. tabi avrupa sineması da izleyin demeye gerek görmüyorum.

    çünük avrupa sineması güçlü durmları, güçlü karakter tahlillleriyle verme konusunda hollywood2dan çok daha yetkin bir sinemadır.

    örneğin son 15 yılın sinema olayı benim için açık ara güney kore sinemasının yükselişidir. peki ne yapıyor bu adamlar, uçup kaçıyorlar mı? elbet hayır. bu adamlar aslında bildiğimiz, aşina olduğumuz bütün tür ve trükleri kendi kültürleriyle yoğurma konunsunda eşsiz bir başarıya sahipler. adamlar hollywood'un amentü bellediği bütün trükleri alıp kendi kültürleri içinde eritip revize ediyorlar. özellikle suç filmlerine attıkları bakış hollywood'un yıllardır gezinip durduğu kısırdöngüye küfür gibi. komik olansa adamlar resmen hollywood filmlerinden özellikle noirlardan alıyorlar malzemeyi. ama orada müthiş bir yaratıcılıkla, ustalıkla özgün hale getirmeyi başarıyorlar. işte türk sinemasının en temel sorunu bu. avrupa ve hollywood'a özenen sinemamız sadece kopyalıyor, özgünleştiremiyor. ama güney koreliler resmen işin kitabını yeniden yazıp revizyonist bir tutumla dünyaya kafa tutuyorlar. cidden bu sinemanın son 15 yıldaki gösterişli yükselişi görülmeye değer. hollywood'un yıllardır revize edemediği türleri kolaylıkla revize ediyor ve tekrardan hollywod'a satıyorlar.

    ne diyorduk. mesaj, önerme, tema. bunlar zaten yazarın bilinçaltında olan olması gereken şeylerdir. basitliyeyim. yani siz yazmaya başladıığınızda mesajınız, temanız, önermeniz derinlerde bir yerde çoktan yerini almış olmaldır. mesajdan kasıt kör gözüne sosyal mesajlar değil elbet. bunun türlü dozu ve biçimi var. zira önerme, tema zaten kurguladığınız yapı içinde farkında olmasanız bile yerini alır.

    çok klişe bir ifadedir ama çok doğrudur. senaryo yazmak satranç oynamaya benzer. yani 3-5 hamle sonrasını hesaplamak zorundasınız. zira breakin bad senaristleri iyi durumu bulup kulaklarının üstüne yatmadılar. burada önemli bir esas var ama. o da zaman ve para. şimdi inceden bizim sektörün boktanlıklarına ve bizden neden bu dizilerden çıkmıyor tarzı sıklıkla (vakti zamanında bu işi yaptığım için haliyle çok duyduğum) muhatap olduğum sorulara cevap vereyim.

    öncelikle (o zaman özge özpirinçi başlığına bu kısımları yazmıştım ama yine yazayım) türkiye hariç dünyanın hiçbir yerinde 120 dakika dizi çekilmiyor. sorun dizilerin sadece 110- 120 dakika oması da değil. sorun aynı zamanda 42-46 hafta boyunca 110-120 dakika dizi çekilmesi.

    şimdi sevdiğiniz yere göğe koyamadığınız yabancı dizileri gözünüzün önüne getirin. game of thrones sezon 10 bölüm, bölüm başı ortalama uzunluk 55 dakika. breakin bad ilk sezon 7 bölüm, 45 dakika ortalama. sonraki sezonlar maksimum 13 bölüm. 40-45 dakika. 50 tane örnek yazmayacağım. bunların hepsi bildiğiniz şeyler. en uzun hollywood yapımı dizinin sezon bölüm ortalması 23. bölüm başı uzunluk ortalaması 42 dakika.

    şimdi kaba bir matematikle neredeyse türk dizilerinin bir bölümü 3 amerikan dizisi bölümüne denk geliyor. üstüne 42-46 hafta ortalamasını koyunca 1 sezonda 150 bölümlük dizi yazılmasını talep eden bir piyasayla karşı karşıyayız. abartılı geldi öyle değil mi? ama maalesef gerçek bu. şimdi böyle bir üretim ilişkisi içinde üstelik tüm dramatik yapı modelleri aşağı yukarı belliyken bri senaristin eşsiz bir eser ortaya çıkarması ne kadar mümkün? mümkün diyorsunuz dğeil mi? o zaman durun size daha işin para, zaman, yapımcı, yönetici ayaklarını da anlatayım.

    öncelikle öyle evelemeden gevelemeden söyleyeyim. televizyon piyasası görüp göreceğiniz en kaypak, en dönek, en kaygan zeminli sektörlerin başında geliyor. öyle ahbap çavuş ilişkilier var ki sizin ofisinizdeki kaypak, dönek insanlarla ilgili şikayetleriniz devede kulak kalır buradaki insan ilişkileri yanında ona emin olun.

    bu piyasa tutunmanın şartları belli. çevre ve ilişki. e bu her yerde lazım diyorsunuz. hayır burada ki gibi değil maalesef. burada sektörün kendine has bir ışıltısı var. burası milyonlarca insanın ışıltılı gözleriyle sizi izledikleri bir yer ve haliyle büyük bedelleri var. çalışma koşulları ağır, bir sürü korkunç egosantrik insan var, yaptığınız işin maalesef süreklilik konusunda hiçbir garantisi yok. paranızı alma konusunda bol bol sıkıntı yaşayabilirsiniz vs vs. ama bu iş aynı zamanda size hayatınızın fırsatını da verebilir. yani bir proje (elbet doğru insanlara denk gelmek şartıyla) hayatınızı tümden değştirebilir. olumlu ya da olumsuz anlamda elbet bu söylediklerim.

    örneğin bugünlerde yeni yeni şöhret olan okuldan bir arkadaşım aslında 2006-2007 gibi oynadığı bir dizi de voliyi vurmak üzereydi. orada yönetmen ve başrol oyuncusuyla yaşadığı kavgadan sonra hızla gözden düştü. yaklaşık 5 sene piyasadan tek bir iş bile alamadı. evet yanlış duymadınız. tam 5 sene. çünkü bu piyasa birileri özellikle olumsuz anlamda (elbet yönetmenler başta olmak üzere) isminizi ağzına dolarsa vay halinize.

    şimd bu arkadaş neredeyse 8 sene sonra, 8 sene önce yakalayabileceği şöhretin eşiğine geldi. bunun gibi zibilyon tane örnek var. eğer oyunun kuralını doğru oynayıp sabırlı olursanız (özellikle oyuncular için) öyle ya da böyle parayı ve şöhreti buluyorsunuz.

    neyse şimdi sizden hafta da 120 dakika dizi isteniyor. ortalama 42-46 hafta. bu kısmı da geçiyorum. şimdi senaryo dediğiniz şey haliyle bilgi birikiminizin, yaşam pratiğinizin, toplumsal kültürünüzün vs karşılığı.

    örneğin amerikan dizilerinde seks, politika, politikacılar, devlet, polis ve polis teşkilatı, din adamları ve din kurumu,, ensest, pedofili, türlü sapkınlık ve aşırılıklar, yolsuzluklar vs korkusuzca ele alınır. iyi bir dizi yaratmak için bu tür saçmasapan yasak ve kurallara kolay kolay takılmaz orada yapımcı ve senaristler. rüşvet alan milletvekilini de, katil polisi de, çürümüş polis teşkilatını da, küçük çocukları taciz eden rahibi de gösterir o diziler bizlere. bu tür durumların hayatın içinde olduğu gerçeğini yadsımadan cesurca ve elbet yaratıma sağlayacağı katkıyı da gözeterek (ve elbet demokrasinin gereği olarak) büyük bir serbestlik sağlanır senaristlere.

    örneğin orada ele alınacak konu, durum ne ise ön araştırma ve geliştirme için senaristlere para verilir. evet para verirler, git kardeşim doktor yazacaksan doktor araştır, hacker yazacaksan hacker araştır, kimyager yazacaksan kimyager araştır, incele, çözümle derler.

    ama bizde böyle şeyler hak getire. ben bir gecede hem bir doktoru, hem bir avukatı hem de bir katili yazdığımı biliyorum. üstelik bu insanlarla ilgili ön araştırma, tanışıklık ya da ilişki olmadan.

    size daha ilginç bir şey yazayım. show tv iç yapımlarda bir dizi yazıyorduk. oraya haftada neredeyse 3 bölüm dizi yazıyordum. evet tam 3 bölüm. bir gecede ortalama 45-50 sayfa senaryo yazıyordum. sadece bir gecede. çünkü dizi 1 hafta sonra yayınlanacak. bir gün bölüm toplantısı, bir gün senaryo. varın siz düşünün. bu şartlarda ortaya gerçekten kaliteli, nitelikli bir senaryo çıkacağını düşünmek tel kelimeyle hıyarlıktır. çıkmaz arakdaşım çı-ka-maz. mümkünü yok.

    amerika'da 2007'de ki senarist grevini herkes bilir. o sene lost, heroes, prison break vs demeden insanlar greve gittiler. çünkü aldıkları ücretlerden ve 23-24 bölüm dizi yazmaktan memnun değillerdi. en önemlisi senaristler yeteri kadar değer görmediklerinin farkına varmışlardı. tv- sinema işinin en önemli kısmını oluşturan senaristler sürekli gözardı ediliyorlardı çünkü. bütün başarı payesi yönetmen ve oyunculara çıkıyordu ki bugün bu durum türkiye'de hala aynı şekilde sürüyor. en nihayetinde o piyasanın canına okuyup istediklerini aldı senaristler. üstelik amerikan ekonomisine verdikleri zararı zerre sallamadan.

    yine samanyolu'na hem iç yapımda, hem dış yapımda dizi yazdım. bunlardan birine yine haftada en az 3 bölüm yazıyordum. tam üç bölüm. toplantılar için neredeyse 5 saat yol gidip geliyordum. sonra diziyi yazmaya koyuluyordum. tabi yazmak yetmiyor sevgili arkadaşlar. yazıp gönderdiğiniz senaryoya mutlaka kulp bulacak bir yapımcıyla muhatapsınız. ertesi gün yapımcının istekleri doğrultusunda dönen senaryonuzu bir daha elden geçiyor, revize ediyorsunuz. bu bazen 2-3 tekrarı buluyor üstelik. sonra yine yeni bölüm toplantısı ve yeniden yazmaya koyuluş.

    neyse izleği kaybetmeyelim. dizi, yada uzun metraj kurguladığınızda mutlaka sonuç belli olsun. final değişir elbet. yazma aşamasında (nasıl kurgularsanız kurgulayın)bbir sürü şey değişecek ona emin olun. yeni durum ve olaylar, karakterler çıkacak ortaya.. zaten iyi bir durum bulduysanız onu güçlü yan olay, durum ve karakterlele zengileştirmişseniz emin olun o durum, olaylar yeni kapılar açacaktır size.

    yazarların sıklıkla dile getirdiği gibi eğer iyi bir durum ve karakter yaratmışsan onlar kendilerini yazdırırlar sana. kendinden beklemediğin, kendini bile şaşırtacak ölçüde bir zenginlik ve akıcıkla yazdırırlar hatta. yazmayı bırakmak istemez. onların sana açtığı yeni kapılardan girmek için can atarsın.

    zaten yazma eylemi içinde mutlaka (ne kadar sistemli ve hesaplı olursa olsun) bol bol sürpriz barındırır. istediğiniz kadar tretman'da, storyboard'da bütün sahneleri çıkarın. eğer gerçekten ele aldığınız konuya kişisel bakışınızı derinlik ve yaratıcılıkla ekleyemezseniz başarılı bir şeylerin ortaya çıkması hayal olur.

    elbet dizi ve filmlere sadece temaşakar olarak paydaş olanların bilmediği bir şey var. o da senaryoya yönetmenin katkısı. evet iyi bir yönetmen boktan bir senaryoyu bile kişisel bakışıyla adam edebilir. kötü bir yönetmen mükemmel bir senaryoyu aynı ölçüde rezil rüsva edebilir. kısacası senaryonun iyi ve kötü ölçütünü biraz da yönetmen belirler.

    örneğin buralarda bazen film ya da dizilerle ilgili eleştiriler okurken senaryoya abanan eleştirmenleri görüyorum. bu insanlar elbet işin teknik kısmından bi haber oldukları için bütün suçu senaryoya atıyorlar. ama mesela o sahnede ki mizansenden, replik dağılımdan, oyuncunun oyuncuğulundan, kurgudan sorumlu olanın yönetmen olduğunu unutarak. ben haliyle bunları çok rahat görüyorum. iyi bir yönetmenin eline geçen senaryoya sağlayacağı katkıyı da biliyorum. iyi bir yönetmen her zaman kendi bakış açısıyla değerlendirir sahneleri. siz nasıl yazarsanız yazın bazen yazdığınızın üstünde ve yazdıklarınızı aşan bir sahne kalitesi görebilirsiniz. bazen de tam tersi olur. enfes, vurucu, etkileyici olduğunu düşündüğünüz sahneler yönetmenin elinde oldukça sıradan ve boktan bir şeye dönüşebilir.

    yazma displininize yönelik bir tavsiye birde. eğer bir sahnenin diyalog, kurgu, mizanseninde sıkıntı yaşıyorsanız zorlamayın. orada bırakın ve metinden uzaklaşın. bilgisayar ekranına, o boş belgeye baktıkça daha da kaybolacaksınız ve muhtemelen sahnenin içinde çıkamayacaksınız. biliyorum aceleniz var. sabah yetişecek belki senaryo ama siz yine de 1 saatliğine bile olsa uzaklaşıp sevdiğiniz bir şeyi yapın. çıkıp temiz hava alıp, beyninizin yaratıcı lobunu bir süreliğine o durumdan uzaklaştırın. çünük bazen metnin içinde kaybolursunuz ve gözünüzün önünde duran çözümü bir türlü göremezsiniz. bazen günler sonra o sahneye döndüğünüzde neden yazamadığınıza şaşırırsınız. zaten eğer aceleniz yoksa senaryo yetiştirmek için o zaman uzaklaşmak konusunda rahat olun. bazen o 1 saaat size 5 saat kazandırabilir.

    yaratım sıkıya gelen bir şey değil. elbet disipline edilir orası ayrı. ama baskı ve zorlama unsuruyla nitelikl bir eser ortaya çıkarmak çok daha zor. yaratma kaygısının kendisi sizi yeterince yoracak. üstüne üstlük bir gecede sizden senaryo isteyecekler. bu şartlarda asla mükemmel senaryolar çıkmayacak ortaya kandırmayın kendinizi.

    gelelim işin para kısmına. e para dizi sektörü için en önemli motivasyon değil mi? öyle öyle ama maalesef kaymağı biz yemiyoruz. önce oyuncu ve yönetmen. sonra eğer piyasada tutunmayı başarır ve gerçekten kendinizi kabul ettirseniz bölüm başı 20-50 bin aralıklarını görebilirsiniz.

    bakın show tv'ye haftada neredeyse 3 bölüm yazıyordum ve aldığım para bugünün şartlarında hafta da 2000 tl falandı. e iyi dediğinizi duyuyorum. hayır değil. bu işin karşılığı hiç ama hiç değil.

    senede sadece 12 bölüm yazan breakin bad senaristi bölüm başı minimum yüzbin dolar alıyor. minimum. ön araştırma vs aldığı paralar hariç. üstelik bol vakti var, rtük yok, saçma sapan kurallar, yasaklar, denetimler yok. kaliteli, yaratıcı, yaratma konusuna sizi sürekli motive eden, hayal dünyanızın sonsuzluğunu keşfetmeye teşvik eden bir sistem var oldukları yerde.

    biz de ne mi var? ''aga hamile kadın gösterme' , ''yatak odasında geçen sahne yazma'' ''o polisi sakın rüşvet alırken gösterme'' 'yan role böyle replik yazma' ''dış mekan yazma, bol bol iç yaz'' ''kötü adamın adı hasan olur mu?' vs diyen bir yapımcı ve kanal ve rtük mekanizması var.

    size söyledikleri her şey sizin senaryo da önem atfettiğiniz şeyler. örneğin hikaye kadının hamileliği üstüne ama adam kadın hamile olmasın diyor.

    kısacası hani sürekli aynı şeyler yazılıyor diyorsunuz ya bize de breakin bad, game of thrones, the wire, vikings, battlestar galactica yaz demiyorlar ki birader.

    türkiye'de yapımcı sadece karını ne kadar arttıracağını düşünür. o yüzden bol bol iç mekan çalış der, patlama, çatlama koyma der, kalabalık sahne koyma der onu der, bunu der. 120 dakika 45 hafta dizi ister
    ama sana en fazla bölüm başı 3-5 bini reva görür. yani yazarı motive edecek her şey diplerde yüzer. ama genlde ilk suçlu senarist olur.

    seyircinin alışkanlığnı bozan bütün fikirlerini hemen kaı dışarı eder. yazdığın, önerdiğin yeni şeylere burun kıvırır. görmezden gelir.

    hiç unutmam yapımcını biri bana aynen şunu dedi; 'izlemeyin şu amerikan dizilerini, etkileniyorsunuz.''

    evet show tv'ye iş yapan bir yapımcı bu adam. işi televizyon ve normalde onun bize şu amerikan dizilerini falan izleyin demesi gerekir. çünkü ezber bozan şeylerin tutmayacağına inanıyorlar.

    siz sanıyor musunuz ki yapımcılara bilimkurgu, aksiyon, korku ya da fantastik unsurlarla bezeli senaryolar gitmiyor. düşündüğünüzden fazla gidiyor. ama bütçe, ama tutmaz, ama iş yapmaz, ama saçma, ama izleyiciye göre değil gibi beylik, klişe ifadelerle o işler hep geri çevriliyor. türk televizyon tarihinde neredeyse 1-2 absürd komedi dizisi girişimi dışında tutum hep böyle maalesef.

    üstelik kötü oyunculuk, yönetmenlik göz ardı edilir ama işler kötü gittiğinde ilk önce senarist gözden çıkarılır. senariste yeni proje var gel çalışalım denir. 3 ay para almadan çalışırsın. ha bu kanal işi kabul edecek, ha o kanal derken iş iptal olur. beş kuruş almadan giden 3 ayına ağlarsın vs vs.

    o yüzden buralarda bu işten miskal-i zerre anlamadan senaristlere tavsiyede bulunma gafletine düşmeyin. izlediğiniz diziler, filmler hakkında elbet eleştiri hakkınız var ama çalışma ve piyasa koşullarını bilmeden izleğiniz dizi, filmlerin kötü oluşundan sorumlu olanın tek başına senaristler olmadını da anlayın lütfen. örneğin tavsiye verecekseniz oyuncu, yönetmen ve yapımcılara verin. zira bu işten en çok para kazanıp, işin sorumluluğunu en az üstlenen onlar yazarların aksine.

    yukarıda kabaca dizi sektörü bağlamında bir şeyler karaladım. daha yazılacak, çizlecek çok şey var ama entry epey uzun oldu. bu tür işleri merak eden arkadaşlarıma küçük de olsa bir katkısı olsun istedim yazdıklarımın. unuttum, atladığım çok şey var elbet. aklıma geldikçe yazarım. bir ara mutlaka devam edeceğim yazmaya. bir imla editi falan yaparım. hızlı yazdım. kusurlar olduysa affola.
48 entry daha
hesabın var mı? giriş yap