• toplanın gardaşlar size bizzat kendim yaptığım ve ilham olsun diye de size anlatmak istediğim bir konu var.

    ingilizceyi ben kendi kendime öğrendim.

    ortaokulda öğrendiğim ingilizcenin üzerine yıllar boyu bir şey katmamıştım. hafızamın da kuvvetli olmasından mütevellit bir çok şeyi unutmadım ama elbete bu beni götürecek bir ingilizce değildi. şu başlıklardan;

    (bkz: babanın ölmesi/#37337717)
    (bkz: hatunların efendi adam yerine piç tercihi/#54782952)

    tahmin edeceğiniz üzere aile açısından şanslı birisi olarak doğmadım ve çok zor şartlarda tamamladım lise eğitimimi ve örgün bir üniversite okuyamadım. lisede çok başarılı bir öğrenci olmama rağmen ailemin durumu ve ekonomik şartlar nedeniyle ötesinin hayalini kurmadım. "elimdeki mümkün şartlarla ne yapabilirim? daha öteye nasıl gidebilirim?" diye düşünürken hep kendimi geliştirme yolları aradım. öncelikle açıköğretimi okudum. sonrasında istemeyerek yaptığım muhasebe mesleğinin sertifikasını almak için kolları sıvadım ve mali müşavir oldum. bir yandan çalışıyor bir yandan da kendime değer katmaya uğraşıyordum. yani hiçbir zaman "diploma alayım da askerlikten yırtayım" gibi değil, ciddiye alarak ve bilgi almaya çalışarak okudum aöf'de. gönül isterdi ki kampüs hayatım olsun, yaşayarakk öğreneyim ama kısmet olmadı. neyse

    derken öyle ya da böyle 4 yıllık aof'yi bitirdim mi? evet ama yetmedi, ne yaptım? mali müşavirlik belgesini almak için 5 yıllık meşakkatli bir süreci geçtim ama ne oldu yetti mi hayır? bizim meslek de tıpkı doktorlar gibi sürekli okuman ve mevzuatı takip etmen gereken bir meslek. diğer yandan da eğitim geçmişimin örgün olmaması da sıkıntı olabiliyordu zaman zaman. bunun üzerine bir şeyler daha koymam gerek diyerek ingilizce öğrenmem gerekliliğini kendime şart koştum ama ağırlık veremiyordum bir türlü. taaa ki lost ile tanışana kadar. lost dizisinin benim için anlamı çok ama çok büyüktür. çünkü ben ingilizceyi bu dizi ile sevdim dostlar. o kadar sevdim ki deli gibi oturup replikleri ezberliyor kalıpları öğreniyordum. "what am i supposed to do!!!" "if we can't live together we're gonna die alone"lar havalarda uçuşuyordu. o aksanları duymak bende müthiş meraklar uyandırdı ve kendimi adeta ingilizceye adadım.

    zaman içinde bir sürü kelime, bir sürü kalıp öğrendim. çok iyi yazmaya başladım. çeviriler yaptım. yabancı arkadaşlar edindim günlerce haftalarca aylarca chat yaptım, skype ile konuştum. evde kendi kendime konuşurdum deli gibi. bildiğin kendi kendine konuşur ya insanlar? ben ingilizce olarak konuşuyordum sırf o replikleri konuşabilme yetisi kazanmak ve utanma duygusunu yok etmek için. bu arada bir yandan da mesleğimle ilgili iş ingilizcesi de öğrenmeye başlamıştım. tax, bookkeeping, finance reports, balance filan gırla gidiyordu.

    evet bir gün dedim ki kendi kendime "tamamdır oğlum bu iş, hadi bakalım ingilizce cv hazırla ve işlere başvur". acayip korkuyordum tabi. ne de olsa evdeki ile gerçek yaşamdaki farklı olabilirdi ama cesaret ettim.

    neyse geçen yıl ekşi itiraf'ta da yazdığım şu #46752518' dan sonra hayatımın iyice boka sardığı bir zamanda ingilizce bir mail aldım, mailde yabancı bir firma tarafından görüşmeye çağırılıyordum. çok heyecanlı bir şekilde gittim. bu benim için bir cesaret sınavıydı çünkü. heyecan basmış bir şekilde gittim.

    ve sonrasında çok tatlı yabancı biriyle bir iş görüşmesi yaptık. ve benim de ilk ingilizce iş mülakatımdı bu. güveneceğim tek şey götümdü ve güvendim. neyse ki alnımın akıyla görüşmeden çıktım. birkaç görüşme yaptıktan sonra geçmiş deneyimlerimi de çok beğenmeleriyle birlikte işi aldım ve yönetici olarak işe başladım. ve aldığım maaş da şu an oldukça iyi diyeyim. o güne kadar yarısını alırken kendi imkanlarımla öğrendiğim dil maaşımı ikiye katlamıştı yani.

    işe başladıktan sonra bir sürü yabancı iş toplantıları yapıldı. hadi ingilizceyi öğrendim ama topluluk önünde ingilizce konuşmasını nasıl yapacaktım? valla deli cesareti işte öyle bir şey. öyle güzel konuştum anlattım ki kendime kendim de inanamadım. ve zaman içinde başka ingilizce konuşan kişileri de gördükçe anladım ki öyle bahsedildiği gibi "çok iyi ingilizce bilen" insanlar gerçekten çok az iş dünyasında. öyle ya da böyle anlaşıyorsun. bu nedenle asla korkmayın. en iyi olmaya çalışın elbette ama kimsenin kusursuz olmadığını bilin. kendim de kırk kere yazdığım duyduğum kelimeyi zaman geliyor ki hatırlamıyorum. bilmediğim onbinlerce kelime var. bunlar çok normal. tabi korkmayın derken salmayın, şezlongcu ingilizcesi olmasın ya da acun'nunki gibi. en iyiye odaklanın yine.

    geçen aylarda bulunduğum departmanda bir eleman ihtiyacı oldu ve gelen cv 50 filan idi. bunların da yarısı başka pozisyonlar için başvuranlar ya da şirkette pozisyona uymayan kişilerdi. yani demem o ki finans alanında ingilizce bilen kalifiye eleman sorunu hep var. bu önemli bir fırsat.

    evet, özetle bir şeyi isterseniz yaparsınız, bir şeyi yapmak istemezseniz de yapmazsınız. etrafta çok fazla insan vardır "kilo vermem lazım, spora başlamam lazım, ingilizce öğrenmem lazım" diyen. hep bir "lazım" sözü ile ömür geçirirler. oysa bir şeyi yapma kararı o andadır. sigarayı bırakmak yine o an verilecek bir karardır.

    ingilizce de öyle. saçmalamaktan korkmadan, kimin ne düşündüğünü umursamadan oturun öğrenin. hiçbir kurs sizin kafanızı yarıp huni ile bilgi boşaltmayacak beyninize. siz öğreneceksiniz. kursa gidiyorsanız bilin ki kurs dışında da bunu hayatınıza sokmalısınız. yolda yürürken arabalar artık araba değil "car" olmalı. insanlar "people" binalar "buildings" olmalı. çocuğuyla yürüyen kadın "the woman who is walking with her baby" olmalı artık kafanızda. yani beyninizi sürekli ingilizceye odaklamalısınız ki bunu yaşayarak içselleştirip öğrenebilesiniz. burası ingilizcenin konuşulduğu bir ülke olmadığı için her seferinde kendinizi siz motive etmelisiniz.

    kişisel gelişim laflarını ve kitaplarını hiç sevmem ama şu gerçek "her şey içimizde".

    bugün kendimi yine yeterli bulmayıp her an yeni kelimeler öğrenmeye çalışıyorum eskisi kadar olmasa da. dil yapınca biten bir şey değil. hayat boyu sürdürülmesi gereken bir şey. nankör. unutursan o da seni unutur. bu yüzden hayatın her anında olmalıdır.

    karamsar olduğumuz hayatlarda biraz olsun ilham verici olur belki diye paylaşmak istedim hikâyemi. hayat zor ve hep de zor olacak. bu zorlukları katlanabilir kılmak da yine bize bağlı diyorum ve gidiyorum.

    şu da yine bağlantılı olarak yazdığım entry (bkz: ingilizce öğrenememek/#39994220)

    tanım: istenirse bal gibi de yapılabilecek aktivitedir.
14 entry daha
hesabın var mı? giriş yap