1 entry daha
  • her sabah yaptığım gibi kadıköy'deki evimden beşiktaş'taki işyerime gitmek üzere vapur iskelesine gelmiştim. 8.15 vapurunun kalkmasına daha 10 dakika vardı ama iskele şimdiden hınca hınç doluydu. kalabalığın arasından ön taraflara doğru ilerlemeye çalıştım. kendime uygun bir yer bulunca durup vapurun gelmesini beklemeye başladım.

    vapuru beklerken etrafımdaki insanları incelemeyi herzaman çok sevmişimdir. gazete okuyanlar, müzik dinleyenler, hala uyanamamış olup uyuklayanlar ve benim gibi etrafı inceleyenler...

    kısa bir beklemenin ardından vapur iskeleye yanaşmıştı. vapurun yanaşmasıyla birlikte biz iskelede bekleyenler beşiktaş'tan gelen yolcuların vapurdan inmesini bekliyorduk. ne kadar da uzun sürüyordu inmeleri!! sanki bütün yolcular ağır çekimde terk ediyor vapuru... bir anda empati kurup kendimi vapurdan inen birinin yerine koydum ve iskelede bekleyenleri düşünmeye çalıştım. bir taraf vapura binmeyi beklerken, diğer taraf vapuru terk etmeye çalışıyor. aynı yerde gerçekleşen birbirinin tam tersi iki olay. iskeledekiler sanki vapur hiç boşalmayacak gibi hissederler ama yapılan araştırmalar göstermiştir ki aslında bir vapur en fazla 2 dakika içinde boşalır. gereksiz bilgiler ansiklopedisi sayfa 165...

    kafamda bu düşünceler geçerken kapılar açıldı ve bütün kalabalık bir anda ilerlemeye başladı. tam bir insan seli... insanların karıncalara benzediğini söylerler ya, vapura ilerleyen insanlara bakarsanız bunun gerçek olduğunu görebilirsin... iskeledeki bekleyişin ardından vapura binmek için koşar adım ilerledim ve kendimi vapura attım. merdivenleri çıkıp üst kata çıkmak için ilerledim ve gözüme hoş görünen bir köşeye yerleştim. vapura binen insanlar boş koltukları teker teker doldurmaya başladılar. ben de bu sırada çantamdan stephan king'in kara kule kitabını çıkarıp okumaya başladım.

    vapur iyice dolduktan sonra kalkış saatinin yaklaştığını hissetmiştim. kafamı kaldırdım ve etrafa şöyle bir baktım. karşımda oturan küçük çocuğu ve yanındaki kadını gördüm. kadın muhtemelen küçük çocuğun annesiydi. kadının uzun kumral saçları vardı. mavi gözleri sevgi ve şevkat doluydu. gözlerim kadından çocuğa kaymıştı. çok sevimli 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğuydu. gözlerini annesinden aldığı anlaşılıyordu. kafasında mickey mouse figürlü bir şapka vardı. ileride zeki bir çocuk olacağının sinyallerini veren bir şekilde durmadan etrafı gözlüyordu ama sık sık da kucağındaki çantasına bakıyordu. farkında olmadan bir süre çocuğu izlediğimi anladım. yüzüme hafif bir tebessüm gelmişti. kitabımı okumaya devam etmeye karar verdim ve o an vapurun motoru çalışmaya başladı. hareket saati gelmişti...

    vapur hareket etmiş ve hergün olduğu gibi yaklaşık 25 dakika sürecek yolculuk başlamıştı. ben bir taraftan kitabımı okurken bir taraftan da karşımdaki çocuğun hareketlerini izlemeye çalışıyordum. küçük afacan, çantasını açıp içine bir bakış attıktan sonra etrafa ve özellikle annesine gülücükler saçıyordu. bunu birçok kez tekrarlamıştı. vapur yolculuğundan keyif aldığı da her halinden belli oluyordu. vapur koltukları için kısa olan bacaklarını koltuktan aşağı sallandırıp duruyordu. çok sevimli bir görünümü vardı. arada sırada benimle de gözgöze geliyordu ama sonra utanıp gözlerini kaçırıyordu. bir kez daha çantasına hareketlendi ve açıp içine sevgiyle baktı ve sonra kafasını annesine doğru çevirip içindekini annesine doğru gösterdi. dışarıyı seyretmekle meşgul olan kadın çocuğuna doğru dönüp onun başını okşadı ve dünya üzerinde sadece bir annenin kendi çocuğuna karşı duyabileceği sevginin ne demek olduğunu gösteren bir şekilde oğluna gülümsedi. çocuk çok mutlu görünüyordu. bense gittikçe artan bir şekilde çantanın içinde ne olduğunu merak etmeye başlamıştım. vapur yolculuğumuz neredeyse yarısına gelmişti ve ben yolculuk bitmeden çantanın içinde ne olduğunu öğrenmek istiyordum. çok sevdiği bir oyuncak mı? bir boyama kitabı mı? en sevdiği çikolata mı? belki de bir resim...

    çocuk da benim merakımı anlamış ve bana afacan afacan bakışlar atmaya başlamıştı. merakıma yenildim ve küçük çocuğa doğru eğildim. "küçük bey beni çok merak içinde bıraktınız acaba çantanızın içinde ne olduğunu öğrenebilir miyim? deminden beri içine bakıp bakıp gülüyorsunuz çok merak ettiğimi söylemeliyim" dedim. oldukça kibar ve sevecen bir şekilde konuşmuştum ve bu konuşmam çocuğun annesinin de hoşuna gitmişti. o da merakla çocuğunun ne tepki vereceğine bakıyordu. sözler ağzımdan dökülür dökülmez biraz utandım. ufacık bir çocuğun çantasındaki oyuncağı merak ediyordum. çocukla çocuk oluyordum...

    çocuk bana cevap olarak çok içten bir şekilde gülümsedi. annesi de aynı şekilde gülümsüyordu. benim de utancım ve merakım gittikçe artıyordu.

    derken çocuk çantasını yavaşça açtı ve içindekini bana gösterdi. şok içindeydim. çantanın içinde hiçbirşey yoktu. boştu... ama çocuk hala gülümsüyordu. olayı kavramaya çalışıyordum ama hiçbir şekilde anlam veremiyordum. derken çocuğun annesi konuşmaya başladı. "bu çantayı ona babası almıştı. verirken de, bu sihirli bir çantadır ve içinde ne olmasını hayal edersen o olur demişti. o günden beri de çantayı yanından ayırmıyor. bir çocuk için daha güzel ne olabilir ki? her açtığında bambaşka bir oyuncak... " ve ekledi; "hayalgücü insanın en değerli oyuncağıdır..."

    vapur yolculuğu sona ermiş ben vapurdan inerken aklımdaki birçok şey uçup gitmişti.kadıköy iskelesi'nde beklerken düşündüğüm iskelede bekleyen ve vapurdan inen insan psikolojisine dair herşey uçmuş ve yerinde tek bir cümle kalmıştı. işyerime varmış, masama oturmuş günlük işlerimle ilgilenmeye başlarken bile hala aklımda o cümle vardı; hayalgücü insanın en değerli oyuncağıdır...

    -----

    2007 yılında blog'umda yayımladığım çantadaki oyuncak adlı hikayem...
69 entry daha
hesabın var mı? giriş yap