9919 entry daha
  • bir italyan şirketinde çalışıyordum ve ofis taksime hayli yakındı. hemen her gün görüyordum o pırlanta gibi insanları; “imza verir misiniz?” diyorlardı “buraya” diyorlardı “ağaçları kesip bir garabet dikecekler”. her seferinde üşenmeyip imza atıyordum. artık beni tanıyorlardı; metroya inerken selamlaşıp gülümsüyorduk.

    sonra o çocukları çadırlarından söktüler. copladılar yerlerde sürüklediler. 31 mayıs cumaydı, o günün her dakikasını hatırlıyorum neredeyse. ofiste meraktan yerimde duramıyordum . twitter yıkılıyor, polis ablukasındaki parka göstericiler dört bir yandan ilerlemeye çalışıyordu.

    mesai bitimine yakın italyan müdür geldi, “akşam hepimiz orda tam kadroyuz. eksik istemiyorum.” dedi ve davetiyeleri verip gitti. festa della repubblica için konsoloslukta kutlama vardı. şirketin istanbul şubesinde toplamda 8 kişi çalışıyordu zaten; birimiz dahi gitmese farkedilecekti durum. ayrıca italyanlar böyle günlere çok önem verir; eğer dottore orada olun diyorsa, orada olunurdu, olunmalıydı.

    altı gibi davetiyeyi aldım yanıma, gömlek kravat çıktım şirketten. doğru harbiye'den aşağıya, gezi parkı'na. hemen hiç düşünmeden protestocu kalabalığa karışıp ilk gazımı yedim. iki saat boyunca kaç kovala apartmana sığın derken kıpkırmızı gözler ve kan ter içinde taşkışla'da buldum kendimi. bir türlü polisi yarıp parka varamamıştık. saate baktım; 20 dakika içinde konsoloslukta olmalıydım. mimarlık fakültesinin önünden parka doğru yürüdüm. protestocular genelde istiklal, gümüşsuyu ve harbiye'den yüklendikleri için polis parkın yanındaki intercontinentalin önüne hafif bir barikat çekmekle yetinmişti. davetiyemi çıkardım . üstümü başımı düzelttim yavaşça barikattaki polise yaklaştım. “ben…” dedim “konsolosluk çalışanıyım. hemen buradan geçip konsolosluğa ulaşmam gerekiyor.” polis davetiyeye, yaldızlı italyan cumhuriyeti armasına yazılara baktı baktı. evirdi çevirdi; anlamadı ama izin vermemekten de çekindi sanırım. arkaya doğru seslendi: “birini alıyorum içeri açın barikatı” ve ben elimi kolumu sallaya sallaya polis çemberinin arasına girdim. polislerin arkasından, az önce aralarında olduğum o devasa kalabalığa baktım. parkta her yere saçılmış yırtık çadır parçalarını, ambulanslardan kasa kasa indirilen gaz fişeklerini gördüm. taksim meydanı'na çıktım istiklal’deki mücadeleyi ağzım açık izledim. sonra polis kordonundan çıktım ve sıraselviler’den çukur cuma’ya oradan da italyan kosolosluğu’na vardım. hepsi protestuculara öyle bir yoğunlaşmıştı ki tüm bu zaman boyunca kordon içerisinde tek bir polis dahi durdurmadı beni.

    konsolosluk, sanki hemen yukarıda yer yerinden oynamıyormuş gibi nasıl sakin nasıl sessizdi. herkes gülüyor içiyor dertsiz kaygısız görünüyordu. biraz takıldım bir iki el sıkıştım sahte sahte sırıttım ama içim içimi yiyordu resmen. ne yapıyorum lan ben burada diyordum kendi kendime. ne yapıyorum lan ben? sonra elimdeki bardağı bıraktım ve arkama bile bakmadan çıkıp istiklal’e karıştım.

    31 mayısı 1 hazirana bağlayan o gece istiklal caddesi'nde yaşadıklarımı tek tek anlatacak kuvvetim yok. orada olan herkes gibi pek çok şey atlattım ben de. sabah saat 7’de, caddenin girişindeki barikatın önünde, atılan gaz fişeklerini polise geri yollarken buldum kendimi. üstüm başım kan içindeydi. gömlek yırtık. kravat kayıp. dizlerimde derman kalmamış. yanımda ayhan diye bir çocuk vardı, 21 yaşında. bağcılar'dan gelmiş bir fabrikada çaycıymış. “ayhan…” dedim. bittim olm ben” abi sen git dinlen. öğlen yine gelirsin. ben geleli daha 3 saat oluyor, korkma sen buralardayız daha.” istiklal’den tünel'e doğru yürümeye başladım. kalabalık zerre azalmamış, aksine gün doğarken yeni yeni insanlar katılmıştı. dev gibi bir irlandalı herif gördüğü herkese sarılıyordu. “siz çok güzel çocuklarsınız” diye bağıra bağıra ağlıyordu adam. karınca gibi malzeme taşıyordu insanlar barikatlara. sirkeli bezler, gaviskonlar elden ele…

    gezi direnişi ile tanışmam böyle oldu. sonraki günlerde de hep ordaydım. park polisten arındırıldığında, yeniden işgal edildiğinde her akşam oradaydım. her anıyla eşsiz ve ufuk açıcı bir deneyimdi benim için. özellikle parktaki o özgürlükçü ortamda “öteki” olanla tanışan kaynaşan herkesin ön yargılarının parçalanışını görmek enfesti. ilk aklıma o konyalı sofu kız geliyor: “affedin; benim gibi olmayanı hep hor gördüm, yeterince açamadım kendimi bu hayata.” diyerek alevilerden özür diliyordu. bunun gibi nice örnek..

    boktan hayatlarımız var be kardeşler. boktan. çoğumuz beyaz yakalılık denen yalanın riyanın en korkunç halini yaşıyoruz. uğruna savaşabileceğimiz koca koca ideallerimiz yok, zaferlerimz yok. ama bizim gezimiz var. bakınca şimdi 4 sene sonra, yaşlandığında hayatınla ilgili gurur duyarak ne anlatırsın deseler hiç düşünmeden gezi derim be .

    gezi.
2676 entry daha
hesabın var mı? giriş yap