• greenpeace tarafından hazırlanmış bir raporda ele alınan gerçekler. http://avemare.tripod.com/greenpeace.html#etkileri adresinden okunabilir. (sondan ikinci e büyük olacak)

    iyisi mi buraya da yapıştırayım. harbolur darbolur..

    1. giriş
    2. etkilerin gizlenmesi ve kamuoyuna yalan söylenmesi
    2.1. resmi sansür ve propaganda kurallari
    2.2 resmi yanliş-bilgilendirme kampanyasi
    3. trajik gerçek
    3.1. bağimsiz bilimsel sonuçlar
    3.2 radyoaktif çaylar
    3.3 findik üretimi üzerindeki etkiler
    3.4 sağliğa etkileri
    3.5 turistleri aldatmak
    4 greenpeace’in talepleri

    1. giriş

    bu rapor çernobil felaketi’nin türkiye üzerindeki etkilerini değerlendirmektedir. bir nükleer santraldeki bu ilk büyük çaplı olay, bir nükleer kaza olduğunda sınırların geçerli olmadığını dünyaya göstermiştir. 26 nisan 1986 gecesi saat 1:24’te, ukrayna’daki çernobil nükleer enerji santralının 4. reaktöründe olan kazadan hemen sonra radyoaktif bulutlar tüm dünyaya dağıldı:

    * 27-30 nisan: iskandinavya, finlandiya, belçika;

    * 28 nisan-2 mayıs: doğu ve orta avrupa, güney almanya, italya, yugoslavya, ukrayna ve doğu bloğu, türkiye karadeniz);

    * 1-4 mayıs: balkanlar, romanya, bulgaristan, türkiye trakya);

    * 2 mayıstan sonra: karadeniz ve türkiye.

    kazadan on yıl sonra, türkiye’de herhangi bir resmi ya da akademik kurumda bilimsel verilerle yapılmış, neredeyse hiçbir kapsamlı çalışma yoktur. bu raporda, yabancı raporlara ek olarak, türkiye’de mevcut bir kaç araştırmadan da alıntılar yapılmıştır.

    2. etkilerin gizlenmesi ve kamuoyuna yalan söylenmesi

    çernobil santralının patlamasından sonraki ilk aylarda, türk yetkilileri, bilimsel veri ya da araştırma sonuçlarının resmen açıklanmasını yasakladı. herhangi bir resmi açıklama yapmasına izin verilen tek kişi endüstri ve ticaret bakanı h.cahit aral’dı. üniversiteler ve diğer bilimsel kurumlar, resmi emirlerle bu konu üzerinde çalışmaktan caydırıldı.

    yetkililerin kar yönelimli ticari yaklaşımının insan sağlığı ve çevreye ilişkin herhangi bir kaygıyı bastırdığı açıkça ortadadır. yetkililerin baş kaygısı, çay ve fındık satışları ve ihracatıydı. 1993’te türkiye büyük millet meclisi’nde bir soruşturma açılması tartışıldı, fakat bu hiçbir zaman gerçekleştirilmedi.

    2.1. resmi sansür ve propaganda kurallari

    14 mayıs 1986’da kazanın dünyaya resmen açıklanmasından iki hafta sonra dışişleri bakanı vahit halefoğlu, başbakanlığa yazdığı “gizli” damgalı mektupla [eibd-iii-750.278-1133], türkiye radyasyon güvenliği komitesi’nin kurulması ister.

    bu mektupta, doğu bloğu ülkelerinden yiyecek ithalatı üzerinde 31 mayısa kadar geçerli avrupa ekonomik topluluğu yasağından söz edilmektedir. komitenin hedefleri şöyle sıralanmıştır:

    ­ çernobil nükleer santralı kazasının radyoaktif etkilerini düzenli ölçümlerle yakından izlemek

    ­ ölçüm sonuçlarını iç ve dış kamuoyuna duyurmak, “özellikle de ihracatımız ve ülkemize yönelik dış turizm üzerinde olumsuz sonuçlara yol açabilecek tesir ve izlenimleri bertaraf etmek”

    yetkililerin baş kaygısı, sağlık sorunlarını önlemek değil, ticareti koruyucu önlemler almaktır.

    26 mayıs 1986’da başbakanlık personel ve prensipler genel müdürlüğü’nden sanayi ve ticaret bakanlığı’na gönderilen, hasan celal güzel (başbakan adına müsteşar) imzalı, “gizli” ve ”acil” mektupta [# 19-383-10415] bu son hedef daha da açık bir dille ortaya konulmuştur:

    hedef, tek taraflı beyan ve propagandaların ortaya çıkmasına mani olmaktır. aral türkiye radyasyon güvenliği komitesi (trgk) bu komitenin başkanı olarak atanmıştır. mektuba göre, ”bu konularda sanayi ve ticaret bakanı sayın h. cahit aral’ın dışında hiçbir ilgili açıklamalarda bulunmayacaktır.”

    bu mektubun gönderildiği kurumlar şunlardır: dışişleri bakanlığı,sağlık ve sosyal yardım bakanlığı, tarım, orman ve köyişleri bakanlığı, sanayi ve ticaret bakanlığı, kültür ve turizm bakanlığı, t. atom enerjisi kurumu başkanlığı, devlet planlama teşkilatı müsteşarlığı, hazine ve dış ticaret müsteşarlığı, çevre genel müdürlüğü’ne dağıtılmış; ayrıca bilgi için: genel kurmay başkanlığı, cumhurbaşkanı genel sekreteri ve milli güvenlik kurulu genel sekreterliği. trgk’nin ilk toplantısı 29 mayıs 1986’da yapıldı. komite’de, ilgili bakanlıklar, başbakanlığa bağlı türkiye atom enerjisi kurumu (taek) ve iki askeri yetkili vardır; fakat tek bir bağımsız bilim insanı ya da bilimsel kurum temsilcisi davet edilmemiştir.

    katılımcılar şunlardır:

    1. sanayi ve ticaret bakanlığı­ akın çakmakçi (müsteşar)

    2. dışişleri bakanlığı ­erdim tüzel; ayşe öğüt (enerji dairesi başkanı)

    3. sağlık ve sosyal yardım bakanlığı­ dr. haluk nurbaki (numune); dr. korkut akoğuz

    4. tarım, orman ve köy işleri bakanlığı­ ismail bilir (müsteşar yardımcısı)

    5. devlet bakanlığı­ (ahmet karaevli); dr. arif nuri tuç); zeynep yöntem

    6. başbakanlık­ gürcan yolek; niyazi yeşilyurt (vehbi dinçerler’in danışmanı)

    7. hazine dış ticaret müsteşarlığı­ uğur ercan (ihracat genel müdürü; a. hamit cemiloğlu (i.g.m.)

    8. kültür ve turizm bakanlığı­ güman kiziltan (müsteşar yardımcısı); oktay ataman (turizm genel müdürü)

    9. türkiye atom enerjisi kurumu başkanlığı ­ prof. dr. ahmed yüksel özemre (başkan); doç. hasbi yavuz (başkan yardımcısı); özer özerden (radyasyon güvenliği daire başkanı)

    10. müh. albay ihsan ishak (kara kuvvetleri komutanlığı tek. d. başkan yardımcısı)

    11. müh. yüzbaşı neciğ baykal (milli savunma bakanlığı ar-ge daire başkanı, fiz. bel. arş. müdürü)

    taek başkanı ahmed yüksel özemre, toplantı katılımcılarına, radyoaktiviteyi izlemek için yaptıkları tüm çalışmayı açıklıyor ve şöyle diyor: “türkiye’de radyasyon doğal düzeydedir.”

    2.2 resmi yanliş-bilgilendirme kampanyasi

    29 mayıs 1986’da yaptığı bu açıklamasında özemre; radyasyon bulutunun türkiye’yi 30 nisandan itibaren etkisi altına almaya başladığını ve kiev’den esen rüzgarların türkiye’yi sinop-anamur hattının batısında bir hafta süreyle etkileyeceğini öğrendiklerini belirtiyor. taek genelkurmay başkanlığı ile işbirliği yapmaktadır. havadaki (yerden 1 metre yükseklikteki) radyasyon, istanbul’ da, doğal radyasyon düzeyinin en çok 2,5 katına, karapınar mevkiinde ise en çok 12 katına yükselmiştir. radyoaktivite, 3 mayısta yağan yağmurla edirne ve civarında yere inerek toprağı kirletmiştir. bulgaristan sınırına giden kapıkule-edirne karayolu üzerinde 2 km.lik bir kısımda sellerin getirdiği çamurlarda yüksek oranda radyoaktivite saptanmıştır. özemre’nin iddiasına göre, ”yetkililer, bu radyoaktif çamurları etrafa bulaşmadan varillere yükleyip çekmece nükleer araştırma merkezi’ ne (çnaem) taşımış ve üç gün boyunca yolun bu kısmı yıkanarak radyasyon seviyesini 12,5 miliröntgen/saatten doğal radyasyon düzeyi olan 17 mikroröntgen/saat değerine düşürmüştür.”

    özemre, iyot-131 ile kirlenmiş sütlerin yalnızca, 3-4 ay sonra tüketilmek üzere peynir yapımında kullanıldığını söylemiş, daha fazla açıklama yapmamıştır. bu konuda hiçbir resmi açıklama ya da karar yoktur. iyot-131’in yarılanma ömrü 8 gün olsa da türk halkı tarafından tüketilmiş olan süt ve peynirde bulunan ve yarilanma ömürleri 30 yila kadar uzayan cs-137 ve cs-134, onları yıllar boyu içten ışınlamayı sürdürecektir.

    italya’da ise 1986 mayısı’nın ilk üç haftasında taze süt tüketimine yasak getirilmişti. inek sütünde 2000 bekerel/litreye varan rakamlar bildirilmişti ve iyot düzeylerinin yüksek olduğu yerlerde sezyum-137 ve sezyum-134 düzeyleri de yüksekti. (kaynak: batı avrupa’da çernobil’in radyolojik yönleri, r.h. clarke, nea (nükleer enerji ajansı) newsletter, sonbahar 1986, s.10.) sanayi ve ticaret bakanı cahit aral tarafından yapılan ilk resmi açıklama şöyledir: “ülkemizin her tarafındaki et, süt, su, balık, sebze ve meyvelerin tümü tertemizdir. insan sağlığına zararlı hiçbir kirlenme mevcut değildir.”

    24 haziran 1986 tarihli türkiye gazetesi: ”türkiye’de radyasyon yok.” aral açıklamasında, radyasyon konusunda kendisinden başkasının açıklama yapmaya yetkili olmadığını hatırlatarak, ”dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, türkiye’de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir” dedi.

    3 temmuz 1986’da trgk ikinci toplantısını (86/2) yapmıştır. özemre, komiteye, sovyetler birliği’nin ukrayna’daki dinyeper nehri’nde yüzmesine müsaade ettiğini açıklıyor. karadeniz’in kirlenmesinin zorluğunu, halbuki türkiye’de inebolu’da karadeniz halkının denize girmediğini, et, süt, sebze yemediğini anlatıyor.

    özemre’ye göre, almanya, avusturya gibi bazı avrupa ülkeleri konuyu fazlasıyla abartmışlar ve politik yönden fayda umarak panik yaratmışlardır. fransa, isviçre ve türkiye daha soğukkanlı hareket etmiştir. komitede görevli dr. nurbaki, belirli bir radyasyonun (karbon-14 ve radon gazı) hayat için nasıl gerekli olduğunu açıkladıktan sonra yüksek düzeyde radyoaktivite içeren kaplıca sularının sağlığa yararlarından söz ediyor.

    karadeniz’deki radyasyonu belgeleyen ”clarke raporu”na ilişkin bilgiyi aldıktan dokuz gün sonra, taek ve askeri yetkililer sessizdir. özemre ve trgk ikinci resmi açıklamalarını yaparak türk halkını kandırmayı sürdürmektedir.

    sanayi ve ticaret bakanı cahit aral yaptığı basın açıklamasında şöyle demektedir: “türkiye’de günde iki kez yapılan ölçümlerde, radyasyon düzeyi çernobil kazası öncesindeki doğal seviyesinde olduğu tespit edilmiştir... komitemiz, radyasyonun türkiye kıyılarında, toprakta, suda ve havada doğal seviyede olduğunu açıklar. taek tarafından daha önce belirtildiği gibi, sularımızda, sütlerimizde, sebze ve meyvelerimizde, etlerimizde, hububatımızda, radyasyon sağlığı ile ilgili hiçbir sakınca yoktur.”

    9 temmuz 1986’da dışişleri bakanlığı, sanayi ve ticaret bakanlığı’na (bakan adına m. aşula imzalı) “gizli” damgalı bir mektup [(eibd-iii)-750.278-1573-652] göndermiştir. bu mektupta karadeniz’deki radyasyona ilişkin bilgi tekrarlanmaktadır.

    mektubun sonuna el yazısı ile eklenen notlar şöyledir:

    1) karadeniz balık ve deniz ürünleri kontrolü artırılsın.

    2) raporu bekleyelim.

    aynı gün, resmi gazete (9 temmuz 1986, # 19159, s.77) türkiye genelinde havadaki radyasyonun 6-14 mikroröntgen/saat olduğu ve bunun çernobil kazasından önce mevcut olan tabii radyasyon seviyesi olduğu yazılıdır!

    17 temmuz 1986’da tüm general fuat şenel genel kurmay başkanı adına sanayi ve ticaret bakanlığı ve taek başkanlığı’na yolladığı ”gizli” damgalı mektubun [3584-185-86/emn.s.1] ekinde prof. dr. izdar’ın clarke raporu’na ilişkin mektubu vardır. sonuna eklenen el yazısı notta şöyle deniyor: ”bilgi gizli tutulmalı (raporu bekleyelim) 28 temmuz 1986.”

    14 ağustos 1986’da sanayi ve ticaret bakanlığı’nın yök’e yolladığı mektup, 28 ağustos 1986’da, türkiye’deki tüm üniversitelere gönderildi. araştırmacılara imza karşılığında teslim edilen bu mektup, trgk’nın bilgisi dışında radyasyonla ilgili yapılacak tüm yayınlara yasak getirmiştir.

    2 eylül 1986’da prof. dr. izdar, taek’e yeni bir mektup (# 2141) yazmıştır:

    1) kendi kurumuna ait 25 haziran 1986 tarihli,

    2) seyir hidrografi ve oşinografi dairesi başkanlığına ait 1 temmuz tarihli,

    3) taek’e ait 7 temmuz 198 tarihli,

    daha önceki mektuplara gönderme yapan izdar, taek’ten raporu inceleyip türkiye’de ve dışarıda yayınlanmasının uygun olup olmadığına karar vermelerini istemiştir.

    17 eylül 1986’da sanayi ve ticaret bakanlığı, doğu karadeniz bölgesi’nden gelen tüm fındıkların fiskobirlik tarafından satın alınacağı ve bölgeden dışarıya çıkarılmayacağını belirten bir basın açıklaması yayınladı.

    bunu izleyen günlerde, ulusal basında bu kararla ve tepkilerle ilgili şunlar yazılıyordu:

    eylül 18 ­ milliyet gazetesi: tüm fındığa el kondu.

    eylül 19 ­ cumhuriyet: fındıkta yasağa sert tepki.

    eylül 19 ­ izmir ticaret: fındıkçılar aral’ı protesto ediyor.

    eylül 24 ­ izmir ticaret: aet’nin istemediği fındık sscb’ye satılıyor.

    eylül 24 ­ milliyet: üretici evren’e başvurdu.

    eylül 29 ­ yeni asır: aral: fındık gerekirse imha edilecek.

    eylül 30 ­ hürriyet gazetesi: fındık’ta radyasyon yok.

    iki hafta içinde fındık yasağı büyük bir baskı sonucunda kaldırıldı. bir devlet kuruluşu olan fiskobirlik üreticilerden fındığı satın alamadı. ödemeleri iki ay geciktirdi; ordu’da 41 fabrikada üretim durdu. 5000 işçi işsiz kaldı.

    taek, çnaem ve üniversitelerden nükleer bilimciler bir toplantı yaparak fındıktaki radyoaktiviteyle ilgili bilgileri yalanladı. istanbul teknik üniversitesi nükleer bilimler kürsüsü başkanı prof. dr. nejat aybers, karadeniz’in kirlenmesine ihtimal vermediğini belirtmiştir. aybers, çernobil’den akan suların dinyeper nehri’ne ulaşmadan önce, oluşturulan çukurlarda toplandığını, sovyetler’in göl kapaklarını derhal kapattıklarını iddia etmiştir. böylelikle radyoaktif suların karadeniz’e karışması önlenmişti. aybers’e göre, karadeniz’de normal sınırların üzerinde radyasyona rastlanmamıştı.

    26 eylül 1986’da izdar dokuz eylül üniversitesi rektörlüğü’ne:

    1) rektörlüğe ait 2 eylül 1986 tarihli,

    2) rektörlüğün taek’e yazdığı 25 haziran 1986 tarihli,

    3) taek’e ait 7 temmuz 1986 tarihli,

    4) kendisinin taek’e yazdığı 2 eylül 1986 tarihli, mektuplara gönderme yaparak bir mektup [#921/eyz/070-2375] yazmıştır.

    izdar araştırmanın dışişleri bakanlığı ve yüksek öğretim kurulu - yök’ün bilgisi dahilinde yapıldığını belirtmiştir. araştırma raporunun hazır olduğunu ve basım izni için 2 eylül’de taek’e iletildiğini açıklamaktadır. örnekler almayı sürdüreceklerini ve 16-24 eylül 1986 tarihlerinde alınmış örneklerde olduğu gibi, çekmece nükleer araştırma merkezi - çnaem’e analiz etmek üzere verileceğini söyler. sanayi ve ticaret bakanlığı tarafından 14 ağustos 1986 tarihli mektupla [1-01-398] bilim insanlarına dayatılan, türkiye’de radyasyon ölçümleri ve sonuçlarıyla ilgili olarak yapılacak tüm yayınlar üzerindeki sansürü kabul etmektedir. bu mektuba göre yalnızca taek ve trgk bu konularda açıklama yapmakta özgürdür. 14 ekim 1986’da, [tbmm b:13, 14.10.1986, o:1, s.577-599] milletvekilleri parlamentoda hükümete zorlu sorular yöneltmektedir:

    ­ fındıklar temizse neden ambargo kondu?

    ­ radyasyonla kirlendiyse ambargo neden kaldırıldı?

    ­ alman ithalatçı firmaları ile işbirliği yapan ihracatçılar radyasyon ölçüm cihazları getirmeyi önermişti. önerileri neden reddedildi?

    ­ ilgili bakanlar neden karadeniz bölgesi’ne gitmedi?

    eski hür demokratik parti grubu’ndan osman bahadır ise şu soruyu sormuştur: ”karadeniz’in suları radyasyonla ne ölçüde kirlenmiştir? balıklarda radyoaktif kirlilik var mıdır, yok mudur?” [tbmm b:13, 14.10.1986, o:1, s.586] cahit aral ise radyasyonla kirlenen çaylardan söz etmeden önce, ”bilimsel açıklamalar” yaparak, farklı bir tür radyasyona övgüler yağdırıyordu: “bir bitkiyi düşünelim; yaprağı, güneşten gelen radyasyon etkiler ve fotosentez dediğimiz olay meydana gelir... güneş radyasyonu olmazsa, bitki olmaz, hayat olmaz... “[tbmm b:58, 22.1.1987, o:1, s.141-142]

    26 ocak 1993’te tbmm çernobil konusundaki soruşturma önergesini reddetti. 1986 ve 1987 yıllarında da benzer girişimler olmuştu.

    3. trajik gerçek

    3.1. bağimsiz bilimsel sonuçlar

    13-22 haziran 1986 tarihlerinde, hamburg üniversitesi’nden iki, abd’deki woods hole oceanography enstitüsü’nden de iki bilim insanı, sinop kenti yakınlarında karadeniz’de araştırma yapmak üzere, dokuz eylül üniversitesi deniz bilimleri ve teknolojisi enstitüsü araştırma ekibine katıldı. daha sonraki yazışmalarda bu rapordan ”clarke raporu” olarak söz edilmektedir. 23-28 haziran 1986 tarihlerinde ise bu araştırmayı yapan bilim insanları, izmir’ de bir atölye çalışmasına katıldı (partikül çökelmesi ­ particule flux in the ocean). bu çalışmanın notları ekim 1987’de almanya’da yayınlandı.

    24 haziran 1986’da woods hole oceanography enstitüsü’nden hugh d. livingston, sonuçları bir teleksle izmir’deki deniz bilimleri ve teknolojisi enstitüsü başkanı prof. dr. erol izdar’a ve dr. s. honjo’ya gönderdi:

    “karadeniz’deki yeni sediman kapanının atıldığı alanda, sudaki çernobil sezyum izotop düzeyleri bomba döküntüsü düzeyinden yaklaşık iki kat yüksektir.

    suda, filtre edilebilen parçacıklarda ve planktonlarda (sudaki tek hücreli canlılar) doğrudan ölçülebilecek izotoplar, sezyum-137, sezyum-134, rutenyum-103, rutenyum-106, seryum-141, seryum-144, baryum-140, tantanum-140, zirkonyum-95 ve niyobyum-95’tir.

    radyonüklit düzeyleri, karadeniz, baltık, norveç ve barents denizlerinde büyük parçacık “tracer flux” incelemeleri dahil, çok çeşitli ”tracer” incelemelerine izin vermektedir. radyokimyanın ardından transuranik elementler ve stronsiyum-90 da kolayca ölçülebilmelidir. geriye kalan örneklerimin de izmir’den woods hole’a hava yoluyla gecikmeden yollanmasını lütfen sağlayınız. örnekler, kimseye yük olmamak koşuluyla, elde taşınırsa çok memnun olurum.

    bir gün sonra, 25 haziran 1986’da prof. izdar karadeniz’de radyoaktivite ölçümlerine ilişkin teleks mesajı ile ilgili olarak aşağıdaki yetkililere ”gizlidir” damgalı bir mektupla (# 1604) bilgi vermiştir:

    a) dz.k.k. seyir hidrografi ve oşinografi dairesi başkanlığı, çubuklu-istanbul,

    b) başbakanlık türkiye atom enerjisi kurumu başkanlığı, bakanlıklar-ankara,

    c) dışişleri bakanlığı havacılık ve denizcilik sorunları dairesi başkanlığı, ankara,

    d) dz. k.k. güney deniz saha komutanlığı, izmir.

    1 ekim 1986’da abd enerji bakanlığı, “karadeniz ve diğer deniz alanlarında çernobil serpintisi incelemeleri”ni yayınladı (hugh d. livingston, w. r. clarke ve s. honjo ­ woods hole institution, usa, s. 214-223; e. izdar ve t. konuk ­ dokuz eylül üniversitesi rektörlüğü deniz bilimleri ve teknolojileri enstitüsü; e. degens ve v. ittekot geologisches palaontol institute, almanya. çevresel ölçümler laboratuarı, çevresel ölçümler laboratuarı’nın çernobil kazasına ilişkin araştırma projeleri’nin bir özeti).

    rapor’da şöyle denilmektedir: “26 nisan 1986’da çernobil nükleer güç santralı kazasından büyük miktarlarda radyonüklidin alt atmosfere yayılımının, geleceğe uzanan çevresel radyolojik sonuçları vardır. karadeniz’e, en fazla tuna ve dinyeper nehirlerinden olmak üzere, kuzeybatıdaki nehirlerden büyük miktarlarda su akmaktadır. bu nehirlerin her ikisi de çernobil serpintisiyle ağır bir biçimde kirlenmiş nehir havzalarını boşaltmaktadır. bunlardan ikincisi, çernobil sahasını saran temiz su ortamını içerir.” (s.214)

    “dokuz eylül üniversitesi araştırma gemisi k. piri reis’teki bilim insanları sediman kapanlarında yaptıkları çalışmalara ek olarak örneklemeler için bazı istasyonlar belirledi. bunların 4’ü karadeniz’de, 1’i karadeniz yüzey sularının akdeniz’e aktığı boğaz’da, 1’i marmara denizi’nde 1’i de ege denizi’ndedir.” (s.215)

    “kapanlardan alınan bu örnekler karadeniz sedimanlarına karışan çernobil radyonüklitlerinin büyük parçacıklarının taşınımına ilişkin bir kayıt oluşturacaktır.” (s.216)

    “karadeniz’deki sezyum izotopu... düzeyleri oldukça dikkat çekicidir. yalnızca bomba döküntüsü cs-137 içeren tipik kuzey atlantik yüzey sularındaki konsantrasyonlar son zamanlarda 18 dpm/100l (3bq/m3) dolaylarında bulunmuştur. karadeniz değerleri olasılıkla düşük sezyumlu nehir akıntılarına bağlı olarak daha da düşük olmuştur. marmara ve ege denizlerindeki değerler ise bundan da düşüktür. bu yüksek konsantrasyonların olaydan iki ay sonra toplanmış yüzey sularında olduğunu belirtmek önemlidir. bu dönemde oldukça büyük bir karışım ve yoğunluk düşüşü olması akla yakındır.” (s.217)

    tablo 1, k. piri reis gemisi, haziran 1986: istasyonların konumları, s.220.

    _________________________________________________________________

    istasyon numarası tarih pozisyon mevki

    _________________________________________________________________

    3 14 haziran 1986 39 14.2'n; 25 20.0'e ege denizi

    7 15 haziran 1986 40 45.5'n; 28 09.2'e marmara denizi

    9 17 haziran 1986 41 16'n; 29 11'e karadeniz - boğaz girişi

    9a 17 haziran 1986 41 09'e; 29.05'e boğaziçi

    10 18 haziran 1986 41 47.6'n; 30 24.9'e karadeniz kıyısı sediman kapanı alanı

    13 19 haziran 1986 42 15.7'n; 32 33.5'e güney karadeniz eski kapan alanı

    15 18 haziran 1986 41 14.3'n; 30 23.4'e güney karadeniz kıyısı

    _________________________________________________________________

    tablo 2, r/ö k. piri reis tarafından toplanan yüzey sularındaki cs-137 konsantrasyonları; s.221.

    _________________________________________________________________

    konum istasyon no d.p.m/100lt. bq/m3

    karadeniz 10 852 +/- 69 142 +/- 12

    karadeniz 15 359 +/- 21 60 +/- 4

    karadeniz 13 212 +/- 30 35 +/- 5

    boğaz girişi 9 438 +/- 16 73 +/- 3

    boğaziçi 9a 394 +/- 19 66 +/- 3

    marmara denizi 7 196 +/- 34 33 +/- 6

    ege denizi 3 85 +/- 9 14 +/- 1.5

    ________________________________________________________________

    tablo 3, cs-134 konsantrasyonları ve yüzey sularındaki cs-134/cs-137 oranları: r/ö k. piri reis, s.222.

    ________________________________________________________________

    cs-134 konsantrasyonları

    konum istasyon no d.p.m/100lt. bq/m3 cs-134/cs-137

    karadeniz 10 400 +/- 17 67 +/- 3 0.47 +/- 0.02

    karadenzi 15 180 +/- 18 30 +/- 3 0.50 +/- 0.05

    karadeniz 13 89 +/- 5 15 +/- 1 0.42 +/- 0.06

    boğaz girişi 9 210 +/- 18 35 +/- 3 0.48 +/- 0.04

    boğaziçi 9a 181 +/- 16 30 +/- 3 0.4 +/- 0.04

    marmara denizi 7 80 +/- 10 13 +/- 2 0.41 +/- 0.05

    ege denizi 3 32 +/-6 5.3 +/- 1.0 0.38 +/- 0.07

    _________________________________________________________________

    ken o. buesseler, cilt 30, sayı 3, sonbahar 1987 tarihli oceanus dergisinde (s.23-28), ”çernobil: karadeniz’de oşeanografik araştırmalar” adlı çalışmasını yayınladı. karadeniz’de araştırma yapan ekipte, yazar, woodshole oceanographic institute’dan (whoi) meslektaşları ve batı alman ve türk bilim insanları bulunuyordu. buesseler çalışmayı şöyle anlatmaktadır:

    deniz bilimcileri açısından, çernobil kazası denizlere özel bir radyonüklitler serpintisinin yayılmasıyla sonuçlandı. karadeniz reaktör sahasına en yakın tuzlu su havzasıdır. çernobil’den önemli bir miktarda direkt atmosferik serpintiye maruz kaldı. buna ek olarak çernobil radyonüklitleri tuna ve dinyeper nehirleri tarafından karadeniz’e taşınmıştır ve taşınmaktadır. bu nehirlerin su havzaları, doğu avrupa ve kaza alanındaki yüksek serpinti bölgelerinin çoğunu içermektedir.

    kimyasal yapılarına göre çernobil serpintisi radyonüklitleri geniş olarak iki kategoride gruplanabilir. sezyum izotopları gibi yüksek çözünürlüğü olan elementler ve seryum, rutenyum, plütonyum, amerisyum ve küriyum gibi daha parçacık tepkili elementler. çernobil serpintisi, sezyum-137’ye ek olarak daha kısa ömürlü sezyum-134’den bol miktarda içerdiği için, çernobil öncesi ve sonrası sezyum sinyallerini kolaylıkla ayırmak olasıdır (sezyum-137, sezyum-134’ün yaklaşık yarısı kadardır). karadeniz’de boğaz’ın ağzına yakın yüzey sularındaki sezyum-137’nin metreküp başına 15’ten 340 bekerel’e yükseldiğini bulduk.

    whoi’nin sediman kapanı karadeniz’in güneybatı bölgesinde haziran-eylül 1986 döneminde 1071 metre derinliğe yerleştirilmiş- tir. (sediman kapanı, su sütunundan aşağıya düşüşleri sırasında çökelen parçacıkları toplayan oldukça büyük, konik bir hunidir. elektronik bir açıp kapama aracı sayesinde, yeni toplama kabını döndürerek huninin dibine yerleştirerek tek bir kapan açılımından sediman kapanı örneklerinin bir zaman dizisini elde etmek olanağı vardır.) çernobil radyonüklitleri üzerine başlangıç verileri böylece elde edilmiştir.

    partikül çökelmesi konusunda ise, “karadeniz’deki ve kuzey denizi’ndeki çernobil nüklitleri dağılımının karşılaştırılması” adlı çalışma; hamburg’dan s. kempe, h. nies, v. ittekot, e.t. degens, woods hole’dan k.o. buesseler, h.d. livingston, s. honjo, b.j. hay, s.j. manganini ve izmir’den e. izdar&t. konuk tarafından yazıldı ve ekim 1987’de scope/unep sonderband, heft 62, s. 165 -178’de yayınlandı:

    “çökelen sedimanlarda gamma spektometresi kullanarak, en yüksek aktiviteyi veren ru-103 olmak üzere cs-137, cs-134, ru-103, ru-106, ce-144, ce-141, nb-95 ve zr-95 tespit edilmiştir.

    “sonuçlar: bu gözlemler, iki kapan istasyonlarındaki serpintinin aynı hava kütlesinden kaynaklanmadığını çağrıştırmaktadır. almanya, ingiltere ve kuzey denizi esas olarak 27 nisan’da yayılan serpintiden; yani, ilk patlamadan ve korun ısı kaçağından hemen sonra, daha uçucu elementlerin yayılımıyla kirlenmiştir (kaynak: gesellschaft fur reaktorsicherheit, 1987). 1 mayıs’tan sonra, artık seryum ve rutenyum izotopları gibi daha yüksek oran-larda tamamlanmamış nüklitleri taşıyan radyoaktiviteyle bulaşık hava akımı güneye doğru yöneldi. işte bu hava kütleleri karadeniz’i kirletti.

    deniz suyunda yapılan doğrudan sezyum aktivitesi ölçümleri, mayıs/haziran aylarında kuzey denizi’nde 0,07-0,3 bq/kg arasında değerler vermiştir (deutsches hydrographisches institut, 1987). haziran’da karadeniz’de r/v piri reis yolculuğu sırasında 35 metre derinliğe kadar ki yüzey sularında ortalama ise 0,17bq/kg’dı. (buesseler ve diğerleri, 1987). karadeniz’deki ru-106 ve ce-144 aktiviteleri 0,008 ve 0,01bq/kg’dır ve kuzey denizi’nde de aynı biçimde küçük değerler bulunmuştur. bu düşük düzeyler çernobil olayının denizdeki zincir açısından önemini değerlendirirken yanıltıcıdır. ns3 kaplarında ölçülen toplam spesifik aktivite 1kg partikül madde başına 670.000bq’dir. (aktivite 1 mayıs’a standartlaştırılmıştır). yani normaldeki deniz suyundan 1.000.000 kat daha yüksek ve insan besinleri için cec standartları olan 600bq/kg’dan da 1000 kat yüksektir. böylece hem su kolonundaki hem de deniz tabanındaki deniz organizmaları mayıs ve haziran 1986’daki hızlı plankton artışı sırasında olağanüstü yüksek aktivitelere maruz kalmıştır.

    “güney karadeniz’de boşaltım ve partikül dağılımı ­ çernobil “radioizotop izleri (k.o. buesseler, h.d. livingston, s. honjo, b.j. hay, t. konuk ve s. kempe, derin deniz araştırmaları, cilt:37, sayı:3, s.413-430, 1990.) adlı çalışmada şöyle denilmektedir:

    bu yıllık döngünün sonunda, çernobil kaynaklı ru-106 ve ce-144’ün büyük bölümü yüzey sularından temizlenmiş ve çökelen partiküller üzerinde derinlere inmiştir; buna karşın bu olay sırasında bu radyoizotopların ara-sulara önemli bir yayılımı olmuştur.

    çernobil felaketinden 8 yıl sonra ”türkiye’nin karadeniz kıyılarında çernobil radyoakivitesi” adlı rapor, odtü kimya bölümü’nden inci g. gökmen, m. akgöz, a. gökmen tarafından yazılmıştır. rapor, tübitak ve odtü araştırma fonu tarafından desteklenmiştir.

    1994 ağustosunda toplanmış örneklere ilişkin olarak, raporun 3. sayfasında, 7 ayrı yerde karşılaştırılan yüzey toprağındaki cs-137 aktivitesi açısından 1986, 1990 ve 1994’te ayrı gruplarca yapılan 3 çalışmadan en yüksek verilerin 1990 yılına ait olduğu belirtilmektedir. 1994’teki 1, 8 ve 9 numaralı istasyonlardaki sezyum aktivitesi 1986’da taek tarafından yapılan ölçümden de daha yüksektir. bu farklılıklar yüzey toprağının toplandığı yerlerin farkından kaynaklanıyor olabilir. doğu karadeniz bölgesindeki 21 yüzey toprağı için saptanan ortalama cs-137 aktivitesi, (576+/-534 bq/kg) türkiye’nin daha az kirlenmiş bölgelerinden alınmış 14 yüzey toprağı örneğinin ortalamasından çok daha yüksektir (33+/-33 bq/kg). yosun örnekleri, aynı yerden alınan çerçöp ve yüzey toprağı örneklerine göre daha yüksek cs-137 aktivitesine sahiptir. bu ortalamalar 22 yosun örneği için 3091+/-4824, 12 çerçöp örneği için 316+/-301, 21 yüzey toprağı örneği içinse 576+/-534 bq/kg’dır. ilerde yapılacak çalışmalarda, bitkiler için aktivite transfer katsayıları ve göç kinetiği araştırılacak ve benzeri çalışmalar trakya’da da yapılacaktır.

    kazadan sonraki taek rakamları o kadar düşüktür ki araştırmacılar 10 yıl sonra türkiye’de çok daha yüksek radyasyon bulmaktadır.

    odtü’den merhum doç. dr. olcay birgül, doç. dr. inci gökmen, dr. ali gökmen ve dr. aykut kence, 1988 yılında “tüm baskı ve engellemelere karşın yaşamımızı büyük ölçüde tehdit eden radyasyon konusunda ödün vermeden gerçekleştirdikleri bilimsel çalışma” için ankara tabip odası halk sağlığı ödülü’ne layık görülmüştür.

    3.2 radyoaktif çaylar

    taek, çernobil felaketinin başından beri karadeniz bölgesinde radyasyon kirliliği olduğunu biliyordu. buna karşın, ne çay yetiştiren insanlara ne de çayı işleyen fabrikalara resmi bir uyarı gönderilmedi. devlet kuruluşu olan çaykur kirliliğe ilişkin ilk bilgiyi aralık 1986’da almıştır. çay ürününü alındığı 1986 yılının mayıs ayı ile aralık ayı arasındaki 8 ay boyunca insanlar bir uyarı yapılmadan habersiz bırakıldı.

    çoğu kadın olan çay işçileri, hasat zamanında yarı bellerine kadar ıslak çay yapraklarının içinde çalışır, yöre insanı bütün günlük gereksinimleri için yağmur suyundan yararlanır. bu sekiz ay boyunca işlenen ve paketlenen en kirli çaylar hiçbir koruma önlemi alınmaksızın pazara sürüldü (en yüksek kaliteli çaylar almanya’da satılarak orada yaşayan türk işçileri tarafından tüketildi). çaykur’un denetlenmeye başlandığı aralık ayından sonra bile, küçük özel fabrikalar normalin altındaki fiyatlarla, bazen kaza öncesine tarihlenmiş sahte çaykur paketleriyle radyoaktif çay satmayı sürdürdü. böylece pahalı çaylar da ucuz çaylar da radyoaktifti.

    bir karşılaştırma yapabilmek için, iskandinavya ve bazı diğer avrupa ülkelerinde 2-3 mayıs tarihlerinde yağmur suyunun kullanılmaması yönünde tavsiyede bulunuldu. yağmur suyundaki radyoaktivite düzeyleri öyleydi ki, tüketilseydi uluslararası radyasyon korunumu komitesi (icrp) kaza doz sınırlarına bir günde ulaşılacaktı [batı avrupa’da çernobil’in radyolojik etkileri, r.h. clarke¬ nea newsletter, sonbahar 1986, s.9-10].

    16 aralık 1986’da çaykur genel müdürlüğü çay paketleme tesisleri’nde ölçümler yaptı. not: harmanlanan çaylar, 15 çuval 1985 ürünü, artı 10 çuval 1986 ürününden oluşuyordu. harmanlanan çayın ortalaması 30-35 mikro röntgen’di. kazadan sonraki 8 ay boyunca türk çayı denetlenmemişti. sonra 1986 aralığında, taek çayın 89.000 bqkg’a kadar radyasyon içerdiğini resmen itiraf etti.

    almanya’daki bir türk bilim insanı olan dr. yüksel atakan (fizik mühendisi) 1990 nisanında “çernobil radyasyonunun çevre ve insanlar üzerindeki etkileri” adlı bir çalışma yayınladı. atakan 101. sayfada şu rakamları vermiştir:

    aralık 17, 1986 çay çiçeği 29 530 bq/kg

    “ altınbaş 10 500 “

    “ rize çayı 8 350 “

    “ çay çiçeği 28 970 “

    türkiye’de satın alınmış çaylarda (almanya’da) yapılan ölçümlerin sonuçları, haziran 1987’den çeşitli örnekler: 6000-30 000 bq/kg (toplam cs).

    20 aralık 1986’da hürriyet gazetesi başbakanlık basın merkezi’nin açıklamasından alıntı yaparak şöyle diyordu: “çayı şimdi içebilirsiniz¡ kesin rapor: demlenince radyasyon etkisini kaybediyor. günde 20 bardak çay bile zararsız.”

    30 aralık 1986’da taek 58.000 ton radyoaktif (12.500-89.000 bq/kg) çayın gömülerek yok edilmesine karar verdi. bu karar ancak (alınışından bir yıl sonra ve çay hasadından ise 20 ay sonra) 19 ocak 1988 tarihli resmi gazete’de yayınlanmasının ardından yürürlüğe girecekti. çayın miktarı 44.773 tondu. ağustos’da yeni bir kararda 58.000 tondan söz ediliyordu. yıllar boyunca o kadar çok çay depolardan çalındı ki yetkililer çayı boyamak zorunda kaldılar.

    radyasyonla kirlemiş çayların bir bölümü ancak yedi yıl sonra gömülebildi ve radyoaktif izotopların sızıntısından kaygı duymak için geçerli nedenler vardır. radyasyonun havaya yayılmasına yol açacak olan yakma seçeneğinden vazgeçilmişti. türk halkına içirilen çay 130.000 tonu bulmuştur! o zamanki cumhurbaşkanı evren, başbakan özal, bakan aral ve o sırada taek başkanı özemre, kamuoyuna çay içmenin tehlikesiz olduğunu defalarca söylemişti. gazete ve televizyonlara poz vererek çay içtiler. radyoaktif çayın tüketicisi üzerindeki etkilerinden bu liderler sorumludur.

    aral: “biraz radyasyon iyidir.”

    özal: “radyoaktif çay daha lezzetlidir.”

    5 ocak 1987’de aral’ın çaykur-rize genel müdürlüğü’ne yolladığı ”kişiye özel - gizli” damgalı mektupta [004] taek’in şart koştuğu ölçümler istenmektedir:

    ­ 40 mikroröntgen/saat radyasyon içeren çaylar paketlenecek,

    ­ 40-80 mikroröntgen/saat radyasyon içeren çaylar ayrı bir depoda saklanarak taek uzmanlarınca temiz çaylarla harmanlanacak,

    ­ 80 mikroröntgen/saat’tan fazla radyasyonlu olan çaylar ise bir depoda kilitli tutulacaktır.

    aral, böylece 1987 yılına ait yüksek aktiviteli çayların depolanmış olacağını ve gelecekteki kullanımına 1987 ürünün satışına bağlı olarak karar verileceğini belirtmiştir.

    16 ocak 1987’de odtü kimya bölümü’nden dr. olcay birgül ve dr. inci gökmen ve biyoloji bölümü’nden dr. aykut kence, fen ve edebiyat fakültesi dekanı’na “çayda radyoaktivite ölçümleri” adlı raporlarını sundular. kaygılı vatandaşlar tarafından üniversiteye getirilen çaylarda ölçüm yapıyorlardı (zamanın cumhurbaşkanı kenan evren’in çayı bile onlara getirilmişti).

    rapora göre: “1985 tarihli bazı çay çiçeği paketleri yüksek radyoaktivite göstermiştir. çaydan suya geçen cs yüzdesi halka bildirilen %3’ten çok daha yüksek olup, %65’tir. günde 5 bardak çay içen bir kişi yıllık 65-105 mrem’lik bir doz alacaktır. yılda 105 mrem’lik bir doz almak ise icrp 1990’da tavsiye edilen sınırın üzerindedir. radyasyonun eşik dozu yoktur ve maruz kalınan radyasyonu en aza indirmek için her türlü önlem alınmalıdır.

    1) hamile kadın ve çocuklar çay tüketimlerini azaltmaları için uyarılmalıdır.

    2) çayın kaynar suyla yıkanması aktivitesini düşürmektedir.

    3) daha fazla radyoaktif çay piyasaya sürülmemeli, kirli çayın temiz çayla harmanlanmasına son verilmeli ve radyoaktif olanlar yok edilmelidir.

    4) piyasaya sürülen radyoaktif çaylar toplatılmalıdır.

    5) çernobil radyasyonu çeşitli kaynaklardan alınmıştır.

    bu, halk sağlığı açısından olası bir sakınca anlamına gelir. bu nedenle, özellikle tıbbi röntgen filmleri gibi uygulamalardan alınan radyasyon en aza indirilmelidir.bu raporun yazarları, radyasyon güvenliği komitesi’ninyök aracılığıyla üniversitelere uyguladığı radyasyon ölçümleri ve açıklamaları yasağının kaldırılması yönündeki inancını dile getirmektedir.”

    çay örneklerini ve bunların aktivitelerini gösteren tablo:

    ­ çay çiçeği: 31’de 29 aktif örnek, ortalama 9600, en fazla 36.800 bq/kg;

    ­ rize (yeşil paket): 8’de 8 aktif örnek, ortalama 18.000, en fazla 33.400 bq/kg;

    ­ lipton: 9’da 9 aktif örnek, ortalama 14.700, en fazla 28.800bq/kg;

    ­ diğer, 41’de 24 aktif örnek, ortalama 11.800, en fazla 38.700 bq/kg.

    19 ocak 1987’de, çaykur çay işletmeleri genel müdürlüğü tara-fından çnaem’e gönderilen mektup - radyasyon denetim raporu (rize 100. yıl çay paketleme fabrikası, yaş çay fabrikaları ve çevredeki çay bahçeleri) 4-17 ocak 1987. mektupta şöyle denilmektedir:

    “çevre yaş çay fabrikalarındaki depolarda, normalin üstünde istif yapıldığından, sürgünler arasında karışıklıklar meydana gelmiştir. hatta çnaem’e ölçülmek üzere gönderilen çay örneklerinin de karışık olduğu ve bu nedenle bazı fabrikaların birinci sürgün çaylarının iyi, bazılarının ise her üç sürgününün yüksek aktiviteli olduğu ölçülmüştür. halbuki, reuter-stokes cihazımızla yaptığımız taramalar sonucunda, genelde bütün fabrikaların birinci sürgünlerinin yüksek, ikinci sürgün çayların da orta seviyede aktivite içerdikleri görülmüştür.”

    22 ocak 1987’de demokratik sol parti grubu’ndan fikret ertan, parlamentoda o zaman taek başkanı olan özemre’yi eleştiriyordu. ertan’a göre özemre, daha radyasyon bulutu türkiye’ye ulaşmadan türkiye için tehlike yok diyerek kendisini bağlıyor... ”tek görevi halkı paniğe uğratmamak.” [tmbb b:58, 22.1.1987, o.1, s.152-3.]

    27 ocak 1987’de hürriyet gazetesi: "çayda yeni alarm¡ başbakanlığın yasakladığı odtü raporunu yayınlıyoruz."

    aynı gün, taek başkanı özemre çaydaki radyoaktivite üzerine yapılan çalışmaya ilişkin olarak odtü rektörü prof. dr. mehmet gönlübol’a bir mektup yazmıştır. bu mektup aynı zamanda: başbakan, yök başkanı, sanayi ve ticaret bakanı ve radyasyon güvenliği komi-tesi başkanı, sağlık ve sosyal yardım bakanı, devlet bakanı (m. tınaz titiz ve dışişleri bakanı’na gönderilmiştir:

    “... çernobil kazasından sonra türkiye’de kişi başına 9 ayda alınan doz 22 milirem’dir. bu da bir göğüs röntgeni çektirildiğinde alınan doz kadardır... bilimsellik kisvesi altında, bilimi kamuoyunu tedirgin etmeye alet etmek gibi adi ve pespaye bir gayeye vasıta kılmak gayretkeşliği, hamile kadınlarda panik yaratabilecek ve pek çok bebeğin doğmadan katline vesile teşkil edebilecektir. bu davranış, bu raporu kaleme almış sözde bilim adamlarına şeref vermediği gibi odtü için de fevkalade büyük bir talihsizlik teşkil etmektedir... odtü gibi ülkenin irfanına hizmet eden bir müessesenin manevi itibarını zedeleyen bu kabil suiniyet sahibi kişilerin odtü bünyesinde barınabilmiş olmasını derin bir üzüntüyle karşılamakta olduğumuza inanmanızı saygılarımla istirham ederim.”

    29 ocak 1987’de aral, ”karadeniz’in suyunda ve deniz ürünlerinde insan sağlığını tehdit edecek bir radyasyon kirliliği yoktur” açıklamasında bulundu. hürriyet gazetesindeki bir makaleye tepki vererek şöyle demektedir: ”haber kesinlikle yanlıştır. sözü edilen rapordaki bulgular benim açıklamamdan 24 saat değil 7,5 ay önceki bir araştırmaya aittir.” hürriyet’teki açıklamadan bir gün önce aral, “radyasyon kirliliği tehlikesi olmadığını, özellikle de çayda olmadığını” söylemişti.

    13-14 şubat 1987’de raporu hazırlamış olan bilim insanlarının sağlık ve sosyal yardım bakanlığı’ndan gözlemcilerle birlikte çnaem’de bir toplantıya katılmaları istenmiştir. onlar bu toplantıyı 22 saat sonra resmi belgeleri imzalamayı reddederek terk ederken, kamuoyunu doğru rakamlar ve gerekli uyarılarla bilgilendirme talepleri geri çevrilmiştir.

    24 şubat 1987’de, karadeniz üniversitesi nükleer fizik bölümü başkanı prof. dr. adil gedikoğlu türkiye’de üretilen çay üzerinde çernobil’in etkisine ilişkin çalışmasını aral’a gönderdi. çalışmanın giriş bölümünde, türkiye’deki tarım ürünlerinin bir çoğunun çernobil kazasından sonra az çok radyoaktivite ile kirlenmiş olduğunu açıklamaktadır. radyasyonun eşik dozu olmadığına göre, türkiye’de çaydan alınan radyasyon günde 5 bardak çay içen biri için oldukça fazladır. 1987 ürünü çayda radyoaktivite yoktur. bu nedenle 1986 ürünü çayın toplatılıp yok edilmesi önerilebilir.

    27 şubat 1987’de özemre aral’a yazarak bu çalışmanın yanlış olduğunu çünkü kullanılan formülün içerden ışınlanma için değil, dışardan ışınlanma için olduğunu belirtti. 5 mart 1987’de aral, prof. gedikoğlu’na yazdığı mektupta, “taek raporu inceleyecek.” demiştir.

    31 mart 1987’de prof. dr. gedikoğlu bir kez daha aral’a yazdı. doz hesaplama yönteminin hatalı olduğunu, daha doğrusu, taek ve odtü raporlarından değişik bir yaklaşımı yansıttığını, raporu düzelttiğini ve gönderdiğini açıklayan gedikoğlu bilimsel makalenin yayınlanabilmesi için izin istemektedir.

    gedikoğlu hala radyasyonun eşik değeri olmadığını belirtmesi dikkat çekicidir, fakat “bulunan doz paniğe yol açacak düzeyde değildir,” diye eklemektedir. eğer radyoaktif çay içilecekse, demlenmeden önce bir dakika kaynar suda tutulmalı ve süzülmelidir. bu kez radyoaktiviteyle kirlenmiş çayın yok edilmesi gereğinden söz etmemektedir.

    2 nisan 1987’de taek aral’a raporla ilgili bir mektup yazdı. uzun hesaplamaların yanısıra, türk çayının asla 15.000 bq/kg radyoaktivite içermediğini iddia ediyorlardı. taek’in rize’deki çaykur işletmeleri’ni denetlemeye başlamasından sonra radyoaktivitenin 6000 bq/kg’ın altında olduğu belirtilmiştir.

    13 nisan 1987’de aral, prof. gedikoğlu’na yazmıştır: raporu taek’e inceletmiştir. trgk’nın son açıklaması da ektedir. prof. gedikoğlu’nun kendi araştırmasını yeniden gözden geçirip aral’a yeni etüdünü göndermesi beklenmektedir.

    odtü biyoloji bölümü’nden dr. aykut kence’nin ”radyasyonun genetik etkileri ve çernobil kazası” adlı broşüründe şunlar ileriye sürülmektedir:

    çayın demlenmeden önce yıkanmasını önermekle bile, toplum 5000 kişi-sievertlik bir dozdan korunmuş olacaktır. çernobil’den türkiye’ye göre çok daha fazla etkilenmiş olan finlandiya’da tüm gıdalardan alınacak kollektif doz, en fazla 2400 kişi-sievert olarak tahmin edilmektedir. norveç’te ise çernobil nedeniyle hava, toprak, besin gibi tüm kaynaklardan alınacak bir yıllık kollektif doz 1100-1600 kişi-sievert olarak tahmin edilmektedir. çay örneğin-de olduğu gibi, kişi başına hesaplanan çok düşük bir doz olsa dahi büyük bir nüfusa uygulandığında radyasyonun tehlikesi genetik etkiler açısından büyük bir etkiye ulaşabilir.

    kirli çayla temiz çayı harmanlamaya yönelik taek yöntemi açıkçası yalnızca ticari amaçlara hizmet etmiştir. bireysel risk düşse bile kollektif risk aynı kalmıştır. genetik açıdan toplumun bir dozu bir yılda ya da iki yılda almasının bir farkı yoktur. elli milyon kişinin her birinin 50 miliremlik bir doza maruz bırakılması azımsanamaz. halkın ve doğmamış bebeklerin sağlığı yetkililerce bilinçli olarak tehlikeye atılmıştır.

    dahası, trakya veya doğu karadeniz bölgelerindeki kirlilik gözönünde bulundurulduğunda türkiye’de insanların 50 ya da 60 mrem aldığını söylemek bir şey ifade etmez. avrupa’da çernobil’den 400 -2000 km uzaklıkta “sıcak noktalar” bulunmuştu, çünkü radyasyonun homojen bir dağılımı olmamıştır. prof. dr. tolga yarman (nükleer mühendis), rize ve trabzon’da (doğu karadeniz) yaşayan insanların çeşitli kaynaklardan 1,00 milirem/yıllık bir doz aldığını hesaplamıştır (7 yıl sonra çernobil olayı ve türkiye; forum 16 ocak 1993, ankara, s.37¬38). 22 nisan 1987’de aral’ın çaykur genel müdürlüğü’ne gönderdiği mektupta [#1-01/225] şöyle denilmektedir:

    1986 ürününün kullanılması sonucu boşalan depolara yeni ürün konulmadan önce, bu depoların bol su ile yıkanarak döşeme ve duvarlarındaki kontaminasyonun temizlenmesi gereklidir.

    4 haziran 1987’de [rgd: 10 500­ ] aral’dan çay kurumu genel müdürlüğü ­ rize’ye gelen ”gizli” damgalı mektuptan:

    “...1986 yılı mahsulü 20.100 ton çay piyasaya sürülmemeli ve hala depolarda beklemekte olan 44.773 ton çay ile birlikte taek’in denetimi altında saklanmalıdır.”

    22 haziran 1987’deki “gizli” damgalı çnaem ölçümleri, 49 örnekten yalnızca 11’inin doğal radyasyon seviyesinde olduğunu göstermiştir. istanbul’da piyasada satılan rize, lipton, karçay paketleri, 12.000-13.000 bq/kg civarında toplam aktivite göstermektedir.

    11 ağustos 1987’de aral, bir üniversite profesörünün sözlerine bir açıklamayla yanıt verdi. aral’a göre, katı ve sıvı yiyeceklerdeki radyasyon sınırlarının avrupa ülkelerinden çok daha düşüktü. ”çay için kullanılan sınır, avrupa’da süt için kullanılan 370 bq/kg’dır. sıvı haldeyken bu sınırın altında aktivite veren kuru çayların tümü güvenlidir.”

    31 aralık 1992’de tv1’de çay işletmeleri genel müdürü tuncay ergüven’in sözleri aktarıldı. ergüven, şu anda piyasada satılan ve stoklanan çaylarda radyoaktif kirlilik bulunmadığını söyledi. 1986’nın ikinci yarısından sonra, çaykur’a ait 58.000 ton çayda sınırların üzerinde radyasyon tespit edilerek taek denetiminde depolandı. bu çayların bir kısmı fabrika sahalarında gömülerek imha edildi. halen ankara, istanbul ve işıklı depolarımızda toplam 24.000 ton çay muhafaza altında bulunmaktadır.

    1992 yılı sonunda, özel bir söyleşi sırasında aral günah çıkardı: “hükümet gerçekten de çernobil’in türkiye üzerindeki etkileri konusundaki gerçekleri ve rakamları gizlemiştir”

    bu politikayı aşağıdaki iddialarla haklı göstermektedir:

    “radyasyonlu fındıkları rusya’ya satarak çernobil kabusunun intikamını aldık.”

    aral, ortalama türk diyetinde lüks sayılan bu fındıkların türk askerlerine de bedava dağıtıldığını onaylamıştır. (kaynak: biraz radyasyon iyidir, ümit öztürk, index on censorship 1/1986, s.1996, s.101-104.) bu fındıklar türkiye’de ilkokullarda da dağıtılmıştır.

    3.3 findik üretimi üzerindeki etkiler

    9 mart 1987 tarihli trgk basın açıklaması 87/1 şöyledir:

    dünya sağlık örgütü (who) sınırı 2000 bq/kg’dı. halbuki avrupa topluluğu bunu 600’e düşürdü. ihraç edilen fındıkları taek denetledi ve 101.000 ton fındıktan 140 tonu geri döndü. bu ihracattan 327.585.862 dolar döviz elde edildi; geçen yıldan %60 fazla. sovyetler birliği ile yapılan bir anlaşma ise 23.689.575 dolarlık iç fındığa eşdeğerdir.

    3.4 sağliğa etkileri

    22 mayıs 1987’de taek’in sağlık fiziği bölümü çnaem’e aşağıdaki mektubu [sap: 151-642-87] göndermiştir:

    “gazetelerde gittikçe artan ölü ve özürlü çocuk doğumlarının arttığı, ölü doğan bebeklerin bir çoğunun beyninde omuriliklerinde hasar görüldüğü bildirilmiştir. halbuki, 15 rad’ın üzerindeki dozlarla ışınlamalarda malformasyonlar embriyo ve fetüs üzerindeki etki ile artış gösterebilir; bu nedenle ancak 10 rad’ın üzeri bir kürtajı gerektirir; 5 rad’ın altı ihmal edilebilir düzeydedir. türkiye’de kişiler tarafından alınan ortalama doz 30 milirad mertebesindedir. akraba evlilikleri daha önemlidir.

    çernobil kazasından 7 yıl sonra yetkililer, çernobil felaketinin sağlık etkilerini yok saymaya çalıştılar. yök türkiye’deki birkaç tıp fakültesine mektup [b.021.tae.0.11.00.01-10800-1] yazarak çernobil’in sağlık etkilerini bildirmelerini istemişti. tarih 5 ocak 1993 cumaydı.

    hacettepe üniversitesi rektörü a. yüksel bozer bir rekor kırarak üç gün içinde bir mektupla [b.30.2.hac.0.00.01/354] yanıt verdi: “üniversitemiz 7 öğretim üyesi tarafından hazırlanmış olan imzalı rapor ekte sunulmuştur. üniversitemiz ve tıp fakültesine göstermiş olduğunuz güven dolayısıyla şükranlarımı sunarım.” bu mektup 8 ocak 1993 pazartesi günü gönderilmiştir. bu profesörler sözde, üniversite hastanesinin arşivlerinden istatistiklerle, çernobil felaketinin sağlık etkileri üzerine 18 sayfalık bir raporu bir hafta sonu yalnızca iki gün içinde tamamlamayı başarmışlardı. bu raporda öyle deniliyordu: “ukrayna’da kazayı takip eden 5 yıl içinde kanser vakalarında anlamlı bir artış olmamıştır.”

    halbuki ”çernobil’in tiroit kanseri bilançosu” (science, cilt: 270, 15 aralık 1995, s. 1758-59) adlı makaledeki grafik, çocuklardaki tiroit kanserlerinde 1991’de beyaz rusya’da 60 kat, ukrayna’da ise 30 katlık keskin bir artış olduğunu göstermektedir.

    “rusya, almanya ve ingiltere’deki çalışmalarda çocukluk kanserinde artma olmadığını göstermektedir. türkiye’de çernobil’e bağlı olarak karadeniz bölgesinde çocukluk çağı kanserleri ya da herhangi bir genetik hastalıkta anlamlı bir artış yoktur... gelecek 50 yıl için çocuklarımızı kötü beslenme ve enfeksiyon gibi radyasyondan daha önemli tehlikeler beklemektedir. bunun yanında sigara içen bir annenin veya babanın kendilerine çocuklarına ve çevrelerine verebilecekleri zarar çernobil sonucu oluşan riske göre kıyaslanamıyacak kadar yüksektir.”

    19 ocak 1993’te karadeniz teknik üniversitesi rektörü prof. dr. a. dumanoğlu “doğu karadeniz bölgesinde radyasyona bağlı kanser vakaları çalışma raporu”nu basına açıkladı. bu rapora göre, radyasyon insan sağlığını etkileyecek bir düzeyde değildir. radyoaktif çaylar toplatılmıştır, insanlara sebze ve meyveleri bol suyla yıkamaları tavsiye edilmişti. dumanoğlu, çernobil kazasının sonucu olarak, karadeniz bölgesindeki kanser vakalarının son yedi yılda artmadığını iddia etmiştir.

    ktü tıp fakültesi, iç hastalıkları ve pediatri ana bilim dalları’nda üç ayrı çalışma yapılmıştır:

    * iç hastalıklar ana bilim dalı: lösemi vakaları, 1986 öncesi %0,7’den, 1986 sonrası %2’ye çıkmıştır. multiple myeloma, 1986 öncesinde %0,2’den, 1986 sonrası %0,9’a çıkmıştır.

    * pediatri ana bilim dalı: lösemi, 1986 öncesi %0,04’ten, 1986 sonrası %0,1’e yükselmiştir.

    * “bu bölgede yapılan bir diğer çalışmada ise yeni doğan bebeklerde nöral tüp defekti ve anensefali oranında artış saptanmıştır.”

    bu raporun yazarları h. mocan, h. bozkaya, m. z. mocan ve diğerleridir. yalnızca bir tablo vardır ve sonuçlar hesaplanmamıştır (trabzon, doğu karadeniz bölgesinde nöral tüp defekti ve anensefali sıklığı). rakamlar eklendiğinde şu sonuçlar bulunmaktadır:

    ntd(her 1000 doğumda) anensefali

    1981-86 2,12 1,29

    1987-89 4,39 2,50

    “bu üç çalışma sonuçlarının tek başına radyasyonla izah edilemeyeceği, diğer çeşitli nedenlerin de etkilerinin araştırılması gerektiği inancındayız.”

    bölgesel farklılıklar: yüzbin kişilik bir grup, ülke ortalamasının üzerinde radyasyon dozuna maruz kalmıştır.

    0-1 yaş arası bebekler 0,350 msv (ort. 0,147 msv)

    yetişkinler 0,594 msv (ort. 0,500 msv)

    “buna göre gelecek yıllara yönelik bir tahmin yapmak bilimsel bir kesinlik taşımayacaktır.”

    araştırmacıların vardığı sonuçlar: ”doğu karadeniz bölgesinde çernobil reaktör kazasına bağlı olarak radyoaktiviteye maruz kalan-larda kanser veya doğumsal anomalilerdeki rakamsal artış sadece radyoaktiviteye bağlanamaz. yetersiz hijyenik şartlar, yeni doğan çocuk ölümü sebepleri, yetersiz beslenme, trafik kargaşası, çevre kirliliği sorunları ile yakın akraba evlilikleri ve bölgenin jeo-lojik yapısı bölgeyi radyasyondan daha önemli tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir. ayrıca doğu karadeniz halkının bu konuda yeterli bilimsel çalışma sonuçları alınmadan paniğe sokulmasına sebep olacak durumların yaratılmamasına dikkat edilmesi gerekir.”

    araştırmacıların önerilerinden biri: ”ktü’de bölgedeki çeşitli bitkilerle, sebze ve meyvelerle, toprak ve suda sürekli aktivite ölçümü yapılabilmesi için her türlü cihazlarla donatılmış bir laboratuarın kurulması uygun olacaktır.

    21 ocak 1993’te trakya üniversitesi, tıp fakültesi araştırma sonuçlarını açıkladı. ”kaza günü ve takip eden günlerde” yöre yaşayanlarında radyoaktif iyot ölçümleri yaptıklarını iddia etmektedirler. dünya kamuoyunun çernobil felaketini reaktörün patla-masından iki gün sonra öğrendiğini vurgulamak gerekir. öğretim üyeleri radyoaktivitede önemli bir artış olmadığını belirtmiştir. toprakta süt ve benzer ürünlerde bir radyasyon artışı olmuştur. bulguları iaea bültenindeki verilere uymaktadır: çocuklarda ve yetişkinlerdeki hematolojik kanser vakalarında artış yoktur, tiroit kanserlerinde artış yoktur (1981’de 1, 86’da 1, 88’de 4, 89’da 1, 90’da 3, 91’de 4, 92’de 5).

    kasım 1995’te cenevre’de bir who konferansında ilk kez tiroit kanseri uzmanları birçok vakadan çernobil radyasyonunun sorumlu olduğu konusunda görüş birliğine vardılar. en fazla kirlenmiş bölge olan gomel’de (çernobil’in 200 km kuzeyi) bu hastalığa yakalanan çocukların sayısı 1986 öncesinde 1 milyonda 1’den azken, 1994’te 1 milyonda 200’ü geçmiştir. kazadan bu yana doktorlar, çocuklarda 10’u ölmüş olan 680 vaka teşhis ettiler (kaynak: daha kötüye gidecek mi? new scientist, 9 aralık 1995, s.14).

    beyaz rusya, ukrayna ve rusya’da 1986’daki kazadan bu yana artık kesinleşen 640 vaka sadece bir başlangıçtır. 1 yaşının altın-dayken en yüksek düzeyde çernobil serpintisine maruz kalan çocukların %40 kadarı yetişkin olduklarında tiroit kanserine yakalana-bilecektir. (kaynak: dillwyn williams, cambridge üniversitesi histopatoloji profesörü, avrupa tiroit kurumu başkanı, ”çernobil bebeklerinin ürkütücü manzarası”, new scientist, 2 aralık 1995 s.4)

    who’da görevli bir radyasyon bilimcisi olan keith baverstock, ”uzun vadede çernobil’den gelen sıcak parçacıkların neden olduğu cilt, meme ve akciğer kanserlerinde artışlar olacaktır” demektedir.

    meme ve akciğer kanserlerindeki artış atom bombası patlamalarından yalnız 20 yıl sonra ortaya çıkmıştı. multiple myeloma, mide ve bağırsak kanserlerindeki artışların ortaya çıkması ise 30 yıl aldı.

    beyaz rusya’daki halk sağlığı araştırma merkezi’nden alexei okanov’a göre çernobil felaketi, katarakt, kardiyovasküler hastalıklar ve hiperaktif tiroit bezleri sorunlarında boyutu henüz belirlenmemiş bir artıştan sorumludur.

    radyasyon ana rahmindeki fetüslerin gelişmekte olan beyinlerini tahrip etmiş olabilir. bir who araştırmasının ilk bulguları kirlenmiş bölgelerdeki çocukların daha fazla zihinsel gerilik, daha fazla davranış bozuklukları ve daha fazla duygusal sorunlara maruz kaldığını göstermiştir.

    ukrayna tıp bilimcileri akadamisi’nden who araştırmacısı angelina nyagu’ya göre, “doğum öncesinde ışınlanmış çocuklar sorunu ne yazık ki bir öncelik haline gelecektir.” bu bulgular, ana rahminde radyasyona maruz kalan 1100 çocuğun aynı zamanda zeka geriliği sorununun ülke ortalamasının aştığı japon kenti hiroşima’dan gelen bulguları güçlendirmektedir. abd ordusu ii. dünya savaşı sırasında 1945 yılında hiroşima’yı bir atom bombasıyla yok etmişti.

    nükleer dostu iaea, radyasyona maruz kalmanın marjinal ve olasılıkla ”tespit edilemeyecek” bir artışla sonuçlanacağını iddia etmektedir. cenevre konferansı’ndaki bir çok bilim insanı iaea’nın bu müdahalesini en iyisinden patavatsızlık olarak nitelendirmiştir. keit baverstock’a göre, iaea’nın tiroit kanseri vakalarının “yılda 1 milyonda birkaç 10”a ulaşacağı görüşü, yanlıştır. 1995’te gomel’de bu hastalığa yakalanan çocukların sayısı 1 milyonda 240’a çıkmıştır.

    fin radyasyon ve nükleer güvenlik merkezi’nde araştırmacı olan wendy paile, iaea’nın dengeli iyot dağıtımına yalnızca toplumun aldığı ortalama radyasyon dozu 100 miligrey’i aştıktan sonra başlanması yönündeki tavsiyesini eleştirmektedir. paile başlangıç sınırının 10 miligrey’e düşürülmesi gerektiğini söylemiştir. iaea’ nın tavsiye ettiği başlangıç sınırı hastalığa yakalanan çocuk sayı-sının 100 kat artarak milyonda 100’e yükselmesine izin verilmesini kabul edilebilir gördüğü anlamına gelmektedir (kaynak: daha kötüye gidecek mi? new scientist, 9 aralık 1995, s.14-15).

    izmir dokuz eylül üniversitesi radyasyon onkolojisi ana bilim dalı başkanı ve avrupa radyasyon komitesi üyesi prof. dr. münir kınay, 7 mart 1996’da greenpeace’in çernobil felaketinin türkiye’deki sağlık etkilerine ilişkin sorusunu şöyle yanıtladı: “her gün normal apartman dairelerinde gerekli korunum önlemlerini uygulamayan yeni röntgen kliniklerin açıldığı türkiye’de radyasyonun teşhiste (röntgen filmleri v.s) kullanımı kontrol edilememektedir. teknisyenler bir hastanın evinde bile film çekebiliyor. dahası, radyoaktif maddeler içeren tehlikeli hastane atıkları evsel atıklarla birlikte çöplüklere boşaltıyor. kırsal alanlardan büyük kentlere olan büyük göç ve daha eski tarihlere ait tıbbi kayıtların olmayışı nedeniyle türkiye’de sağlık istatistiklerini izlemek olanaksızdır.”

    “bu nedenle, türkiye atom enerjisi ajansı’nın bugün türkiye’deki radyasyon uygulamalarıyla açıkça başa çıkamazken, bir nükleer enerji santralından çıkacak çeşit çeşit radyoaktif atıklarla nasıl başa çıkacağını umduğunu düşünmek çok zor.”

    9 nisan 1986’da türkiye kanserle savaş vakfı’nda görevli kemoterapist ve ilk sayısı ocak 1996’da yayınlanan vakıf dergisi “bülten”in genel yönetmeni dr. mehmet aran, greenpeace’e şunları söyledi: ”türkiye’de güvenilir kanser istatistikleri yoktur. kanser resmen bildirilmesi zorunlu hastalıklar kategorisine ancak 1985’te alındı¡ 1985 öncesi dönemine ait kullanabileceğimiz rakam yok. sağlık bakanlığı kanser savaş daire başkanlığı, kanser bildirimlerinin değerlendirilmesi 1991-1992 (yayın no:552, 1994, ankara) adlı bir kitapçığı var. istatistikler söz konusu olduğunda ciddi araştırma yürütebilecek ne maddi kaynak, ne de uzmanlık vardır. çernobil kazasından sonra türkiye’de kanser hastalıklarında hiç artış olmadığını söyleyenlere inanamazsınız. artış olduğunu söyleyenlere de.

    dr. aran’ın alaylı bir uslupla vurguladığı bir diğer sorun da şudur: ”türkiye’de, yan odadaki meslektaşınızın yaptığı bir çalışmadan bile haberiniz olmuyor! bu bir çeşit rekabet duygusuna, iletişim eksikliğine ya da bilimsel çevrelerdeki ilgisizliğe bağlı olabilir.”

    kanser savaş daire başkanı dr. cemil kuşoğlu tarafından 1994 tarihli kitapçıkta belirtilen acı gerçek şudur; 1983’ten bu yana onlara bildirilen kanserlerin sayısı bir türlü 20 binlerin üzerine çıkmamıştı. bunun nedeni, türkiye’de kullanılan pasif yöntemdi. bazı raporlarda kanser vakaları sıklığının yılda 100 binde 150 olarak hesapladığını anlatan dr. kuşoğlu her yıl 90 bin ila 100 bin yeni vaka olacağını açıklıyor. bakanlık bilgisayar kullanımına 1993’te geçmiş ve 1992 verileri ilk bilgisayarda değerlendirilmiştir. böylece daha önce kullanılan “çeteleme” yöntemi terk edilmiştir.

    3.5 turistleri aldatmak

    24 şubat 1987’de hamburg’taki türk büyükelçisi, müsteşar yardımcısı dr. mustafa aşula, sanayi ve ticaret bakanlığı’na 1987 turizm sezonunda radyasyona ilişkin bir mektup [eibd-iii-750.278-461-151] gönderdi. ”verbraucher zentrale” (tüketici merkezi) hamburg’taki türk konsolosluğunun gelecek turizm sezonuyla ilgili bilgi sağlamasını istemiştir.

    taek’ten “verbraucher zentrale”ye gönderilen bilgi şöyledir:

    1) türkiye tüketilen gıda maddelerindeki toplam sezyum aktivite miktarı yönünden, aet ve oecd üyeleri arasında en düşük düzeye sahip ülkeler arasındadır.

    2) yeryüzünde “ground deposition” olarak bilinen aktivite oranın ülkemizde tespit edilen en yüksek değeri (peak value) 3 bq/m2 olup, bu oran doğal seviye olarak kabul edilmektedir. ege üniversitisi, deniz bilimleri ve teknoloji enstitüsü ile işbirliği içinde yapılan çalışmalar denizlerimizde çernobil kazası dolayısıyla doğal seviyenin üzerinde bir aktivite artışı ve kirlenme olmadığını göstermiştir.

    4 greenpeace’in talepleri

    dün, çernobil kazasının sonuçlarına ilişkin bilgiyi türk halkından gizlemeye çalışanlar, bugün türkiye’de nükleer enerji promosyonu yapmaktadır. nükleer enerjinin güvenli ve ucuz olduğunu iddia edebilmek için çernobil’in türkiye ve dünyaya etkilerini hasıraltı etmek üzere her türlü yola başvurmaktadırlar. kanserler ya da doğum anormallikleri gündeme getirildiğinde türkiye’de sağlıklı istatistiklerin olmadığı gerçeğine sığınırlar. 10 yıl sonra, çernobil’in korkunç sonuçları daha yeni ortaya çıkmaya başlıyor. greenpeace nükleer yanlısı bilim insanlarının, tarihin bu en kötü endüstri kazasını önemsiz göstermek çabalarına dikkat çekiyor.

    türkiye atom enerjisi kurumu eski başkanı prof. dr. nejat aybers: ”nükleer enerji gerçek bir çevre dostudur... muhterem çevreciler lütfen dinlesinler bir nükleer santral kazası insan öldürmez. hatta radyasyon hastalığına sebep olmaz. çernobil kazasında nasıl ölmüş o 31 kişi? o reaktörün damına çıkmış, onlar kurtarıcı, itfayeci, yanmışlar.” (kaynak: “nükleer enerji ve çevre” paneli, uluslararası nükleer teknoloji kurultayı, 12-15 ekim 1993 ankara, tmmob makina müh. odası yayını no: 168, s. 219 ve 221) politikacıların ve nükleer kartellerin çıkarlarının radyolojik korunuma yeğ tutulduğu açıkça ortadadır. türk yetkilileri, nükleer enerji santralleri kurmayı planlarken dünya enerji verimliliği ve alternatiflere doğru ilerliyor. isveç elektriğinin %46’sını sağlayan tüm nükleer reaktörlerini 1998 ile 2010 yılları arasında kapatma kararını vermiştir.

    türkiye dünyanın en tehlikeli nükleer enerji santrallerinden ikisine çok yakındır: bulgaristan’daki kozloduy ve ermenistan’daki medsamor. radyasyon sınır tanımadığı için bunların birinde olabilecek herhangi bir kazada, türkiye’deki yoğun yerleşimler mutlaka etkilenecektir. bu raporu okuyan kişi için, ülke içinde ya da dışındaki bir nükleer santralde olabilecek böyle bir felaketin türkiye’deki sonuçlarını hayal etmek kolay, ama aynı zamanda da acı verici olacaktır.

    greenpeace’in talepleri:

    ­ türk yetkilileri çernobil’in türkiye’ye etkileri üzerinde yoğun bir bağımsız araştırma yapılmasına izin vermelidir.

    ­ bu konudaki tüm bilgiler kamuoyuna açıklanmalıdır.

    ­ mersin yakınlarında akkuyu’da bir nükleer santral kurma planları terk edilmelidir.

    ­ türkiye, kömür ve nükleere dayalı yatırımlara yönelmek yerine, enerji verimliliği programları ve rüzgar, güneş, biyokütle, jeotermal ve su gibi alternatif enerji kaynaklarını planlamalı ve uygulamaya geçmelidir.

    26 nisan 1996

    melda keskin

    enerji kampanyasi sorumlusu

    greenpeace akdeniz ofisi
10 entry daha
hesabın var mı? giriş yap