1 entry daha
  • bir cahit zarifoğlu şiiri.

    içerik;

    önce kim - "önce sen"

    dirilen bir işci olmalıyım. öyle olmalıyım ta eskiden
    (ağlayarak) anlamlıydım olmalıyım anlıyarak
    işci türemedi hiç bir şey türemedi
    bezirgan ölü tükendi köle ölü bitti
    bir yazı sağdan sola kıvrılarak eğilip
    bükülerek bir şekil almalıydı
    önce kim - "önce o"
    dirilen bir işçi olmalıydı

    işçilik kime kaldı görüyorsunuz
    çocuklarım
    "çocuklarım nerdesiniz" baba sofrayı hoplatarak
    baba tanrıya yalvar
    malar

    "işçi miyim değil miyim"
    durmadan kendini yorarak kurcalayarak
    soruyor (bu kim bizden değil)
    kendini darağacına atsa
    ağırlığı az gelir boğulmaya - ve atmadı

    beni mi adasalar iyi olan beni
    diledikleri yerine gelsin diye kurban
    çünkü hep budanmışım gibi
    koyun bazen horoz gibi algılıyorum bazen omuz etlerimi
    "intiharla (oysa mı) bir çelişmeydik eskiden
    yasaktık intiharla
    canımızın hakkı üzerine
    varamazdı elimiz

    "intihar bulun intihar kurbanlara"
    onların değişen sesi bu ağabeylerimin
    sofrada apaçık duyuyorum işte
    kendilerinden kaçıp koşuyorlar bu sofra boyunca
    "nasıl olur ama tohumları babamın"
    "nasıl olur ama başka bir ırk"
    "başka bir ırk mı" sürüyor onlardan

    bu ev sofrası kuruldukça
    camlar kaykılıyor ve bahçede ağaç
    tehlike kuşları kaldırıyor
    düşsel bir oyun olan çocuklar
    lar - onlar laronlar
    hala sağdan sola yazılan babam
    bozulmaz akıllar kullanıyor
    yaşlanıyor ama bozulmuyor ve diyor
    "çünkü bozulmazdan yapıldık

    bu ev sofrası kuruldu önce baba
    oraya pencereden ağaca ve kuşlara
    "çünkü ağaç işarettir içimizin sorularına
    kuş işarettir doğup ruhları
    dev gibi sallanan çocuklara"
    bu ev sofrası kuruldukça ana
    oradan pencereden ağaca ve kuşlara
    "çünkü ağaç problemdir çok karışık bundan böyle aklım
    kuşlarsa uçar gider uzaklara"

    o başka yargılar öteki başka bakar
    ellerindeki meşalelerle topraktaki kovuklara
    yaklaşan laronlar lar - onlar çocuklara
    bakıp
    bakıp sofraya. ana
    yemeğe yaklaşıp ekmekle koklaşarak
    / "bereketli küpler
    yağ küpleri ne demek bilmez bunlar
    geberesi dinsizler
    gel ekmek keseyim seni" /

    "koklaşmak mı ekmekle savaşmak"

    anaya onların gönül kıran sesleri ağabeylerimin
    i'yle başlayan ve birbirinin aynı isimleri
    yani i ile i ve i'yle i
    i olur mu i "diyor"
    iki değişik ad olmalı onların ki
    "iki değişik ağbeyim benim
    yok mu ki"
    sofrada önce arkaya sallanarak
    kız ekmekle alışveriş etmeden
    "kız o çünkü oğlan değil"
    küçük oğlan bakarken söylerken bunu anaya
    hepsi nedenli ayrı ekmek başında
    sarmışlar sımsıkı beni gibi
    hep adanmışım gibi
    yerine gelecek ne bana göre
    kurbana göre mi bu adak

    "kardeşim
    ben
    başıboş bir kamaya saplanmışım gibi"
    "peki ama" küçük oğlan
    "ne demek kamaya saplanmak"

    "ağabeyim
    ben
    çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi"
    "peki ama" i ve i
    "kim çizebilir senden başka senin yaşamını"
    "anneciğim ben
    kaskatı bir esirliğe keptirilmişim gibi"
    "peki ama" ana
    "kepmek mi ne kepmeki
    kendine iyi bak önce üşütme ciğerlerini"
    "kardeşim ben
    yüreğimden böğürmek üzereyim gibi"
    "peki ama" kız kardeş
    "yürekle böğürmek mi dedin.öyle bir şey mi dedin"
    "babacığım ben
    ayaklarım baltayla kesilmiş gibi"
    "peki ama" baba
    "ayakların... apaçık uydurma ayaklar senin ki"

    "yepyeni güçlenen ayaklar onun ki" i ve i
    "bak kardeşim kamaya saplanmak
    şu demektir ki...
    ................................." ben
    "o var çünkü tanrı
    o çizer onun yaşamını" baba
    "kaskatı bir esirlik.../çok acı/.. " i ve i
    "kaskatı kaskatı kaska kask kask kask " kız
    "kendine iyi bak..." kız - anne
    bakışarak ciğerim onlar benim
    "ayaklarım baltayla kesilmiş gibi mi" küçük oğlan
    çünkü kardeşim dedem dedemin olmuşu muyum
    ben

    "olmaz dedenin olmuşu - ulmuş deden" i ve i
    "ulmuş mu yani benim babam" baba
    "dedem senin baban mı ki bana" ben
    "ben dedem deyince..." ben
    "hah hah haa-" i ve i
    "hah hah haa-" ben
    "bir kediyim ben" birden
    "bi hayvanı evin" kedi
    sarmışlar sımsıkı beni
    hep adanmışım gibi
    yerine gelecek ne bana göre
    kurbana göre mi bu adak
    başıboş bir kamaya saplanmışım gibi
    çizilmiş bir yaşama atanmışım gibi
    kaskatı bir esirliğe çöktürülmüşüm gibi
    yüreğim bögürmek üzere gibi
    ayaklarım baltayla kesilmiş gibi
    "kandırma beni çocuklarım
    bozulmaz'dan tutunun - bırakın öyle öleyim" baba
    baba halk oldu baba helk değil

    sarsılıyorum ve içimdeki hayvan perdeyi aralıyor ve
    / anlıyor. /
    bakamıyorum başkalarının yüzünden başka yüze
    kendime
    en sağlam sesleri söyleyin ağzım
    en geçerli ilkelerini dünyanın

    sessiz atılıyor (devinim kayarak)
    sofranın dibine kedi (sesler var)
    önce hamit "kedi kayınca sofranın dibine..."
    "hamit mi hamit kim" sofra

    elim korkunç uzanın üzerine kedinin
    öpmek ister gibiyim kedinin üçgenini
    (ellerini) kollamak kapmak ve kaçmakını
    kedi yapmazsa bunu çünkü kedi değil
    "biz bir şey yapmalıyız galiba - ama neyi"
    / "daha yeni mi sordun bunu çok mu yeni" / ekmek
    "yüz yıldır sormadım
    soranın ardına varmadım da...
    elim yakanda dirlecek orada.." sofra

    sonra i ve i iç içe ses çıkarmadan
    / "ben i'yken"/ i ve /"ben i'yken" / i
    ve sesli olarak sonunculardan ayrılarak
    altı asrın sonuçlarından
    sonuncularından ve içeriklerinden
    korkunç kaçarak
    "bu yemek daha ne kadar sürecek hiç bir zaman
    kediyi oradan kim kovacak hiç bir zaman
    baba sen
    önce yeni bir işçi savunması yap"

    baba anadan yaklaşık olarak
    bir erkeklik ayrımı üretti erkeklere üleştirdi
    fakat onlar babadan ayrılarak
    ana babadan tüs tüm yaklaşık olarak
    bir kızlık ayrımı yalınladı sivriltti
    kızlarla ortaya attı belirledi
    fakat kızlar anaya yaklaşık kalarak
    ...............................ötürü başkaldırarak
    kuzeyden güneye parıltılara avuç ve bağır açarak
    kuzeyden güneye parıltılar kafkas farları
    pırıl pırıl pır işçileri
    pırıl pır emekçileri
    parıltılar (ötürü) dayanamadan
    "bu yemek daha nasıl sürecek hiç bir zaman
    kediyi oradan kim çıkaracak hiç bir zaman
    kedi tıkınamaz sofranın altında
    kavanmadan
    babamızsan
    yeni bir işçi savunması yap
    dedeni savunduğum gibi ve padişahını"
    baba hemen
    ve hemen ben
    baba değilse fakat ben (cevval) hemen
    - abdülhamit -
    eşya ve şehir dürtülmüş gibi
    türbelerden elktrik geçmiş gibi
    "hortlak var" i ve i

    koro gibi bir aşikar dikleniş gibi
    duyuyoruz yoksa bir alisinasion isteği gibi
    işte işte işte gark oluyorlar
    "işte işte han han. dünyadan ve besmeleli rahim
    mazgallarından
    yumurtanın içindeki canlı kavgadan"
    "boy atsın boy atsın"
    tarih ve zorbaların paçavralaşma işareti
    "ah işte işaret"
    - işte işte işaret
    - abdülhamit
    "dur baba yeni bir işçi savunması yap" i ve i
    i le i ve hemen ses olmadan birbirine kapanarak
    / "nedir ki bu abdülhamit" /

    safra (görüyorsunuz) nasılda uzuyor ana çok uçta kalıyor
    uzakta
    adeta
    öteden o ufacık bedenden
    kim sorabilir kim araştırabilir kimbilir
    salondaki gizli bir düzlükten
    "anayım ama dayanamam daha da
    "çekilip ağlasam mı odaya
    acaba
    acaba mıyım yoksa ben"

    yeni bir işçi var ortada
    ilk defa
    ve sofra
    baba ana ve i ile i
    öldükten sonra dirilecek bendeki beden ve ruh
    diyen ben
    "inanıyor muyum gibi"
    "ne gibi inanır buna baba ve ana"
    "ve hakçası başkaları"
    küçük oğlan yarısı içten ses olmadan
    "babacığım anneciğim ağabeylerim
    kız ablam ve sen
    ben de dirilir miyim öldükten sonra
    / ruhum da dirilir mi öldükten sonra /
    ben de / hesap verebilir miyim / öldükten sonra
    derslerime çalışır büyüklerimi dinlersem"

    kız ansızın açılır en cinlisi
    "/ bir kız neye inanır inanabilir ki
    en iyisi en doğrusu şu ki
    güzelim ben - erkeklerse
    kıza benzemiyor hiç
    bize dayanamıyorlar bir de hiç
    aklımda tutmalıyım büyüdükçe hep bunu
    aman hiç unutmasam bunu /
    - sesizdi şimdi birden ses olarak -
    ya unutursam bir de"
    döndük baktık
    kızardı yüzü
    "ne güzel kızarabiliyor yüzü" baba ana ve ben

    yeni bir işçi var ortada
    çok yeni bir işçi sürüyor dedemden
    ayakları ta oradan toprak diplerimden
    "abdülhamide ölüm" maymun
    "maymuna ölüm" abdülhamit
    çok yeni bir işçiyle geliyor dedemden
    güçlü mü
    o kadar da mı güçlü
    daha değil yanılmıştık bir yerde
    eylem olmaz düşünüp düşünüp
    hah; demeden

    kedi sofranın altında üçgeniyle
    kedi dediğin böyle yaratılmıştır
    "ben kediyim sadece - biliyorum da
    anlıyorum da işçi denince
    yakın buluyorum kendime
    galiba ciğer
    öyle bir şey
    gibi bir şiy olmalı"

    "bağırıyorum sofranın üstüne
    bağıracağım yemeğin ve ekmeğin içine
    yeni bir işçi geliyor kendine"
    "sus" diyor i ve i
    "sus biz yücelteceğiz emeği"
    "asıl sen sus tanrı yüceltmiş bir kere"

    tanrı mı
    "çok bulanıyoruz" i ve i
    "ekmeğe alın terinden önce kan
    duadan ve bereketten önce kan
    (ben kazandım onlar da kazansı yeterince) den önce
    kan kan

    kan kin öfke
    katık olmalı
    herşeyden ve besmeleden önce"

    bir çok tanrı vardır
    i için ve i için
    sofrada birden bire ve i
    çünkü i için
    "tanrılar lar lar deme lar lar"
    kız bu doygun duyarlı yanağı yaşlı
    "tanrılar denmez çünkü hiç söylenmedi
    küçükler ve aramızda ufacık var çocuklar"

    ( kırılır
    " - en çok onlar mı
    " - en çok onlar )
    elim taş gibi tutuyor hamitin ellerini
    (hamit kim daha belirmedi)
    "hiç belirmez o belirmeyecek de" i ve i
    sofrada değil miyiz büsbütün
    "güneş dönüp yeniden doğmalı" hamit
    ana kim ata kim toprak kim
    halk neyin nesi
    sesini bileğinden alıyorum hamitin
    "sofrayaçağırmadınız beni" çözüm
    / "tanrı başka olmaz artırılmaz
    başka tapacak yapıp artırıyorlar azalır ata" /
    "uzak kal atadan ata geleceğin içinde" i ve i
    "gelecek kazmanın içinde" i ve i korkutarak vakti
    takılıyorlar
    "takıldınız işte" i ve i'ye baba
    ve sofra
    (kedi var)
    küçük çocuk ve kız hep birden
    bağırarak korkutarak korkutarak
    "kazma nerede kazma nerede"
    sakınarak i ve i korunarak
    "düşecek: gibi başlarına kazma"

    ıı

    "benim o bezirgan
    o kervanı ben götürdüm yemene
    çölde güneş
    gökten taş yağar gibi açılırken üzerimize
    oğullarım sizler
    sabır keseleri içinde
    ananızın muhabbetle beklediği zamanlar gelmeden
    belkemiğimden kurtulur bazen
    batardınız yüreğime

    oğlum sen -
    sana verdiğim ada ne oldu
    ya sen -
    sana verdiğim ada ne oldu
    ve neden her ikinizin adı da 'i' "
    i ile i yekinerek
    "herkes bu kez i'dir dünyada
    artık yok yürek soyluluk ruh
    etötesi
    üstünlük bilgide bile
    babamız sen..."
    "bana da bir i desen bir desen"
    "baba sen de bir i'sin kuşku yok
    saygımız olduğu için baba oluşuna
    baba diyoruz sana"

    "benim efendim i olamaz" ana
    "benim babam bir i ha
    na sana"
    "bakkardeşim
    biz i dedikse o da bizim gibi
    bir ekonomik varlık herşeyden önce
    herkesle eşit bölüşmeli devletin gelirini"
    "ama sen
    dün benim
    harçlığımı... söyletme şimdi
    oysa eşit eşit almıştık babamızdan"

    "kızım
    o senin dün
    harçlığını mı.. söyle"
    "hayır baba şaka şaka"
    "hayır şaka yok baba" i ve i
    "biz aldık onun harçlığını
    elbette
    kolunu bükerek elbette
    salık verdik i olmayı ona
    olmayınca elbette
    kırmadık kolunu kardeş diye
    ama ilerde
    kırabiliriz de"
    "aaah" ana
    "sütüm burnunuzdan gelir inşallah
    önce senin
    sonra da senin"
    i'ye ve i'ye
    "dur kadın" baba titrek doğrularak
    ve kuşkuyla bakarak havaya
    "kalksın sofra"
    "ama daha
    baklava var
    maraş işi fıstıklı kuru baklava"
    "kalksın sofra"

    "babacığım
    çok zaman ürettik son sofradan beri
    çok acı çektik
    çok telef olduk
    çok i telef old"

    "bu yezidler
    dünden olmuşlar bile
    biz evlât mevlat dedikçe
    ah yine de evlat
    larım ne oldu size
    o güzelim isimlerinize"

    sofra uzamaya başlıyor yine
    elim akıyor altına sofranın
    göz gaga arıyor
    oyulmak için
    bir ateşe yatmak için
    kıvılcımlanarak atmacasıyla hep dürüst kalmanın

    can yakmamaya
    daha biraz daha
    karaçan yaralara göz yummanın
    acısıyla sofranın altında
    daha
    sancılı daha
    bir dünya kurdum kendime

    bir sofra altında
    bir sofra yüzüne çıkıp
    bir evden kaçıp
    bir eve kapanıp
    iki kardeş iki ağabey ortasında
    bir yanım baba erkek
    bir yanım ana kadın

    çok sofra gördüm
    francala içinde iri kristal
    kanlı sorular

    koşuyor taylar o yöne
    fırtınadan ayakları tutulmuş
    kısrak analarının
    ve kaslar koparca geriliyor masada
    çorba tasından bir giz çıkardım doydum

    birden ateşim çıkıyor
    dünya bulanık deviniyor
    şehir kusarak geçiyor kapıdan

    zil
    ve sesini kucakladım postacının
    hayır bir ulak bu
    sınır boylarına yollanmış geçmişte
    viyana taşduvarı dibinde hülyaya dalmış
    kenti sonsuz bir kuşatmayla gönlünde
    sevmiş sevmiş...
    elinde bir ferman gördüm dayanamadım
    (peki neden bana
    1973 temmuzunda)
    merdivenleri yıpratıyordu ellerin
    tutunarak bir fetih haberine
    sarsılarak bir isyan bir yıkılma haberiyle
    aynı anda mermer merdiven ve ben
    tüm güç elindeymişçesine
    sesine bakıyorduk postacının

    : herkes kendi içinden:
    sesler şehirden
    "akşam nerelerde kaldı
    denizin dalgalarla kıyıya attığı rakı sofraları
    şerefe arkadaşım nerede kaldı"
    : herkes kendi içinden:
    havada kanat vuruşları

    "sen de gittin
    otuz yıl hiç değişmedik
    ne yalnızlık benden
    ne ben senden geçtim ey yalnızlık
    işte şimdi sende gittin elimden"
    herkes kendi içinden:
    "yaz geçip güz gelende
    ecel geçirsin beni
    madem yola gidiyorum
    bulunsun benim de bir el sallayayım"
    : herkes kendi içinden: bir komşu
    duvarlarıyla
    "yaşam sevincini yücelt. hüznü kahrı felan filan
    sen ki onu da alıp gittin
    kanayan ibrahimi (hasta bir akraba) görmeye gittin"

    herkes toplansın
    herkes bu kez
    sesini yüksek bağlasın

    tüm aile susmuşken bir ateşin ortasında
    o ses vuruyor elime sofranın altında
    havada asılı kalp atışları
    tümünü kaplayan alan içine bir yüz görüyorum
    alnında derin oluklar var bir kayayı
    oymuşlar gibi gözleri

    ağlamaya başlıyor baba "ah benim emeklerim"
    ağlıyor ana "ey ağlayan efendi
    gönlümün tacı efendi
    evimin direği
    erlerin eri"
    ağlıyor bacı "ağlar ana
    ya ağlar mıymış hiç baba"
    o ses vuruyor elime sofranın altında

    "ağla evet gözlerim ağla sen
    bu gidişin zorları olsa da
    ağla ki ak çıkasın iniden

    ölüm lokma ağzında açsa da
    ölüm bu gelen çehresiz elsiz
    bir gezintideyiz olsa olsa
    bir de yanımdan geçerse bensiz
    durup kalakalmışım ortada"

    bir başka ses
    vuruyor bu sese elimle
    "köyde en büyük güce
    yaşamaya sürülü çoban köpekleri"

    "kurşun bitince yok öyle
    sürdü tüfeğine çobak köpeklerini"
    "evde en azgın köşede
    kadınları durmadan çarpıtır su perileri"

    "taşkın ve saf genç kalbime
    mezar taşı gibi vurur çağın devrimleri"
    "sen yargılanadur suç vardı güneşe
    insan insana gebe ev eve bir öç haberi"

    istanbul kent olarak yıllar önce
    sürmeler çeker beğenirdi şehzadeleri

    aç elini uzat dilenci eline

    biz dağ mağara hikmet kent insan evren derken
    bir şarklı şair vardı kralı olan
    derdi ki kalın postallar giyeceğim
    bilgelik için değil
    sığınmak ve izlenmek için dağlara gideceğim

    birinci jandarma işlevi

    biz sustuk
    mağara hikmet erleri yerine
    konserve kutuları kustu
    üç dört beş ölü de kustu

    "anneciğim sen" ben
    değil mi öyle kardeşim sen daha küçüktün
    anneciğim sen
    kentleri tepeden gören yaylamızda
    bile dolanırdın yabani erikleri bademleri bile
    karıncalar üşüşen kışlık armutları
    bakışın avuçlarınla sever sıvazlar okşardın
    gezerdim yorulmasız kutlu kelimeler ederdin
    bakarak dokunarak doğadan alıp
    doğaya vererek"
    "sahi ben mi"
    "elbette
    sen ya" baba
    "anneciğim sen ne güzel
    beline dolalı önlüğüne..."
    "bırakın şimdi sofrada
    bağı yaylayı armut toplamayı"
    "rüzgarın döktüklerini yağmurun ve kuşların
    acımadıklarını
    evimize taşırdın"
    "bırakın dedik
    konuşulacaksa
    karar konuşulacak bu sofrada
    evet baba..."
    "anneciğim sen
    yaslan koluma dinle beni
    bak ben bir eli sofranın altında
    parmağına kimsenin duymadığı sesler çarpan
    ürküpp korkan
    bir evladınım

    anneciğim sen bir dağ haberi
    bizleri dağa sen alıştırdın
    dağı sen öğütledin bize
    ben dağa ölü umutsuz gittim diri indim
    ağabeylerim i ve i isimleri
    güçle gidip ölüleri inerken
    ikinci ja ja ja ja ja
    anneciğim ancak sen içten ve derinden
    anladın inceliği

    ana sen
    bir dağ haberi
    taze uyabilen her güçlüğe
    dağları yıldızlar daha iyi izleniyor diye mi seversin
    ya evin erkekleri
    gecikince geceleri
    korkardık ama
    dağın kendisinden hiç korkmadım

    hiç bir pusu yoktu dağda senin için
    ve şehre
    her gün her an dönebilirdin
    zaten çocukların senin adına
    bir temas gibi
    gidip gelmekteydi"

    (baba kendine gel
    kendine gel anne
    bizler hep kendimizde miyiz
    korkmadan gözgöze gelmek için)

    önce kim - önce sen
    "dirilen bir işçi olmalıydım öyle oldum ta eskiden
    gülerek anlatmalıyım anlatarak
    çünkü çok zaman ürettik son sofradan beri
    dün akşam sofrasından beri"

    "baba ben" ben
    yeryüzünü dinledim
    erkek giysileri giyindim gördüm ki
    helalinden kadın
    ve bol ve düzgün çocuk gerekli

    baba ben yeryüzünü dinlerken
    biliyordum gövdemin tazılarıyla
    tazelenmedik hücrem kalmadı

    ne aç şu gövdem
    dursam çağırmasam bile
    ben bir ışıkla geceleri
    evimi karartan sevgisizlikleri denetlerken
    ekmek kemirir gövdem

    mezardan da öteye yeryüzü götürür kişiyi
    şiire çoktan başladım ama
    at sürmeyi yeni belledim"
    "oğlum sen
    seziyorum
    yoksa anladığımdan değil kelimelerini
    tıpkı bir avuç sudan başladığım gibi
    ananın göğsüne yaslanıp
    sütünden hanlar kervansaraylar kışlalar altın
    kubbeler
    demir çelik fabrikaları atom reaktörleri
    kuş ve balık dili okulları
    kitaplar uçaklar yaptığım gibi
    seziyorum oğlum sen
    kibar ve zarif bir çocuksun"

    beni adadılar beni koydular ortaya
    karşı duygular çıkarlar

    bende karşılaştı büyük
    çok büyük olmalıyım ki bende vuruştular
    ve gövdemin toprağı
    daha doymadı kana
    ozan beni harbetti
    ışık beni koştu yine de
    daha karanlığım çok yerde

    / ben şair olarak
    bitmez bir kartal çubuğu tüttürüyorum /
    "hayır anneciğim nijerya çad uganda da
    hiç te uzak değil
    insan orada da
    sabah kalkar işleri vardır
    tıpkı
    ve sonra
    akşam sofrası o uzaklarda
    dilini bilmediğim hoş omuzlu
    yuvarlak ve işlek omuzlu
    o kız tarafından serilince
    bizim soframıza da değer bir ucu"

    "oğlum sen" ana
    "seziyorum
    yoksa anladığımdan değil kelimelerini
    tıpkı karnımda bir miktar sudan başladığın gibi
    göğsüme yaslanıp sütümden
    insan toplayan sesli kubbeler çattığın gibi
    seziyorum ah ah seziyorum oğlum sen
    kibar ve zarif bir çocuksun"
    küçük kardeş
    çıkarıp oyuncaklarını koyuyor masaya
    misketler atıp
    bardakları kırıyor
    mum gibi duruyor ana
    küçük kardeş
    sürahiyi kaldırıyor başına
    bulaşıkları elleriyle
    taşıyıp sıvıyor dudaklara ve
    çıktığı kadar sesi
    bağırıyor
    mum gibi ben
    ağabeylerim kızkardeş ve baba
    "engellerseniz beni" küçük kardeş
    "pek çok ağaç devireceğim
    bırakırsanız
    bir konuk
    bir meltem olacağım yaprak arasında"

    "ah ne sorumsuz o küçük gezgin
    hayvan beslemenin

    zorunlu olmadığı kanısında
    ikinci dünya harbi
    bir izci dalağı gibi şişer iner karşımda
    genaralleri psikolojiyi
    devlet devirme tekniğini
    kadınları bir yakut gibi taşıyıp
    tükürür gibi terketmeyi
    çocukları isyan etmekte
    genç kızları direnmekte yenmeyi
    iyi bilir
    oto-stop yapmayı bile

    bin dokuz yüz'lerdeki buharlaşma
    dünya beş ayrı yerdeydi o zamanlar
    yeni yeni pervaneli uçaklar
    imparatorluktuk
    hiç bir eskimo
    padişah olmadı toprakta
    memurlar solunmuş havaları bir daha
    taşları
    vapurları bir daha
    ucuz kahramanlıkları durmamacasına
    soluyor cağımızda"

    "haydi bakalım topunuz
    soluyun şu havayı"
    kitaplardan bir cümle okuyor
    oda doluyor kelimelere
    harflerin içinden
    en yakın komşuya çizilmiş cizginin içinden
    bir boğa yılanından
    parçalanmamış bir kuzu geçer gibi
    geçiyor i önde
    "haydi soluyun şu havayı" yarı yolda
    ölebilir yüreği yetersiz olan
    bir harfin katılaşmasından

    "anam sen bir aslan doğurmuşsun"
    diyor i
    yumruğunu kaldırıp vuruyor masaya
    "anam doğurduğun bir eğilmez kaplan"
    diyor i
    elini savurup indiriyor masaya
    baba bir karışık dalgınlık duyuyor ardından
    eli hançeresinde
    can'la hesaplaşarak bir yandan
    bir pervane gibi uçup çarpıyor cama
    ve bakıyor
    uzun uzun bahçedeki ağaçlara

    ııı

    önce kim
    önce sen bu sefer
    "kızaplam
    ne kezzaplar akmakta yollardan"

    "sen ha
    bu kelimenle
    umulmaz senin yaşındakilerden
    bir çevik bir cevval oldun
    öyle ki
    derisinin altı közlerle yoklanan
    kainata ve
    şu aziz ruha
    sarı karıncalaşarak buyuran
    ve şehadat eden
    veşehadet ederim diyen dilin
    ve onaylayan yüreğinle
    o delikanlılığa doğru
    sular gibi büyük
    temiz yüzünü dönen sen"

    "kızaplam
    ne kezzaplar akmakta yollardan"

    "mendille taşınan sütlerin sonu
    son damlası da akmakta"

    "mendille süt taşımak ha
    hah haay" i
    "ne yalan ne yalan" yine i
    "tanrı kıysın sana" ama bu
    "an'nee"yıllar
    "ah başladılar yine"
    "hem söylüyorum
    hem de içim yanıyor efendi beyim"

    "bre hatun
    sen
    hep söylemiyor muyum sadece
    bütün bunlar olmayan bir ev
    düşün diye"

    duvar açılıyor
    ve içinden duyuluyor sesi
    "neden biz onlardan efendiler
    el sayısınca da
    kas sayısınca da
    baldır bel kürek kemiği
    ve dalak sayısınca da beyabiler
    çok olmayalım
    zaten -
    efendiler beyabiler
    hakkımız daha ilk dünya yıllarında
    okul yıllarında efendiler beyabiler gençbeyler
    neler neler olmuyolar
    ölerek"
    bizim çocukluğumuzda övünecek olanın
    aşkıyla
    buyrun gençbeyler beyabiler

    duvarlardan duyulan sesini
    bismillahcı diye maruf
    yatıya gelen bir dağ aslanı
    a l'ocasion de la fête rational

    "sevgili beyim
    ne yükler geçti üstümden
    otuz yıl önce pazularının
    şimdi -
    şekerin
    hipertansiyonun
    emekli maaşın
    tümbelan az inancın"

    "hatun
    maraşlı hafife almaklığını bırak
    kader ironimizde
    daha ne tenhalar yazılı olmalı
    evlat acıları akan"

    "ah et akan"
    "çocukk"
    "çorba geleneği insan tutması el yakınlığı
    taze soğan yer sofrası
    eski dülgerlikleri cömertlikler
    kanlı geyikler akan"

    "zaman kalfaları
    takvim başları"
    bir mesele var
    "zamanın kutbunu sordu abdülhamiti sani" bir azim seda
    "aradık kanter içinde koştuk
    nice köşker iplikçi rençber dervişten geçtik
    öyle olduk ki candan / verilen mühletten geçtik"

    "zamanın kutbu sendin ey abdülhamit"
    halk dedi
    "efendiler" sese ağız olan duvar
    "geç beyler" i'ye baktı
    "beyabiler" bana
    gözlerini kısıp
    eğilerek taşlıklarına sahillerin
    dünya sakinlerine

    ses kutularına
    ses kapılarına hayvanlara açılan tabiat
    önemli
    bir söyleve başlıyacağını anlatan
    bir çehre yolarak elindeki tomardan
    "efendiler" dedi
    "fatih sultan mehmet han
    istanbula girdiğinde
    bir dilbir vardı
    öyle güzel
    güzeldi ki
    yurt gibiydi döşü
    padişah değer verse yeri
    koştu
    atının önünde öptü yeri"

    "beyabiler içim nasıl titrer bilseniz
    önüne gençler gençlikler
    fetihler serilen sultanı"

    "tümü izinliydi bahadırlarının
    velilerden"

    ve geriliyor geriliyor şimdi
    "düşünüyorum da halkın
    bir çelik yay gibi çekilişini
    kendi et duvarının
    gerisinde devinip"

    (padişahım çok yaşa
    demişti. ihtiyar bir kadın
    bir kent valisi ile gittiğimizde köyüne)
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap