788 entry daha
  • birbirlerini zıt kutuplarda addeden kesimler arasındaki farkın aslında epey küçük olması. örneğin, "muhafazakar" addedilenler ile "ilerici"lerin aslında aynı zihniyeti taşımaları ve çoğu konuda benzer tepkiler vermeleri. dış görünüş ya da eğlence tercihleri gibi nisbeten şekle dayalı özelliklerin ardına bakıldığında, aslında herkesin temelde anadolulu olması ve küçük farklılıklara sahip olmakla birlikte neticede anadolu kültürlerinin bir ürününe karşılık gelmesi. (bu elbette zorunlu olarak iyi ya da kötü bir şey değil; sadece sosyolojik bir gerçeklik.)

    çoğu insan kendi küçük dünyasında yaşıyor ve o dünya içindeki çekişmelere ve ihtilaflara büyük ve hatta mutlak değerler atfediyor. halbuki gerçek dünya, bizim küçük dünyalarımız ile mukayese kabul etmeyecek kadar büyük. mesela, hindistan'daki müslümanlar ile hindular birbirlerini çok farklı addediyorlar. mormonizm içindeki iki farklı mezhebin mensupları, birbirlerini dünyanın en sapkın insanları olarak görebiliyorlar. dışarıdan bakan insanlar için ise, bu kişiler dünya üzerindeki diğer herkesten çok birbirlerine benziyorlar.

    tabii dışarıdan bakan insanlar bazı detayları göremeyebilir ve her şeyi basitleştirme eğiliminde olabilir. ama basitleştirmenin önemli avantajları da yok değil. (daha teknik bir ifadeyle, oversimplification başka, parsimony başka.)

    * * *

    dışarıda olan ve içeriye zaten hiç girmemiş bulunan bir insanın, başkalarının ayırt edici özelliklerini görmesi kolaydır. içerideki insanlar ise, yaşadıkları kültüre mesafe alabilmek için ciddi bir zihinsel çaba sergilemek durumundadırlar. bir insan bu çabasında başarılı olabildiği ölçüde hem kendisini hem de hasım addettiği kimseleri daha iyi tanıma imkanı elde eder. kişi, böyle bir sürecin sonunda, hasımları ile arasında aslında çok fazla fark olmadığı, hatta dünya üzerinde aslında en çok hasımlarına benzediği gerçeği ile yüz yüze gelebilir. bu basit gerçek, çoğu insan için korkutucu olsa, aslında alınabilecek en önemli bir hayat derslerinden biri.

    bunun alternatifi ise, kişinin hasbelkader içinde doğduğu çerçevenin dışına çıkamaması ve sadece o çerçeve içinde anlam bulan şablonlar olmadan düşünemez hale gelmesi. türkiye'deki meclis kavgaları üzerinden bir düşünelim... geçen gün chp'li bir vekil, akp'li bir vekilin burnunu kırdı. bir başka chp'li vekil, akp'li bir başkasının bacağını ısırdı. chp'li vekiller bu gibi utandırıcı davranışlar sergileyince, akp'liler haliyle keyiflendiler.

    peki, "akp'li vekiller hiçbir zaman böyle şeyler yapmazlar" diyebilir miyiz? daha önce hiç yapmadılar mı? daha da önemlisi, bu tür kavgalar sadece tbmm'ye mi mahsus, yoksa parti kimliklerinin çok ötesine geçen, kültürel bir arkaplanı mı yansıtıyor? ya da: neden bazı parlamentolarda sıklıkla kavgalar yaşanırken, kimi diğerlerinde böyle şeyler ancak yirmi-otuz senede bir oluyor?

    kendi yerelliklerine hapsolan insanlar, bu gibi soruları sevmiyorlar. daha kuşatıcı karşılaştırmalar yapmak yerine, öteki addettikleri kimselere bakmak onlara daha kolay ve çekici geliyor. ve tabii herkesin sadece kendi dünyasındaki ötekilere layık gördüğü bazı etiketler var.

    meclis'teki ısırma hadisesinin failinin bir akp'li vekil olduğunu farz edelim... akp'li bir vekil, chp'li bir vekili ısırsa, chp'liler böyle bir "gelişme"yi nasıl yorumlama eğiliminde olurlardı? böyle bir hadise, anadolu çomarı etiketine/şablonuna bulunmaz bir örnek teşkil etmez miydi? etiket ile hadise arasındaki bu bariz örtüşme, günlerce vurgulanmaz mıydı? işin "eğlence"si başka... ama gerçekçi olmak gibi bir kaygımız varsa pekala görebiliriz ki, böyle etiketleri tek bir gruba özgülemek aslında epey zor. zira bu gibi tavırların türkiye toplumunun hemen her kesiminde geniş bir karşılığı var.

    * * *

    her şey bir yana, bu gibi gerçeklerin toplumun her kesimini kuşattığını aslında için için domuz gibi biliyor olmamız da mümkün... küreselleşen dünyada bilgiye erişimin kolaylaşması ile birlikte, dünyanın en iyi insanları olmaktan aslında epey uzak olduğumuzu fark etmiyor olmamız zor. dolayısıyla, başkalarını anadolu çomarı ya da kezban gibi anlamsız sözlerle yermek, aynı zamanda psikolojik bir ihtiyacı tatmin ediyor. yani yerel/lokal hastalıklarımızı küyerel/glokal bir ortamda yeniden üretiyoruz. "evet" diyoruz, "burası gerçekten de pek hoş bir yer değil; ama bu benim suçum değil; hep bu çomarlar/kezbanlar/bağnazlar/zındıklar/hainler/cenabetler yüzünden!"

    ve tabii kavga bitmiyor.
1874 entry daha
hesabın var mı? giriş yap