4 entry daha
  • "bir şairin hassasiyetine ve bilim adamının hayal gücüne sahip" rus asıllı yazar vladimir nabokov'un tekrar ele alınmış otobiyografik kitabıdır.

    --- spoiler-dipnotkitap.net ---

    yazar saint petersburg’un en seçkin, ailelerinden olan nabokov’ ların yedi çocuğundan en büyüğü olarak, 1899 yılında dünyaya gelir. birkaç kuşak aristokrasiden gelen, etkin bir siyasal güce sahip nabokov’lar büyük bir servete sahiptirler. liberal baba, bolşevik baskısına karşı olan görüşleri yüzünden takibata uğrar. aile 1918 yılında bolşeviklerin baskısıyla ülkeden kaçar. baba yurtdışında bir suikasta kurban gider. bir kardeş toplama kampında öldürülür. nabokov için derin duygusal yük içeren kitap 1940 yılında ailenin kalan üyeleriyle abd’ye hareket etmesiyle sona erer.

    kitap, mükemmel bir çocukluğu kaybetmiş olmanın burukluğunu taşır. üç dilde eğitim alan, sevgi dolu, liberal, kültürlü ayrıca da inanılmaz derecede zengin ana-babaya sahip birinin kaderi, geri dönmemecesine ülkesinden kopmaktır. st peterburg’un merkezinde, efsanevi güzellikteki malikânelerinde, avrupa’nın sayfiye yerlerinde geçen şaşaalı bir dönem sonunda gelinen nokta, büyük bir kaybın yaşandığı sürgün hayatıdır.

    bolşevik ihtilali ile aile, annenin talk pudrası içine sakladığı mücevherler dışında, bütün servetlerini geride bırakarak kaçar. ama kaybedilen servet değil kitabında, sevgi ile iğne oyası gibi işlediği çocukluğudur.

    "benim sovyet diktatörlüğüyle olan eskilere dayalı ( 1917’de başlamış) kavgamın mülkiyetle uzaktan yakından ilgisi yoktur. parasını ve toprağını çaldılar diye kızıllardan nefret eden emigré (göçmen) leri hor gördüğüm iyi bilinsin. bütün bu seneler boyunca aziz tuttuğum nostallj, kaybedilmiş banknotlar için değil, içimden taşan kaybedilmiş çocukluk hissidir “

    nabokov için geride kalan yalnız çocukluğu ve anıları değil, üzerine titrediği ama yeni dünyada artık ona hizmet etmeyecek olan dilidir de. bir daha rusya’ya gitmez. anılarındaki rusya’nın nostaljisi içinde kalmayı tercih eder.

    nabokov hayatının büyük bir bölümünü ingiltere, fransa, almanya, amerika ve son olarak ta isviçre’de sürgünde geçirir. hep yürek burkan bir vatan özlemi duyarak… 1977 yılında isviçre’de ölür. yaşamının son dönemlerinde rusya’ya gitmesi için hiçbir mani kalmamasına rağmen üzerine titrediği anılarını, yeni ortamlarda farklılaştırmamak için olsa gerek, bir daha anavatanına dönmek istemez. ama kaybettiği rusya’yı tarihe mal ederek, geçmiş zamanın o parantezindeki ülkesini konuş hafıza ile ölümsüzlüğe kavuşturur.

    --- spoiler-dipnotkitap.net ---

    yukarıda kitaba ilişkin resmi bir incelemeden alıntı yaptıktan sonra, ben de kendi izlenimlerimi yazmakta bir beis görmüyorum. evvelce, lolita eserini okuduğum, yazara dair öğrendiğim şeyleri özet geçeyim:

    yazar öncelikle sinestezik bir insan. sinestezi, birleşik duyu anlamına geliyor. yani bu sinestezik kişilerde herhangi bir duyunun uyarımı otomatik olarak başka bir duyu algısını tetikliyor. sinestezi sahibi insanlar, kasıtsız ve sürekli olarak oluşan benzetmelerden bahsediyorlar. misal sen, hanımının ses tonunu telefonda duyduğun an zihininde onun facebook profil fotosu yerine, odun kesen motorlu testerenin etrafa yaydığı kokuyu duyumsuyorsan, muhtemelen sinestezik bir insansın yada aşırı cazgır bi karıya düşmüşsün, geçmiş olsun.

    şimdi ben bunu biraz inceledim bende sinestezi yok, bende daha ziyade kelimenin yunanca aynı kökten geldiği anestezi* var. misal: kendime zar zor ölmüş babaannemi hatırlatıyorum, zihnimde beliren tek çağrışım, etli kuru bamya çorbasının kokusu. diğer bir misale bakacak olursak, birisi yanımda kahve içecek olsa benim algıladığım kahvenin kokusu yada rengi yerine fiyatı oluyor. o pahalı kahve dükkanında evvelce ödediğim bir hesap aklıma geliyor ki, o vakit kıçımda bir yerlerde derince bir sızı hissediyorum. bende durum böyle yani.

    yazar, aşırı köklü, kültürlü, zengin bir aileden geliyor. çocukluğunda malikanelerde, şatolarda ayrıca sayısını kendisinin dahi bilmediği dadılar, mürebbiyeler, özel öğretmenler arasında büyümüş. zaten sn petersburg’un yarısı bunlarınmış. beni teyzem büyüttü; çatısı akan, iki göz odalı, sobalı bir gecekonduda. dolayısıyla yazar gibi sinestezik bir insan olsam bile çocukluğuma dair bahsetmeye değer doğru düzgün bir anım yok. illaki bahset allasen derseniz: pazar günleri teneke bir leğende yıkanır, sıçmak için de bahçe duvarının köşesine çömerdik. bu yani.

    yazar kelebekçi bir insan. kelebek seviyor. bu öyle uzaktan bir sevmek de değil. bildiğin kepçesiyle filan kelebeklerin peşinde koşuyor. onları yakalayıp, inceliyor, türlerini sınıflandırıyor, koleksiyon ediyor. kelebeğe aşırı düşkün yani. zaten kitaplarının çoğunun kapağında kelebek resmi var. bu yönüyle yazara biraz benzeştiğim söylenebilir. zira ben küçükken kelebek diyemezmişim de kebelek dermişim, ki o dönem bu söylemim insanlara sevimli gelirmiş. valla benim çocukluk dönemimin yetişkinleri bile kabızmış, sevimli buldukları şeye bak hele!

    ha bir de benim de bir dönem arılara düşkün olduğum bilinir. çocukluğumda, çatıya petek yapmış eşek arılarını uzunca bir sopayla dürttüğüm, hortumla ıslattığım ve sonuçta üç-beş yerimden sokulduğum bu sebeple babamdan seçkince bir dayak yediğim hatıralarım arasında geçer.

    demem o ki nabokov'un bu eseri beni fevkalade etkiledi, günün birinde bende de böyle edebi ve sanatsal bir dille otobiyografimi yazma arzusu uyandırdı lakin yukarıda bahsettiğim geçmişime dair asil, estetik, naif ve narin anı eksikliği nedeniyle bundan süratle vazgeçtim. neyse kitaptan sevdiğim cümleleri yazıp; biraz ergenliğimi anımsamaya gayret edeyim; burnuma ılık tutkal kokusu doluyor...:)

    -ne zaman romanlarımdaki karakterlere geçmişimin kıymetli nesnelerinden birini bağışlasam, yarattığım dünyaya öylece yerleştiriverdiğim nesnenin, orada eriyip kaybolduğunu fark ettim.

    -sanatta aradığım gayri-faydacı hazları doğada keşfettim ben. sanat ve doğa, büyünün biçimleriydi; her ikisi de karmaşık efsunlanma ve kandırmaca oyunlarıydı.

    -yıllar geçmekte canım ve artık, seninle benim bildiklerimizi hiç kimse bilmeyecek.

    -beşik bir uçurumun üzerinde sallanır ve sağduyumuz bize, varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka bir şey olmadığını söyler. bu iki karanlık birbirinin tıpatıp aynısı olsa da, insan kural olarak, doğum öncesindeki uçuruma, (saatte dört bin beş yüz kalp atışı hızıyla) yetişmeye çalıştığı diğer uçuruma nazaran, daha serinkanlı şekilde bakar.

    dipnot: valla sizin de kayda değer bir çocukluğunuz filan olduğunu hiç sanmıyorum, olan boktan anılarınızı da zaten buradan okuyoruz. dolasıyla boş yere, geçmişinizi anımsamak adına, kendi kendinize "konuş hafıza, gonuşsana mınakoduğum!" filan diye eziyet etmeyin. nietzsche üstadın dediği gibi: yeniden başlamak, yeniden canlanmak ve varoluşun mutlu bilinci için unutmak zorunludur. geçmişinizi skerler efendim, saygılarımla.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap