3 entry daha
  • bu konuda, anadolu ve rumeli ağızları uzmanı prof zeynep korkmaz'ın görüşleri önemlidir...

    "standart türkçe belli bir ağza dayalıdır. bizim türkiye türkçe'si daha çok istanbul ağzına dayanır. ama eski istanbul ağzına, şimdikine değil. şimdiki istanbul ağzıyla yazı dilinin hiçbir ilgisi yok. belli esaslar tespit edilmiş o yazıya geçmiştir.

    ama telâffuzda dil her zaman değişebilir.

    bizim yazı dilimizin bir osmanlı türkçe’si vardır. osmanlı türkçe’sinde türklerin anadolu’ya gelip anadolu’yu türkleştirdikten sonra yazı dili kurmalarıyla başlayan dönem, bu kendi içinde alt bölümlere ayrılıyor, 13. yy.’dan 19. yy.’a kadar devam ediyor. eski anadolu türkçesi birinci aşaması, osmanlı türkçe’si ikinci aşaması, tanzimat’tan sonraki osmanlıca’ya da yeni osmanlıca demişlerdir bazı araştırmacılar veya yazarlar. osmanlı türkçe’si türkçe’yi çok ihmal ettiği için, üçüncü, dördüncü planda bıraktığı, kurallarıyla birlikte arapça ve farsça hâkim olduğu için tanzimat devri’nde de batıyla temastan sonra dilde sadeleşme başlamıştı. bu sadeleşme yeterli görülmedi, cumhuriyet devri’nde dil devrimi, yenileşme hareketi yapıldı. dili tazelemek, türkçeleştirmek gerekiyordu. bunun için anadolu’dan istifade edildi, ses değişmeleri açısından değil, ama kelimeler açısından. ama yazı dili bir kere tespit edildikten sonra, standart bir şekil aldıktan sonra ikide bir değiştirilmez. onun imlâ kuralları tespit edilir, yazılı olarak artık o sabittir. ama konuşmada değişebilir. mesela, bugün ‘geleceğim’ yerine ‘gelicem’ ya da ‘gelicim’ diyenler var

    madem ki bir standart dil vardır. tüm dillerde böyledir. ingilizce oxford lehçesitemelinde, almanca berlin lehçesi temelinde gelişmiştir. mutlak dayandığı bir ağız vardır. o ağız temelinde şeklini, kıvamını bulmuştur ve bu kıvamda yazıya geçirilmiştir. o yazıda esastır, konuşmada az çok değişiklik olabilir. ama doğrudan doğruya ağız özelliklerini veren söyleyişler dili standart özelliklerinden kopartmak tehlikesi doğurur. onun için doğru değildir. belki eğitim yetersizliğinden kaynaklanan bir sonuç olarak görüyoruz. bir gün radyodan bir üniversite öğrencisinin, “ben hukuk fakültesi’ne gidiyom, hukuk okuyom,” dediğini duydum. şimdi standart türkçe’deki ‘gidiyorum’ şeklindeki bir telâffuzu bir üniversite öğrencimiz böyle söylerse bu hoş karşılanmaz. standart türkçe’yi, yazı dilinin oturmuşluğunu zedeleyen bir hâle götürür. ondan sonra da yazı dilini ağızlara dönüştürür.

    ağız özelliklerinin kaybedilmesi bence kötü. çünkü nasıl olsa bizim bir yazı dilimiz, standart türkçe’miz var. eğitim yoluyla bunu çok rahat kurabiliyoruz. ağızlar bizim en zengin kültür hazinelerimizdir. yeni teknik gelişmelerle bunun kaybedilmeden derlenmesi lâzım. neden önemli olduğuna gelince, bir arkadaş sordu, ”bakıyorsunuz bir adanalı ile bir taşkentli anlaşabiliyor. bunun temelinde ne var?” diye. bunun temelinde ağızların çok eski devirlerden gelen şekilleri devam ettirmeleri var: bunlar yazı diline bağlı olmadıkları için, serbest kaldıkları için türkçe’nin en eski şekli zaman içindeki gelişmelerle, birtakım ses değişmeleriyle devam edip geliyor. onun için, biz köktürkçedeki bazı şekilleri bu gün anadolu ağızlarında bulabiliyoruz. malatya’nın bir yerinde ‘evde ayrıldım’ deniyor. bulunma hâlinin eki ayrılma hâli eki yerine kullanılıyor. köktürkçenin bir özelliğidir bu. eski türkçe’deki ünlü uzunluklarına aslî uzunluklar diyoruz. bu var mı yok mu? bu başka bir mesele. bizim bilemediğimiz devirlerde bir ses değişmesiyle mi uzadı? onu bilemiyoruz. ama bu türlü söyleyişler anadolu ağızlarında var. balıkesir’in bir ilçesinde ‘üç’ derken ‘ü’ sesi iyice uzatılır. bu gün türkmen lehçelerinde de bu karakteristiği görüyoruz.
    eski devirlere ait özellikleri aynen devam ettiriyor ağızlar.
    standart dil gelişmeye bağlı ama bir ağzı esas alıyor. diyelim ki, azerbaycantürkçe’si baku ağzını esas alıyor.

    türkiye türkçe’si istanbul ağzını esas alıyor. bu ağız çerçevesindeki gelişmeyi takip ederek bunu donduruyor ve devam ettiriyor. daha küçük yerleşim bölgelerindeki konuşmalar serbesttir, yazı dilinden uzaktır. hele bizim türkiye’nin şartlarında diğer türk lehçeleri için de öyle. modern teknik imkânlar bulunmadığı için bunlar çok daha saf olarak devam ettirilmiştir. türkülerinden, manilerinden destanlarına varıncaya kadar çok çeşitli kültür değerleri var. fakat, biz konuya dil bakımından baktığımızda da aynı şeyi görüyoruz. biz ‘deniz’ derken geniz sesi kaybolmuştur. ama anadolu’nun pek çok yerinde ‘deniz’ derken geniz sesi verilir. bu, eski 8. yy. metinlerinde varolan özellikler bu güne kadar devam edegelmiş. mesela, biz ‘yiğit’ diyoruz /y/’siz şekli var, ‘yürek’ yerine ‘ürek’ şekli var. bunlar bilimsel ölçülerle tahlil gerektiren bir takım unsurlardır. ama, sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, anadolu ağızları çok zengin kültür hazinesine sahiptir. bunlar askerlik, ticaret yoluyla değişebiliyor, diğer ağızlarla karışınca, eğitim yoluyla değişebiliyor. bunların kaybolmadan önce derlenip toparlanması lâzım.
    isterseniz çalışmalardan kısaca bahsedeyim.

    bizde türkiye türkçe’siyle ilgili ağız çalışmaları çok eski sayılmaz. türklük bilimi araştırmalarına paralel bir seyir izlemiştir. 1860’ların ortalarında başlamıştır. o zaman ruslardan maksimov, hüdavendigâr ağızları ile ilgili bir eser yazmıştır. ondan sonra başkaları gelmiştir. túry’nin, i. kúnos’un, m. hartmann’ın, karl foy’un, necip hasan balhasanoğlu’nun, f. giese’in, f. kowalski’nin, jean dény’nin, martti räsänen’in çalışmaları vardır. 1860’la 1940 arasına giren çalışmalardır bunlar. fakat, bunlar içerisinde kowalski ve räsänen’i istisna edersek, diğerleri çok küçük çaplı araştırmalardır. doğu bilimciler çerçevesinde yapılan ilk çalışmalardır. ben 1945’te başladığım zaman karl foy’un aydın ağzıyla ilgili bir çalışmasını aldım. hiç tatmin olmadım. bunların tarihî değeri var. ama bu gün artık bunlardan istifade edilemez. bu çalışmalar önümüzü açmışlardır, bize öncülük etmişlerdir. türkiye‘deki ağız araştırmalarında birinci devre 1860-1940 arasındaki devredir. martti räsänen değerli bir araştırmacıdır. orta anadolu’nun birçok yerinde konya, yozgat, sivas ve afyon’a ait metinler toplamıştır. trabzon’daki manileri, bilmeceleri toplamıştır. çok ayrıntılı bir transkripsiyon sistemi kullanmıştır. bu bir geçiş devresini temsil ediyor. sonra kowalski de o zamana kadar yapılan derlemelere dayanarak anadolu ağızlarını “islâm ansiklopedisi”’nin dördüncü cildinde yazmıştır. osmanlı türkçe’si diyalektleri diye. 1940-42 arasında dördüncü cilt ingilizce, fransa ve almanca olarak yayınlanmıştır. daha verimli dönem 1940’tan sonra başlar. räsänen’le geçiş devresi ve yerli araştırıcılar dönemidir. caferoğlu’yla başlar. caferoğlu’nun elimizde on ciltlik bir külliyatı vardır. türk dil kurumu bunu yeniden basmıştır. tarihî değeri çok büyüktür. bir kısmında ağız özellikleri bakımından fazla ayrıntıya inmemiştir. çünkü çok az transkripsiyon işareti kullanmıştır. ama bununla beraber birbirleriyle kıyaslanırsa, içlerinde çok değerli olanları vardır. ondan sonra benimle başlayan bir devir geliyor. benimki transkripsiyon işaretleri verilmiş ve titizlikle üzerinde durulmuş bir metin derlemesidir ve buna dayanarak da grameri işlenmiştir o bölgenin. daha sonra yeni çalışmalar gelmiştir. yalnız burada bir şeyi belirtmek istiyorum. tabi ağız araştırmaları derken, bunların yalnız metin derlemesi değil bir de sözlükleri var. dil inkılâbından sonra ağızlardan yazı diline kelime aktarabilmek için “derleme dergisi” çıkarıldı. bu da sonra geliştirildi, derleme sözlüğüne çevrildi. “derleme dergisi” yetersizdi. fakat tdk büyük bir emek sarf ederek doğrudan doğruya gönüllülerin yaptığı derlemelerin yer aldığı iki ciltlik kitap bastı. fakat, bu “derleme sözlüğü”ne çevrildiği zaman yeni yeni metinler geldi ve on iki ciltlik bir eser meydana geldi. tdk bunu “derleme sözlüğü” adıyla basmıştır. "
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap