4 entry daha
  • ne mimarı jørn utzon'un, ne de binanın yapılması sürecini başlatan ve yapımına önayak olan sidney senfoni orkestrası başkanı sir eugene goossens'ın - tamamlandığında hayatta olmalarına rağmen - gözleriyle görme şerefine nail olamadıkları binadır. bay utzon, 1966 yılındaki yerel seçimlerde eyalet hükümetinin değişmesinden sonra projeden uzaklaştırıldı, ve de bu duruma çok içerlediğinden olsa gerek bir daha asla avustralya'ya uğramadı.

    goossens'ın başına gelenler ise daha ilginç: sayın sir goossens 1956 yılında sidney havaalanı'nda gümrükten geçerken bavulları random* bir aramaya tabii tutuluyor, ve bavulların içinden bir hayli geniş ve oldukça da çeşitli bir porno koleksiyonu çıkıyor (evet, "çeşitli" orada "çocuk pornosu" anlamında bir euphemism.) derhal ülkeden kovulan (ve bir daha avustralya'ya ayak basması da yasaklanan) mr. eugene goossens (böyle bir rezaletten sonra sir'ü mü kalır?), maalesef en ünlü ereksiyonunu (erection ingilizce'de "inşaat" anlamına gelen teknik bir terimdir, fesat olmayın) göremeden göçtü gitti bu dünyadan. eh ama eugene, ne işi var çocuk pornosu koleksiyonunun sidney senfoni orkestrasının başkanının bavulunda?

    neyse, daha baştan almak gerekirse: aslında bu mimari şaheserin varolması, sidney'e kadar gidebilenlerin gözlerinin önünde, gidemeyenlerin ise çeşitli vesilerle (millenium kutlamaları, olimpiyat oyunları, vs.) televizyonlarında belirip günlerine renk katması bile küçük bir mucize sayılabilir. zira 1950'li yıllarda sidney böyle bir yapının inşasının asla düşünülmeyeceği, kesinlikle bir dünya şehri sayılamayacak, özelliksiz, vasatlığın sınırlarını zorlayan, kendi halinde yerel bir şehirmiş. avustralya denildiğinde bile (hazır avustralya demişken: dünyadaki en zehirli 10 yılan türünün 10'unun da avustralya'ya özgü yılan türleri olduğunu biliyor muydunuz? beynimdeki sınırlı sayıdaki gri hücreyi gereksiz yere işgal eden anlamsız bilgilerden biri, sizin beyin hücrelerinizi de işgal etsin istedim. ayrıca avustralya ada olan tek kıta, ve kıta olan tek ülkedir, ama bunları biliyordunuz büyük ihtimalle. neyse, entry'e dönelim...) akla gelen ilk şehir sidneydeğil melbourne olurmuş o yıllarda. o kadar ki, o zamanlar sidney'de barlar akşam 6'da kapanırmış (kesinlikle uydurmuyorum, isteyene 1953'te yaptığım avustralya yolculuğu sırasında aşırdığım "barımız akşam 6'da kapanır." tabelasını gösterebilirim) ve de koca şehirde toplam 800 otel odası varmış. turizm ve otelcilik meslek lisesi'nde okuduğum yıllarda öğrenmiştim ki bugün 800 odalı yataklı işletmelere otel bile demiyoruz artık, ancak motel ya da pansiyon sayılıyor onlar.

    inanır mısınız, bugün sydney opera house'un üzerinde oturduğu arsada - ki avustralya'nın, belki de dünyanın, en ihtişamlı, en etlileyici manzaralarından birine sahip olduğunu söylemek malumu ilam olur (oldu) - o zamanlar belediyeye ait köhne bir tramvay deposu bulunurmuş. vallahi billahi.

    sydney opera house'un inşasına karar verilmesi için iki ilintisiz olayın arka arkaya gerçekleşmesi gerekmiş: öncelikle, 1956 melbourne olimpiyatları - tahmin etmişsinizdir - melbourne şehrine verilmiş, ki bu da sidney şehrinin ileri gelenlerinin müthiş bir kıskançlık ve çekememezlik hissiyle dolmalarına sebep olmuş, ve de onları melbourne'dan aşağı kalmamak için dünya gazetelerine manşet olacak, dosta düşmana sidney'i hatırlatacak bir faaliyet, bir etkinlik arayışına sürüklemiş (emekli bir albayın "melbourne'a savaş açalım!" önerisi oylamaya sunulmuş, 5'e 4'lük bir oyla reddedilmiş.) aynı günlerde sidney senfoni orkestrası başkanı sir eugene goossens da "sidney'in bir konser salonuna ihtiyacı var. koskoca senfoni orkestrası kurduk, konser vereceğimiz doğru düzgün tek bir salon bile yok anasını satayım" diye söylenmeye, kendi kendine homurdanmaya başlayınca, sidney büyükşehir belediyesi tramvay deposunu yıkmaya, ve yerine ihtişamlı bir konser salonu inşa etmeye karar vermiş, melbourne'a savaş açma fikrini de tekrar görüşülmek üzere bir dahaki encümen birliği toplantısının gündemine almış.

    hikayenin bu kısmı pek ilginç değil, o yüzden hava durumu raporunu okur gibi bayık bir üslupla aktarmak istiyorum: sidney opera house için mimari tasarım yarışması açıldı. (emekli albay hariç) şehrin önde gelenlerinden oluşan jürinin saygıdeğer üyeleri bir türlü hangi projenin birinciliğe layık olduğu konusunda görüş birliğine varamayınca, finlandiya asıllı amerikalı mimar eero saarinen'in fikrini sordular, o da o güne kadar adı duyulmamış - ve de sydney opera house dışında da hiçbir eseriyle adını duyuramayacak olan - danimarkalı mimar jørn utzon'un tasarımını seçmiş. jüri de, daha fazla uğraşmak istemediklerinden olsa gerek, onun önerisini oybirliğiyle kabul etmişler, utzon'a da bu mutlu haber telgrafla bildirilmiş.

    yalnız, projenin heyecanlı destekleyicileri ufak bir sorunla karşılaşmışlar: projeye dahil olan hiçkimse (mimar, tasarımcılar, mühendisler, tramvay deposunda top koşturan çocuklar, vs.) "çiftleşen kaplumbağalar" veya "dev yelkenliler" veya "dev istiridyeler" şeklinde tasvir edilen o meşhur çatıyı nasıl inşa edeceklerini çözememişler, zira o güne kadar da bu kadar büyük ve ağır bir çatının inşa edilmemişmiş, ve hatta insanlar bunun mümkün olup olmadığından bile emin değillermiş. projenin başındaki mühendise kulak verelim: "inşaata son hızla başlamamız projenin tamamlanması açısından çok hayırlı oldu, çünkü eğer inşaata başlamadan önce oturup iki dakika düşünseydik bunun mümkünsüzlüğünü farkederdik, ve de bu mimari tasarımı hayata geçirmekten kesinlikle vazgeçerdik." neyse efendim, sydney opera house'un inşaatı, başta verilen tahmini masrafın 14 katına - toplam 102 milyon dolara - malolsa ve 6 yıl yerine 15 yıl sürse de, sonunda 1973 yılında (boğaziçi köprüsü ile aynı yıl) tamamlanmış.

    sidneyli kartpostal satıcısı ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap