• sporun bile serotonin salgılatamadığı bir bünyenin düşüncelere gark etmesine şaşmamalı değil mi? tez yazdıktan sonra, bir ara, bu düşüncelerin beni ele alacağını biliyordum. sürekli bir meşguliyet içinde olmam da sanıyorum o düşüncelere karşı kalkan oluşturmamı sağlıyordu. bu meşgalelerim de olmasa benim halim nicedir; ama yeri geliyor, bu meşgaleler bile fayda sağlamıyor. bilinmeyenle ya da zaten içinde olanla savaşmak böyle bir şey olsa gerek.

    tez yazmanın bana değişik bir katkısı olduğunu tam bu noktada itiraf etmeliyim. mesela şuan yazarken bile "acaba anlam bütünlüğünü koruyor muyum?", "bir önceki cümleyle alakalı mı devam ediyorum?" ya da "doğru yerde doğru bağlaçları kullanıyor muyum?" gibi kaygıları güdüyorum. konuşurken bile zaman zaman akışı bozan cümleler sarf ettiğimi fark ediyorum. ama olsun. burada akışı bozan bir sürü cümle kullanacağım. bugün hata yapma, bocalama, saçmalama hakkını ben kendime veriyorum.

    düşüncelerin gark etmesi diye başlamıştım. yalnız kalmaktan yorulmuş düşünceler bunlar. aslında sürekli var olan, böyle zamanlarda hortlayan düşünceler. bazen kendi kendime soruyorum, sahi nerede o pollyanna kılıklı kadın? sürekli çabalayan, sürekli bir şeyleri zorlayan, mutlu olan, enerjisiyle insanları şaşırtan ve belki de zaman zaman insanları bıktıran kadın? hayatın en ağır tekmesini yediğimden değil de, sadece her şey 'yolundaymış' gibi davrandığımdan, olaylara tek başıma göğüs gerdiğimden, sürekli bir şeyler için uğraştığımdan zor yaşamak. her ne kadar tez yazarken bu yoğun düşüncelerden kaçmayı çoğu kez başardıysam da yine de geliyorlardı. sahi diyordum, neden bir şeyler için her zaman uğraşmam gerekti? neden birazcık da olsa şanslı olmadım? oldum da ben mi fark etmedim bilmiyorum. ama yıllarca silik kalmış bir bünyenin bir birey olması hikayesindeki karakterlerin pek çoğunun kötü olması da mı denk geldi yine bilmiyorum. insanların hunharca davrandığı, kendinden eksik gördükleriyle dalga geçerek eğlendiği ve yine kendinden eksiklerin tepelerine basarak yol aldığı bir dünyada yaşadığımı fark etmek de yaşamayı zorlaştırıyor. bu düşüncelerim, çemberimde gül oya'daki mustafa'nın sözleriyle daha da pekişiyor:

    "ben mustafa, sınıfın en arkasındaki o sümüklü çocuk. kimsenin fark etmediği, fark edenlerinse görmezden gelmeği yeğlediği, kendisinden hiçbir şeyin beklenmediği o çocuğum. sevgi isteyince verilmeyen, oyuna alınmayan, müfettiş gelince hasta olup yoklamalarda gözükmeyen, o günden izinli, yaşamdan izinli, yoklamada yok. size o çocukların hislerini anlatabilseydim keşke. kalite kontrollerde çürüğe ayrılmış insanların duygularını. bayramlarda okulun bayrağını hiç taşımamış, piyeslerde hiç rol verilmemiş, repklikleri, sözleri, sesleri alınmış çocukların. seninle aynı kaderi paylaşan çocukların sessizliğini, konuşamamayı, o utancı bilir misiniz siz? biz kaybetmiştik hocam. biz kendisinden hiçbir şey beklenmeyen, çürüğe ayrılmışlardık. ta ki siz fark edene kadar. beni ve diğerlerini. 'sizden bir şey olmaz' dene dene sonunda buna inanmış boyun eğmiş o çocukları. çünkü insanlar günah keçileri seçiyorlar kendilerine. kendi yaşamlarını temize çıkaracakları, kendileriyle kıyasladıklarında kendileriyle gurur duyacakları kurbanlar. aslında başaramayanları seviyorlar. çünkü başaramayanlar onlara kendilerini çok iyi hissettiriyorlar."

    mustafa, "insanın hamurunda yanlış bir şey mi var örtmenim?" diye soruyor en sonra. sahi insanın hamurunda yanlış bir şey mi var? insanlar neden bu kadar kötü, neden bu kadar düşüncesiz, acımasız bilmiyorum. ama sanki, her yerde kendiliğinden bitiveren otlar gibiler bu insanlar da. domatesin biberin büyümesini, çiçeğin açmasını engelleyen otlar gibiler. vaktiyle, yakın arkadaşıma, "her yerde ot bitiyor zaten, varsın arada bir de papatya görelim." demiştim. bu düşünce de oradan bitiverdi. ancak bu kadar otun arasında papatya olmak da zorluyor.

    yine de asıl mesele otların seni çevrelemesi değil de, sen eve müthiş kırgın ve yorgun geldiğin bir vakit sobanın üstündeki kestanenin kokusuyla karşılayan bir adamın olmayışı. sobanın sıcaklığı mı adamın sıcaklığı mı kestanenin kokusu mu bilmiyorum. belki de hepsi birden yaşamanı daha değerli kılar. hani menemen yaparım yanına da çay demleriz diyen kadın var ya, işte ona özeniyorum. onunla yaşayan adama özeniyorum. birbirlerini bulmuş olmalarına, hayatın yorgunluğuna beraber göğüs germelerine özeniyorum. karşı karşıya değil de aynı yönde olmalarına özeniyorum. hayat o kadar toz pembe, o kadar romantik değil dediğini de duyuyorum merak etme. insanların her zaman aynı yöne bakmadıklarını söylediğini de duyuyorum. biliyorum. ama “menemen yaparım, yanına da çay demleriz” diyen kadın gerçekse mehmet’in yurdanur’u da yurdanur’un mehmet’i de gerçektir. (bkz: çemberimde gül oya) belki de bütün bu söylediklerim var olana uzaktan bakmayla ilintilidir. bütün bu düşünceler de uzaktan bakılana duyulan hasrettendir.

    zaman olur yine. bu düşünceler de sineye çekilir. ailen ve arkadaşların seni kendi içlerine alırken yarin eksikliğini hissetmiyormuş gibi davranırsın. her şey yolundaymış gibi devam edersin. tez yazarsın, doktoraya başlarsın, konferanslara konserlere katılırsın ve müthiş bağımsız halinle kimi arkadaşlarını imrendirirsin öyle değil mi? değil işte. sen anlamazsın diyeceğim, sen de muhtemelen "derdini sikeyim" diyeceksin. ben de diyorum kendi kendime. küfretmiyorum, ama bu kıvamda bir şeyler söylüyorum zaman zaman. insanlar açlıktan kıvranırken, savaşırken, eşlerini dostlarını kaybederken senin derdine bak diyorum. bu ne bencillik, bu ne küstahlık. ama çok bir şey istediğimden de değil. bütün o otların varlığına rağmen yanı başımda bir papatya daha bitiversin istiyorum. yalnız olmadığını hissettirecek, yaşamayı daha keyifli kılacak bir papatya. how i met your mother'daki ted mosby'nin bina tasarladığı zamanlardaki hallerine bürünmüş olmalıyım. yalnız yaşadıktan sonra aylarca uğraştığın tez bile gözünde değersizleşiyor öyle değil mi?

    ben yine yalnız olduğumu unutup koşturmaya devam edeceğim, biliyorum. gölde kürek çektim mi derdim tasam bitecek. pek sevgili çellom da bana makale okurken, araştırma yaparken destek olacak. ama pek tabi, modern bir yalnızlığın içinde yaşamaya devam edeceğim. (bkz: #51351950)
hesabın var mı? giriş yap