5403 entry daha
  • bende bir kedi var, ayıptır söylemesi van'lı. muhtemelen de köyünden. artık örf ve adetlerimizden mi, memleketinin karakterinden mi bilemiyorum bir "atara atar, gidere gider" yapısı var. ortamda herhangi bir şekilde kedi konusu açıldığı zaman, kendisiyle tanışma ayrıcalığını yaşamış tüm bakışların bende buluşmasını sağlayan cinsten bir kedi (bkz: #22586608). arada oynarken şöyle bir ensesinden kesme aldığımda, kendimi odaya kilitleyene kadar kovalayacak, elektrik süpürgesini gördüğünde ise balkon demirine çıkıp "yaklaşma atlarım" diyecek kadar özgüven sahibi.

    milletin iran kedisi filan var görüyorum arada. git diyince gidiyor, gel diyince geliyor. kapı pencere açık dışarda gezip geri geliyor falan. bir de bizimkine bakıyorum her türlü şerefsizlik var. kapıyı bir parmak açık görsün hemen kaçmaya çalışmalar, patates kızartmasından arta kalan yağı içip surat ekşitmeler, köşeye saklanıp üstüme atlamalar, elimdeki tabağı devirmeler, ne ararsan bizimkinde. mesela kulaklıkla son ses korku filmi izlediğim gecelerde aniden üstüme atlayıp bana defalarca don değiştirtmişliği de vardır. kendisiyle ilgili favori anım ise ciğer yiyip kusmasıydı.

    neyse bir gün bizimkilerden bir teklif geldi. üniversite zamanları hiçbir yaz okulunu sektirmediğimden, bizimkiler de tüm yaz yazlıkta olduğundan kedinin günlerce evde tek başına kaldığı oluyordu. yazlığa götürelim gezsin tozsun diğer kedilerle takılsın dediler. başta bu fikirden kıllansam da mecburen tamam dedim. akıl danışmak için veterinere gittim. bu arada veteriner de bizim kediyi hiç sevmez. normalde mama almaya gittiğim zaman "oo naber, nasılsın" diyen adam, kediyle gittiğimde "hıı, tamam" diye konuşmaya başlar. bizimkisiyle pek hoş deneyimleri yoktur. kedisi olanlar bilirler, bazıları aşı sırasında gıkını çıkarmazken, bazılarına aşı yapabilmek için tel bir kafese kapatmak gerekir. işte bir gün taşıma çantasından tel kafese koymaya çalışırken kaçtı bizimkisi ve odanın içinde dört dönmeye başladı. hatta tezgahın üstündeki, içinde 50-60 liralık bir sürü aşının olduğu metal kabı devirip yarısını kırınca, veteriner "sorun değil, benim hatam" derken gözünden bir damla yaş süzüldüydü. bir seferinde de, asistanı kediyi tele sıkıştırırken veteriner aşı yapmaya çalışıyordu. bizim kedi nasıl olduysa öne bir hamle yapınca, adam, garibim parmağına sapladıydı iğneyi.

    işte gittim adama anlattım durumu. dedim böyle böyle yazlığa götürcez ama kaçar diye korkuyoruz ne yapmamız lazım. bir iki gün eve alışsın, çıkmasın dışarı, sonra bir iki gün bahçede gezdirin sonra gönül rahatlığıyla sokağa bırakabilirsiniz diyip, kaşla göz arasında bahçede gezdirebilmemiz için, bu, vücuda geçirilen tasmalardan sattı.

    birkaç hafta sonra anca gidebildim yazlığa. kedi tabiki evde yoktu. öğrendim, alışmış eve. sürekli dışarda geziyormuş, sadece acıktığında veya hacetini gidereceği zaman gelip tekrar çıkıyormuş dışarı. hatta bazı geceler çok geç geliyormuş, bizimkiler de kapıyı kilitlemeden yatamadıklarından uykusuz kalıyorlarmış. kedinin bir de belalısı varmış. sürekli uzaktan bakışıp, bazen de birbirlerini kovalıyorlarmış. anamın dediğine göre bir iki kez dayak yemiş bizim kedi. evde kendi imkanlarımla oluşturduğum pentatlonu başarıyla bitirebildiği için bu son cümleye inanmadım tabiki.

    ertesi gün bahçede öğle yemeği yerken "bak bak işte bu kedi!" dediler. baktım. koyu gri, çizgili, çelimsiz bir kedi. döndüm bir de bizimkine baktım. hani nasıl desem, bildiğin maşallahı var! bu ikisi bahçe kapısının hemen önünde bakışmaya başladılar. bir yandan da götüm götüm birbirlerine yaklaşıyorlar. işte o anda ne olduysa oldu. hani bu çizgi filmlerde kediler birbirine girer etrafı toz bulutu kaplar ya, hah aynen öyle oldu. ying yang gibi bir yuvarlak oluşturup başladılar dönmeye. masadan bir hışımla kalktım ve bunlara koştum. ilk olarak öteki kediyi tutmak için hamle yaptım ama parmaklarım tüylerini sıyırınca, o öteki tarafa kaçtı, bizimki de evin içine girdi. az önce sofrada muhabbet edip gülen, kedinin çiçek böcekle uğraşmasını izleyip şen kahkahalar atan ben, bir anda kendimi sinirden zangır zangır titrerken buldum. bir yandan çatalla tabağımdaki yemekleri dürtmeye bir yandan da anlamsız bir şekilde kendimi ve hayatı sorgulamaya başladım.

    neden ilk olarak diğer kediye hamle yaptım? içgüdüsel olarak bana ait olanı, kendi kedimi, korumam gerekmiyor muydu? içimdeki öfke, şefkate, sevgiye nasıl baskın gelmişti? bir zarar gelir diye korkup diğerine zarar vermeye çalışmak ne kadar doğruydu? ya diğer kediyi tutabilseydim ne olacaktı? yandaki evin duvarına mı fırlatacaktım? ölürdü o zaman. ölseydi vicdan azabı çekmez miydim? küçücük çocukların kavgasını görüp diğer çocuğu dövmeye gelen baba gibi mi olurdum? insanlarda olduğu kadar hayvanlarda da olan üstünlük mücadelesine, dengeleri bir tarafın lehine bozacak şekilde dahil olmam doğru bir hareket miydi? eğer başka bir zamanda müdahale olmadan karşı karşıya gelselerdi ve kaşında gözünde yaralarla dönseydi ben onu daha mı az severdim?

    ben bunları düşünüyordum ama olayı yaşayan oydu. yarıda kalmış bir kavgadan çıkmıştı. o ne düşünüyordu? intikam duygusu var mıydı? bana kızgın mıydı? yaşananları mı analiz ediyordu? sinirli miydi? ağlıyor muydu? bu olayın onun hayatındaki yeri neydi?

    yaklaşık 2 dakika sonra sorularıma cevap bulmak için içeri girdiğimde şu vaziyetteydi!
6818 entry daha
hesabın var mı? giriş yap