8 entry daha
  • karımdan tiksiniyorum. en ufak bir kadınlık belirtisi yok. adeta bir ayhan, bir ismet, bir rıfat bu yanımda yatan. severek evlenmiştik oysaki. yıllar ne de acımasız davrandı ikimize. şimdi o sol bacağı üşüdüğü için tek ayağına giydiği kahverengi yün çorabıyla yatıyor, ben ise günden güne şişmanlıyorum. evli arkadaş grubumuz mutludur eminim. zaten hiçbiri ile artık görüşmüyorum. iki üç ev ziyareti ve yazlık balkonunda tavla atmak için miydi bu "evlenin artık" ısrarları. "şimdiki aklım olsa bir an bile durmadan ayrılırdım" demeyeceğim, çünkü bunun böyle olacağını biliyordum. sadece üşengeçlikten evlenmiştim onunla. şimdi kalk, saçına su vur, biriyle tanış, ona kendini bambaşka biri olarak tanıt, sonra yavaş yavaş öz benliğin ortaya çıksın, onun kabullenmesini bekle. çok yorucu geldi bütün bunları tekrar yapmak ve ben de evlendim, ne yapayım. zaten sürekli ağlıyordu "ne zaman evleneceğiz" diye. haa bunu açıktan açığa yapmıyordu. "sen beni evlenme meraklısı mı sandın" diye azarlıyordu beni azıcık ima etmemle. bunun için miydi, şu çorabı sol ayağa giymek için miydi bütün bu gözyaşları?

    "gençler kendi aralarında eğlenecekmiş". kurtarma yazılısı gibiydi, "aslında evlilik hiç bize göre değil, bakmayın aslında aileler istiyor diye evlendik" der gibiydi düğünden sonra o iğrenç türkçe pop çalan bara gitmek. en yakın arkadaşım ercan da yalanmış. önceden öpülmüş akrabadan kalma, yanağımdaki sim tanesinin parıldamasını gördüğü anda neden bir yumrukla bayıltıp beni, sırtlayıp çok uzaklara götürmek yerine dans etti, kıvır kıvır oldu pezevenk karşımda. şimdi deri terliğimle baş başa kalmazdım öyle yapsaydı eğer. her gün paket paket sigara içip bileğimle dairesel hareketler yaparak bu terliği izliyorum.

    çocuk da yaptık. bir kızım var. nevzat dayısına benziyor. misafir geldiğinde salonda el çırparak dans ettiriyoruz. plastik fosforlu yeşil tarağını, kenarı kırık plastik kaplı kirli aynasını annesinin çantasına koyup boynuna asarak geziniyor evin içinde, ayağının ucundan uzamış külotlu çorabıyla üzerime geliyor saçlarını iki bukle yapmış nevzat. bana da pek düşkün.

    "bana tapan bir karım ve dünya tatlısı iki kızım var. daha ne isterim ki" dedi. "doğru" dedim. arka koltuktan. "insanın ailesi gibisi yok. biz burada inelim, girme şimdi ara sokaklara" diye de ekledim. " aa olur mu canım. bırakalım sizi evinize. gir canım sen" diye itiraz etti. "inseydik" diye mırıldandım. gençken tanışsaydık, "evlenin artık" diye ısrar edenler kervanına katılması kesin olan bu çift, kahvelerini içene kadar "neden bir araba almıyorsunuz, bu zamanda şart" diye ısrar ettiler. "haklısınız düşünüyorum" dedim geçiştirmek için. biz erkekler kahvelerimizi alıp balkona çıktık sigaralarımızı yakıp onun almak istediği yeni araba üzerine konuşurken, ona tapan karısı "aman bu erkeklerin araba, maç, askerlik sohbeti başladı mı bitmek bilmez" diye tek çoraplı eşimi mutfağa dedikodu için götürdü. kadınlar gidince durup dururken "aslında bir ara rus yapmak lazım, şöyle hep beraber" dedi. "seks olarak mı" dedim. göz kırptı, dirseğiyle dürttü, bıyığı titredi. beklediği coşkuyu göremeyince "bakma ben de pek sevmem para vererek yapmayı ama bunlar bi başka ya. içkini içiyorsun, meyveni yiyorsun, muhabbetini ediyorsun. sevgili gibiler be" dedi. keyfinden bi sigara daha yaktı. "aslında içmemek lazım" diye konuyu değiştirdim. nihayet gittiler.

    tek çorap yatmaya gitti, ayağımı biraz daha izleyip yanına gittim. uyumamıştı. "ne zaman evleneceğiz" siye sorduğu ses tonuyla, ne zaman o bebeği alıp paralı yolda bir mermi gibi gideceğimizi sordu. sonra kavga etmeye başladı.o arabayı çok istiyordu, toplu taşımdan nefret etiğini söyledi. hakkı vardı yıllardır minibüslerde uyuyan çocuk taşıtmıştım ordan oraya. belli bir zaman sonra uyudu. kalktım sigara içtim, kızıma baktım uyuyordu. kah ayağımı, kah televizyondaki 1952 yapımı sonradan renklendirilmiş müzikali izlerken uyuyakalmışım.

    sabah olta takımını almak için menderes dayımlara uğradım. kapıyı kızı busem açtı. çocukları çok severim, "baban nerede zilli" dedim, koşarak salona girdi. kanepede uyuyan babasına öpücükler kondurdu. o da sarıldı ona. "oo hoş geldin umut" dedi. "dayı şu oltayı verecen mi? çinekop akını başladı diyorlar. atıyorsun gerdanlık gibi alıyorsun diyorlar" dedim. gitti oltayı getirdi. yengem de uyandı. "günaydın" diyerek çayın altını yaktı. "otur bi çay iç" diye ısrar edilince dayanamadım kaldım. haberleri açtık, gündelik siyaset üzerine konuştuk, çayın kaynamasını bekleyen yengemin de bize katılmasıyla bir muhabbet, bir şakalaşma aldı gitti. sonra dayım birden ciddileşip " ee ne zaman senin nikahına geliyoruz umut, ulan var ya sonunda bizim ekrem bey gibi tek başına ölüp gideceksin bu dünyadan. bak bi büyüğün olarak söyliim; evlenmeden para tutamazsın, bak bize birikmişimiz var biraz, yakında araba taksidine giricez. artık maceranın zamanı değil" dedi. bütün neşem kaçmıştı, yine evlenme muhabbeti başlamıştı. susup yere baktım. bir müddet dayımın dairesel hareketlerle dönen deri terliğine ve yengemin tek çorabına bakıp "kısmet..." dedim.

    benim de söyleyeceklerim var! (iki) s. 50 - 52.
    (bkz: umut sarıkaya)

    not: metnin orjinal hali tam olarak şurada: (bkz: asksiz bir erkek hicbir seydir)
29 entry daha
hesabın var mı? giriş yap