3 entry daha
  • 2015 cannes büyük ödül, fipresci ödülü, françois chalais ödülü, ve vulcan ses tasarımı ödülü'nü alan filmin konusunu yazalım öncelikle;

    "cannes 2015’te gösterilen en huzursuz edici ve unutulmaz filmlerden saul’un oğlu, alışıldık holokost filmlerinden ayrı bir yerde duruyor. filmde 1944 ekim’inde, saul ausländer’in hayatının iki gününe tanık oluyoruz. saul, auschwitz imha kampında nazilerle işbirliği yapmaya zorlanan yahudi tutsaklar olan sonderkommando’lara mensuptur. bir gün, temizlediği imha fırınında, bir oğlan çocuğunun cesedini görür. o an olanaksız bir ödev üstlenir: çocuğun cesedini yakılmaktan kurtaracak ve usulünce toprağa verecektir. kötülüğün yüreğine bakan, cesaret hakkında benzersiz bir film olan saul’un oğlu, macaristan’ın oscar adayı."

    filmi bahsedildiği kadar etkileyici ve başarılı bulmasam da, çekim tekniğinden söz etmeden geçip gidersem de olmaz. bütün film boyunca ya saul’un yüzündeyiz ya da sırtında... kameranın bu kadar dar tutulması, saul’un etrafında gördüğümüz sınırlı alanların olabildiğince bulanık gösterilmesi, diğer karakterlerin ancak saul’un yakınına girdikçe bizim için de netleşmesi, filmin en can alıcı noktası bana göre. etrafta olan biteni hiçbir zaman tam olarak göremediğimiz halde, ne olup bittiğinden hiç uzak kalmıyor olmamızın sebebi, sadece saul’u izliyor olmamız. üstelik bu takibi; saul’un yüzündeki değişmez çizgilerle, sürekli çatık duran kaşlarıyla, sabit bakışlarıyla, mimiksiz duruşuyla yapıyoruz.

    bizim tam olarak göremediğimiz, ama onun her detayını gördüğü bu çılgınlık karşında, yüzünün şekilden şekile girmesini bekliyoruz oysa ki. gözlerinin fal taşı gibi açılmasını, bağırıp çağırmasını, dayanamayıp ağlamasını bekliyoruz. ama o, güç bela duyabildiğimiz fısıltılı sesiyle ve değişmeyen yüzüyle taşıyor bizi üzerinde, oğlunu da taşıdığı gibi...
83 entry daha
hesabın var mı? giriş yap