81 entry daha
  • uzun zamandır ilk defa bir film izlerken çok eğlendiğim için,
    sıcağı sıcağına entry girme gereği hissettim dün.(#55274668)

    vaat ettiğinin hakkını veren,
    teknik olarak aksayan bir tarafını görmediğim
    ve birçok sahnesinde kimi zaman gözlerimden yaş gelerek güldüğüm
    eğlencelik bir film izlemiştim.

    daha sonra burda yazanları okuyunca ilk defa bir film ile ilgili yapılan yorumlarda ağzım açık kaldı diyebilirim.

    tamam, zevkler ve renkleri tartışmayalım fakat arkadaş bir film ile ilgili bu kadar mı relativite/görecelik olur?
    "gelmiş geçmiş en kötü film, iğrenç film, çıktım kustum, perişan oldum, filme para yatırdım param battı, film değil bu, skeçleri bağlamışlar, sonunu çalmışlar.. "

    enteresan bir şekilde mutabık olunan en önemli nokta:
    "ama oyunculuklar iyi, oyunculara laf yok, bilmemkimin performansı iyiydi vb."

    geçen hafta gösterime giren karabela'da ise yorumlar şöyleydi:
    "iyi film, gidin izleyin, ben beğendim... ama çok beklentiniz olmadan izleyin, tamam şaheser değil belki ama iyi film, ok teknik aksaklıklar var ama" diye de eklenmişti.

    yok artık için "kötü film ama", karabela için "iyi film ama" şeklinde genel bir tutum gördüm.

    bu iki filmi de izleyen tarafsız biri olarak açıkcası burak aksak'ın nasıl bir fan kitlesi varsa,
    caner özyurtlu ve serkan altuniğne'ye de bir çeşit antipati olduğunu düşünmeye başladım.

    zevkleri ve renkleri bir tarafa bırakırsak;
    bu filmin teknik anlamda yetersiz ya da kötü bir film olduğu tezine katılmam mümkün değil.
    caner özyurtlu ilk yönetmenlik tecrübesinde,
    çok doğru bir kararla birbirinden bağımsız ele aldığı 6 hikayeyi birbirine bağlama yolunu seçmiş.
    bu, sinemada bir tür hikaye anlatım tekniğidir. skeçlerden filan değil, esasen kısa filmlerden oluşmaktadır bu tarz filmler.
    bu tekniğin değişik varyasyonları ile çekilen bir çok film vardır. anlat istanbul, relatos salvajes, paris jet'aime, new york i love you aklıma gelen ilk örnekler. bunlardan en önemli farkı yok artık'ın sadece komedi türünde olması.

    bu teknikte yönetmen birbirinden bağımsız görünen esasen kısa film olan bölümleri,
    değişik bir kurgu ile birbirine ve bir sonuca bağlar.
    bu sayede filmlerde "birden fazla yönetmen"
    ya da "haddinden fazla başrol oyuncusu" ile çalışma fırsatı doğduğu gibi,
    küçük hikayelerin kendi içinde kotarılması da daha pratik olacağı için,
    durum komedisine de gayet uygun bir teknik olarak kullanılabilir.
    hele de bir ilk filmde..

    üstelik bu filmin özünde baston ve havlu imgeleri ile desteklenerek
    meddahlık kültürüne de ciddi bir saygı duruşu olduğu düşünülürse,
    hikaye anlatım tekniğinin bu düstura ne kadar uygun olduğu daha rahat anlaşılacaktır.

    olumsuz yorum yapan bazı sözlük yazarları ile konuşma fırsatı bulduğumda,
    olumsuz yargının çoklukla beklenti farklılığından kaynaklandığını gördüm.

    öncelikle fragman ve afişinde bu kadar yaşı birbirine denk "başrol" oyuncusunun
    tek bir hikayede buluşması beklentisinin,
    baştan yanlış bir beklenti olduğunu düşünüyorum.
    elbette oyuncuların kendi bölümlerinin başrolünde olması sizce de daha mantıklı görünmüyor mu?

    üstelik bu kadar başrol oyuncusunu tek hikayeli doğrusal bir filme koysanız,
    sahnede görünen her yeni popüler oyuncu izleyicinin ilgisini dağıtır,
    ana karakterden biraz daha rol çalar, filmi yüzeyelleştirir.

    yanlış beklentilerden kurtulup izlendiğinde gerçekten iyi bir film olduğu
    ve hoşça vakit geçirttiği anlaşılacaktır diye düşünüyorum.

    ayrıntılı irdelersek. (daha ne yazacak, yuh artık dediğinizi duyar gibiyim)

    --- spoiler ---

    eminim açılış şarkısı tutacaktır, çok başarılı olmuş. hızlı bir başlangıç ile iyi bir ritm yakalanmış.
    o kadar iyi bir ritmi var ki filmin, ara verildiğinde ne çabuk geçti zaman diyorsunuz...

    almanca temalı hikaye'de ambulansta "acil pensilin tedavisi" gibi uçuk tedaviler ilk başta kulağı tırmalasa da, tüm bu anlatılanların birer palavradan ibaret olduğu anlaşıldığında tıbbi gerçeklik aramak da tabi ki saçma oluyor hikayede.

    fidye bölümünü ayrı bir yere koymak isterim, gözlerimden yaş en çok bu bölümde geldi.
    murat akkoyunlu'yu bir çok kez abartılı bulsam da,
    yarattığı karakterde resmen döktürmüş olduğunu düşünüyorum.
    özellikle konuyla hiç alakası olmadığı halde sırf, "kazayı izleyen coşkulu insan tiplemesi"ne sağlam bir şamar vurmak için dizayn edilmiş trafik kazası sekansı için emeği geçen herkese teşekkürler.

    serkan keskin'li ayrılık görüşmesi bölümünde
    serkan altuniğne ve selçuk erdem karikatürlerinde görmeye alıştığımız
    ters köşeli ve sarkastik diyaloglar hat safhadaydı.
    meraklısını ihya ettiği gibi türe aşina olmayanlar için biraz yorucu gelmiş olabilir.
    ben çok beğendim. esasen bir şey de dikkatimi çekti bu bölümde.
    serkan keskin, serkan altuniğne'nin standart olarak çizdiği,
    çoğu zaman da ilişki konularında loser olan bir karikatür tipine
    görüntü itibari fazlaca benzemekteymiş yahu..
    buarada bölümde serkan keskin'in yarattığı empati duygusu
    sanırım bazı izleyicide "sonunda niye vuruldu ki amk" sorunsalı yaratmış olabilir.

    atış gazetesi bölümünde çok ince sosyal gönderme de gözlerden kaçmadı. "paran da sende kalsın, havuza atarsın" iyiydi.

    hafıza kaybı bölümünde, doktor fazla yapmacık kalmış, konu biraz sünmüş.
    yine o sarkastik son, zekice olmakla birlikte yine empati kuran izleyicide olması gerektiği gibi huzursuzluk yaratmıyor da değil hani.

    esasen tüm bu hikayelerin
    aldatan bir koca tarafından eşe anlatılan palavralardan ibaret olduğunu öğrendiğimiz bağlayıcı hikaye filmin esas süprizi. şahsen film finale ulaşmadan, eminim bu adam bastonu atıp normal yürümeye başlayacak finalde dedim.
    usual suspects'e kocaman bir atıf ile filmimiz finale ulaşmış oluyor.
    burada ceren moray'ı biraz yetersiz ve abartılı bulduğumu söylemeliyim.
    ayrıca kocasının palavra materyallerini farkettiği sahne de birazcık aceleye getirilmiş zannımca.
    hele keyser soze'yi bilmeyenler anlamakta zorlanabilir diye düşünüyorum.

    filmde eleştireceğim bir diğer husus da birkaç yerde kulağı gerçekten tırmalayan küfürler.
    çok naif ve güzel bir filmde özellikle birkaç yerde eğreti duruyor.

    --- spoiler ---

    buraya kadar entry'yi okumuş olan herkese teşekkür ediyorum.

    son olarak, kötü film, olmamış, iğrenç film yorumları tamam da,
    "bu filme gitmeyin" "sakın gitmeyin" "kaçıın" "giderseniz çocuğumu keserim" gibilerinden
    telkinlerin ne işe yaradığını gerçekten çözebilmiş değilim. hani mutlaka gidin gazı en fazla yapımcısına yarar da,
    bir filme gidilmemesi kime yarar?
    torrent lobisine filan mı?
    cebinden çıkan altıüstü 12 tl de bir sinema emekçisine ekmek olacaksa ne var bunda, ayıp yahu.

    bugüne kadar defalarca film eleştirisi yazdım,
    en kötü bulduğum filme bile gitmeyin cıss, demedim.
    herkesin bakış açısı farklı, izleyince sadece kendinden birşey bulduğu için bile sevebilir herhangi bir filmi... hele hele yerli sinemaya karşı bu ketum tutumu yakıştıramadığımı belirtmeliyim.
    üstelik gerçekten özenilmiş ve emek verilmiş bir film için.

    edit: beni, "kendini sinema eleştirmeni sanmak"la itham eden entry'den sonra
    ne yalan söyleyeyim ağzımın payını aldım.
    özellikle de, kendini herhangi bir şey sanmayan herhangi bir sözlük yazarının
    sinema kanalına yaptığı 100'den fazla entry'lik katkıya şöyle bir göz gezdirdim.
    ikna oldum.
    orda bulunan hemen her filmde, yapımda ve yayında emeği geçen herkese
    savrulan hakaretlere maruz kalmamak için ikna oldum.
    ilgili yazarın onlarca filmlik eşsiz eleştiri külliyatı dururken,
    laf söylemek benim gibi yazar müsvettelerine düşmez.
    verdiğim geçici rahatsızlık için özür diler,
    kibarca, medenice çoğu kez olumlu olan düşüncelerini benimle paylaşan,
    sinema ve tiyatro konuştuğumuz sözlükçülere güzel üsluplarından dolayı teşekkür ederim.
93 entry daha
hesabın var mı? giriş yap