• bir edip cansever şaheseri.

    "uyandım. demin. beyaz ve
    gün saçaklı perdelerimi açtım. günaydın
    merdivenleri indim
    ağır ağır indim, düşümdeki kendimi
    geride bırakarak
    dünyada herkes uyuyor gibi bir şey oldum
    sanki bir yaz dinlencesinde sıcak bir öğle vakti
    gibi bir şey oldum
    salona girdim kimseler yoktu
    iki boy aynası arasında bir süre durdum
    önüme arkama baktım -bakmamın gölgesiyim ben-
    kapıyı
    iterek açtım. günaydın
    bir kiraz ağacında iki tek kiraz
    dua sözleri söyler gibi bir ağzın ucunda kımıldadılar
    bahçe kapısından çıktım

    (nasıl kabuk bağladı, nasıl geçti
    anımsıyorum da
    o yolculukta konuştuklarımızı
    kapı çalınıyor, dur
    daha güzel bir rastlantı olamazdı
    konuklar, sevgilim, konuklar.)

    iyi ki çıktım. sen her şeyden habersizsin dünya
    sana kendimi kattım. uyumun benimle başlasın, dedim
    hiç kimseyi tedirgin etmemişimdir ben, biliyor musun
    içimdeki geceyi bile
    sana sevgiyle dokundum
    yokuş aşağı yürüdüm yürüdüm
    yan yana dizilmiş çelenkler gibi
    dizilmişti doğanın gözleri
    bir açılıp bir kapandılar yol boyunca
    beni görüyor musunuz
    beni tanıyor musunuz, dedim onlara

    - sizi görüyoruz bayan sara.
    - sizi tanıyoruz bayan sara.

    iyi
    o küçük meyhaneye girdim -yokuşun sonundaki
    eteğimi düzelttim, oturdum
    saçlarımı arkaya ittim
    bluzumun bir düğmesini açtım -öyle-
    tezgahtaki ufacık bir lekeyi sildim
    -aramızdaki aşk
    yaşıyor kendi kendine
    diye düşündüm boş masalara bakarak-
    bir bardak bira istedim

    - iyi günler, bayan sara
    biranız, şimdi, hemen, bayan sara

    dayadım dirseklerimi çinko tezgaha
    şimdi ne yapacaksın bakalım
    yani ne yapalım bayan sara
    önce bir yudum alalım biramızdan. böyle bir günü
    özenle kutlayalım en iyisi

    - biraz peynir.. ya da daha başka
    bir şeyler ister miydiniz?

    kutlayalım en iyisi
    yeni sözler arıyor gibi
    çok eski bir şarkıya

    (ne kadar yanıltıcı, ne kadar tuhaf
    unutulmuş her şey
    bir bir anımsanıyor zamanla)

    merdivenlere oturmuştum -o yaz-
    kentteki bir alanın
    uzun mu uzun merdivenlerinden birine
    günbatımı uğultularla sarmaş dolaştı

    ve öyle uçsuz bucaksız bir akşamüstüydü ki
    iki at bir arabayı
    iki at koskoca alanı çekip götürüyordu sanki
    hiçbir şey güven verici olmasa da
    kendimi
    ağırlıksız bir örtü gibi sarıp sarmalıyordum.)

    - bana bir bira daha, lütfen.

    (positano'da, o şirin kasabada
    o yaz, o yaz -her şeyi bir bir anımsıyorum-
    giysiler, şapkalar, eldivenler
    mayoyla, deniz topları satılan bir dükkanda
    o kız, o kız -esmer, kısa saçlı-
    camgöbeği bir bluzu giymek için
    soyunduğum zaman -ben, ben-
    nasıl üstüme saldırmıştı, bir yandan da bağırarak
    dişi isa! dişi isa!
    sonra? hiç. kim bilir kaç yaz geçti.)

    - tabii, hemen, şimdi, bayan sara.

    sabah. yüzümü pudraladım -biraz-
    dudaklarımı belli belirsiz boyadım
    bu dünyada kimseler yokmuş gibi bir şey oldum -kısa bir süre
    merdivenleri
    ağır ağır indim
    iyi günler, dedim kendi kendime
    karşılıklı iki boy aynasının arasından
    süzülüp geçtim
    kapıda bir iki saniye durdum mu -durdum-
    iki tek kiraz arkamda
    bir sevişme sesi gibi kaldılar
    dışarı çıktım

    (bir akşamüstü çıkınıydı tarlalar
    anımsıyorum da o tren yolculuğunu
    ah, nasıl anımsamam
    kapı çalınıyor, dur
    ne güzel bir rastlantı, mektubun
    mektubun, sevgilim, ama acılarla dolu.)

    bir kadeh cin istiyorum, bir kadehcik cin
    ah, evet, acıyı çeken benim üstelik
    götürdü kuş kafesimi o bronz kedi
    dün gece
    oda bakıcısı -o kadın-
    herkes alıp götürüyor -ne kaldı-

    geri getiriyorlar sonra -ne kaldı-
    çok acı, çok acı
    ilk kez böyle olmuyor
    son kez de böyle olmuyor
    hemen hemen hep böyle
    geri verilenler
    alıp götürdüklerine
    hiç mi hiç benzemiyor

    - bir cin daha ister misiniz, bayan sara?
    - evet evet, bir cin daha.

    (çok uzun bir cin, tekdüze bir cin
    bolerolu bir cin -ravel'in bolerosu-
    eski sözler, yeni sözler boleroya
    böylesi ne iyi -iyi misiniz-
    yaşam ne iyi, ha ha ha.

    ya sonra bayan sara, ya sonra
    bilmem ki.. erguvanların altında
    o beton pistin üstünde
    fırfırlı giysiler, tafta giysiler
    organze tuvaletler
    tüylü şapkalar, tüllü şapkalar
    - renoir!
    - aaa!
    - renoir ha?
    - evet.
    - jeune fille avec chapeau et voilette.
    - demek siz..
    - tabii, ben, paris'te turnedeyken..)

    ah bu sis düdükleri -hiçbir şey unutulmuyor-
    sürekli kafamın içinde
    deminden beri -oynuyor oynuyor-
    acıyı çeken benim üstelik
    acısızlığı da çeken benim
    öyle değil mi bayım, siz ne dersiniz
    acıyı çeken kim
    size dönüyorum işte karşılıklı olalım diye
    sizinle ben karşılıklı
    iki kişi, üstelik karşılıklı
    bakıyorum da herkes bizim gibi karşılıklı
    kim karşılıklı değil ki
    ne fena, ne fena
    ne iyi, ne iyi.

    (karşılıklı oturmuştuk sevgilim
    çizgili bir elbise giymiştin sen
    çizgili bir elbise.. ancak
    kapı vuruluyor, dur
    elinde kuş kafesiyle o kadınmış gelen.)

    sabah. yatağımı düzelttim.
    yalnızım, dedim. kendi kokumu
    bir başkasında duymuş gibi oldum
    mor çizgili eteğimi
    saman sarısı bluzumu giydim
    kırmızı düz pabuçlarımı ayaklarıma geçirdim
    merdivenleri indim
    bir çift kiraz bir iki saniye konuştu, sustu
    dışarı çıktım.

    (bunca yıl geçti, ne tuhaf
    önce yüzünü unuttum
    nedense önce yüzünü
    kapı vuruluyor, dur
    ne güzel şey, sevgilim, ne güzel
    bir noel kartı positano'dan.)

    bir kadeh cin daha söyledim
    ama içmedim
    duvardaki bir haritaya uzun uzun baktım
    saate baktım, paslı bir su matarasına
    tahta, bakır kakmalı bir yolcu gemisine baktım
    zamanlara baktım, zamanların rengine
    ve şekillerine -neler yoktu ki-
    pembe uzun bir yolculuğa örneğin
    baktım baktım baktım
    oyıl ben new orleans'ta..

    (kimsenin kimseyi tanımadığı
    ne güzel bir yazdı
    cin içiyordum gene
    mevsimlerden yaz olsa bile
    ben cin içerken kar yağardı.)

    öğle sonuydu. caddeye bakıyordum. kente bir durgunluk çökmüştü.
    durgunluk da değildi bu, elle tutulur bir kımıltısızlıktı. öylesine
    kopmuştum ki her şeyden, tam o gün doğmuştum sanki. böyle
    diyordum ya kendi kendime, gene de pek inanamıyordum. çünkü
    yaşanmış olanları bütün bütün unutmuşa benzemiyordum. ama
    onca yaşanmışlıkla da ilgim var denemezdi. olabilir ya bir
    düş görüyorduysam, o düş de beni izliyordu adım adım. bakışımlı
    bir yüceltiyi yaşıyorduk ikimiz. gene de kıpırtısız, düz anlar
    yakalıyordum ara sıra. örneğin yaşlı bir palyaçonun bir yas törenindeki
    devinimlerini hesaplayarak ya da dengeleyerek. görmeden
    görmenin yağmuru gibi. eteğime dokunuyordum, kolyemle
    oynuyordum, elimdeki anahtarlığı kadehime daldırıyordum. küçük
    küçük devinimleri bitiştirerek bir bütünlük elde etmek için.
    ama olmuyordu işte. üstelik neden olsundu ki. her şey ayrı ayrı
    yaşıyordu bende. karşımdaki caddeye bakmamla -kol saatimdeki
    bir papağan resmini büyüterek sunmak istiyordum ona- çok
    eskiden gördüğüm bir ölüyü anımsamam arasındaki uyuşmazlık
    gibi. tabii çoğaltabilirdim bu örneği, sonsuz çoğaltabilirdim.

    ne yapsam bütünleşemiyordu olup bitenler bende. oluşuna
    şaşırmış bir çakıl gibiydi yüzüm. dümdüz, çizgi tutmayan
    bir çakıl gibi. tek bir anlam çizgisi yer etmemişti yüzümde
    ya da bana öyle geliyordu. dışımdaki varoluş biçimleri,
    dışımdaki devinimler de durumumun yansımasıydı bir
    bakıma. tanrı adı gibiydi bütün adlar, tanrı yüzü gibiydi
    bütün yüzler. dünyaya sığınmış bir dünyaydı karşımdaki.

    arkama döndüm. bir kadeh cin daha istedim. kar yağışlarının
    bu yoğun kırmızılıkta işi neydi acaba. az sonra cin
    kadehinin sarmallaştığını gördüm ve nedense saatime baktım.
    çağrışımların iç içeliği, dış dışalığı iyice şaşırttı beni. kadehi
    dudaklarıma götürdüm. ama içmedim. bir şey olacaksa, o
    bir şey olacak an bazen daha önce gelir. köşede şarkı söyleyen
    zenci sesini kesti birden. sessizlik düştü, yuvarlanarak yitti
    gözden. ve zenci gözlerini açtı açtı, bütün bakışlarını caddeye
    yığdı. sezginin elle tutulur bir biçimde taşmasıydı bu. evet öyleydi, çünkü..

    ansızın bir cenaze arabası belirdi kapının önünde.
    çiçeklerle gökyüzünün arasında sıkışıp kalmıştı sanki.

    dedim ki, kurtuluyorum işte. düş bir bataklıktır gerçeklik de.

    çelenkler çelenkler çelenkler. kalabalık kalabalık kalabalık.
    dışbükey bir bütünleşme. her şey mozaik bir yapının parçaları
    gibi. ve cenaze arabasının üstünde melekler, azizler ordan
    oraya uçuşmakta. ve arkada havariler safir, akik, yakut,
    zümrüt, zebercet, ametist, yemen taşı, beril renklerine
    bürünmüş ağır ağır ilerlemekte -ve kırmızı bir çarpı işareti
    yahuda'nın yüzünde- ve daha arkada cazcılar:

    louis armstrong: ben trompetim
    charlie parker: ben de saksafon
    ella fitzgerald: sesim ben
    sonra bir panonun üstünde benim resmim ve beyaz ve
    mor ve tirşe güvercinler. ve bütün hollywood peşi sıra
    -marilyn monroe ile maria magdalena kol kola-

    daha arkada, daha arkada
    ave maria'yı söyleyerekten isa
    isa'nın arkasında
    uzatmış gökyüzüne kollarını
    tanrı
    ve bütün çanlarını çalmakta
    saint louis katedrali karşılarında

    ne tuhaf bir yazdı.)

    - lütfen bana bir konyak

    - cin değil de konyak
    neden değiştiriyorsunuz içkinizi, bayan sara?

    değişen ne anlamıyorum ki
    böyle, sürekli
    değişen ne, değişmeyen ne
    bir çalgı başında nota yapraklarını
    çeviren biri gibi
    içiyorum sadece.

    - öyleyse bir kadeh cin, bir kadehcik cin
    limonlu cin, portakallı cin
    adamakıllı bir cin, dopdolu bir cin
    nasıl olursa olsun bir cin
    sıradan bir cin, yapayalnız bir cin
    benim gibi bir cin, onun gibi bir cin
    hepimiz gibi bir cin
    evet
    lütfen.

    (nasıl da geçti yıllar
    anımsıyorum da bir bir
    neler konuşmamıştık son buluşmamızda
    kapı vuruluyor, dur
    yok kimseler, sevgilim, kimseler yok dışarda.)

    eh, öğlen olmalı, otele dönmeliyim
    öğlen mi, öğlensi mi, öğlentırak mı
    cin mi, cenin mi, ecinni mi
    barmen mi, barbanel mi, barbanelle mi
    ne peki
    her şey ne peki

    ah, acıyı çeken benim üstelik
    acısızlığı da
    öyleyse yaşam ne bayan sara
    anılar ne, şimdi ne
    sonra ne bayan sara
    her şey, her şey, her şey
    hiçbir şey, hiçbir şey, hiçbir şey.

    sabah. upuzun bir gün daha geçecek -geçsin-
    merdivenleri indim -iniyorum-
    aynaları geçtim -geçiyorum-
    dışarı çıktım -hayır çıkmadım-
    her şey ikiydi sanki -ben bile-
    duvardaki saatin sarkacı
    bir gidip bir geldikçe iki
    ah ne olurdu, kendi kendime değil de
    birbirimize yeterli.

    - dışarı çıkın bayan sara.
    - otelde kalın bayan sara.

    ikisi de aynı şey
    bir başka yol bulmalı bana kalırsa

    nasıl nasıl nasıl nasıl nasıl nasıl nasıl nasıl
    nasıl acaba."
hesabın var mı? giriş yap