4 entry daha
  • alain robbe-grillet'in 1963 yapımı, istanbul'da çekilmiş, bir çeşit aşk hikayesi ölümsüz kadın (l'immortelle) filmi kadar hiçbir şey anlatamazdı, neden avrupa'da yaşamak istemediğimi. filmde baş kadın istanbul'un gerçek bir şehirden ziyade bir aşk hikayesi dekoru olduğunu, eski olduğu söylenen mekanların sahteliğini vurgular durur. hiçbir şeye, kendin dahil kimseye güvenilemez. tahayyüldeki istanbul (ve kadın) yoktur veya ölmüştür; olağanüstü bir güzelliğin yanı sıra ürkütücü bir yabancılık ve anlaşılamazlıktır varolan.

    hayatın böyle gerçekliğe temas edememe ve buna karşın veya tam da bu nedenle bilinip, manipule edilmesi gereken bir beden olarak yaşanmasının yarattığı avrupa atmosferi, onun solumaya dayanamadığım tarafı, benim.

    türkiye'de yaşamaya dair de bir söz etmem gerekiyor burada: yoldasınız, arabada. durum saldım çayıra, mevlam kayıra. trafik kuralları deyince ifadesiz yüzlerle bakıyor sürücüler, ölümsüz kadındaki yüzlerin ifadesizliğine benzer bir şekilde, bunun onlar için birşey ifade etmediğini anlıyorsunuz, çaresizlikle. burada yol, araba sürmek filan semboller elbette. burada olmaya da zor dayanıyorum.

    kısaca "eğlenecek (=duracak) yer bulamam, gönlümdeki köşk olmasa". bir şey var ki, her nedense türkiye'deki atmosfer "gönlümdeki köşkü" bulmamı engellemiyor bir şekilde. sanırım; avrupa'nın derini, türkiye'nin yüzeyinde problem var, benim için.
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap