53 entry daha
  • <prelude>
    aşağıdaki karalamayı 2+ yıl önce yazmıştım, taslaklarda kaldı. bugün bir arkadaşımla bu konu üzerinde yazışırken aklıma geldi, baktım silmemişim. üzücü gelen, zaten bıkkınlık dile getiren bir iç dökmeyken 2 yıl sonra şimdi tekrar okuduğumda "oo sen nerde yaşadığını sanıyosun şapşik" dedirtip yanaktan makas aldırtacak naiflikte gelmesi. subjektif görüş açımda sadece 2 yıllık bi deltanın, -bırak bi gıdım iyimser olabilmeyi- şikayet etmeye götürebilecek kadar umut bile bırakmamış olması. o yüzden, bu da bu deltanın fotoğrafı olsun o zaman.
    </prelude>

    üniversitedeyken bir ara bir misafir hoca gelmişti okula. ilk vizesinde sınıfa matbu kağıtlar dağıttı. üzerinde işte bu sınav kağıdını kimseden yardım almadan ve kimseye yardım etmeden dolduracağımı beyan ederim gibisinden bir ibare var. bunları imzalattı, topladı, sonra da "sınav soruları masanın üzerinde, ben 2 saat sonra gelirim" deyip gitti. ne kendi, ne bi asistan, kimse yok sınavda başımızda kopya çekiyor muyuz diye. sonraki sınavlarında da aynı... hocam sınavda başımızda durmuyosunuz diye yavşadıklarında da "sözünüze güveniyorum?" diye şaşırmıştı.

    oluyor kaç yıl, tatil için amsterdam'a gittim, internetten kiraladığım eşyalı bi evde kaldım. gayet de güzel, müzik sisteminden biblosuna cıvıl cıvıl bi ev. parayı tutarken vermiştik zaten, konaklama bitince de kiralayan kişiyi aradık biz bugün ayrılıyoruz gelin anahtarı alın, evinizi kontrol edin diye. kiralayan kişi "evde bir sorun var mı bildirmek istediğiniz" dedi. yok dedik. "tamam o zaman anahtarı dışarıdaki kutuya bırakabilirsiniz iyi yolculuklar" dedi. bayağı gelmeme gerek yok dedi kadın. ve gelmedi. sadece telefondaki sözümüze güvenerek... hırlı mıyız hırsız mıyız, evi soyup soğana mı çevirdik şüphelenmeden.

    tamam ana fikri anladık, var sadede bitir hoca diyorsunuz biliyorum, ama bir durak daha var.

    bir dönem çalıştığım işte çok fazla fransa'ya gitmem gerekiyor ve çok dikkatimi çeken bir şey var. bu fransızlar kuyrukta beklemekten hiç yüksünmüyor. başka bir sürü milleti de böyledir belki ne bileyim, benim fransızlar dikkatimi çekti. 20 metre kuyruk, 45 dakikadır adım ilerlemiyor, ama herkes sanki o günkü tek işi birkaç saat o kuyrukta bekleyip evine gitmekmiş gibi sakin... tüm kuyruklarda sabırsızlık gösteren, parmak uçlarında yükselip niye ilerlemiyo bu sıra diye söylenen, sinirli vücut diliyle yerinde duramayan insanlar hep bizim türk arkadaşlardan oluşan ekip. hayır bir acelemiz de yok, alacağız bileti gidip bir kafede 4 saat zaman öldüreceğiz. ama tek gerilen biziz ilerlemeyen kuyruktan. arkadaşlar bu durumu fransızların hımbıllığıyla açıklıyorlardı o sıra. "hımbıl millet aabi, ver kuyruğu dikilsin.... tiplere bak! hımbıl!!" oysa sıra bekleyen fransızlar ve sıra bekleyen türklerdeki duygu durum farkının altında güven var. sıra bekleyen türk, hakkının gasp edilmesine karşı her an uyanık olmak zorunda olduğunu biliyor. bunu içselleştirmiş. sıra ilerlemiyorsa, yandan birileri kaynak yaptığı için olabilir, gişedeki görevli sıraya sokmadan komşusunun işiyle ilgileniyor olabilir vs... o yüzden sıradaki türk, sıra ilerlemeyince acelesi olmasa bile geriliyor, hırçınlaşıyor. fransızda ise böyle bir şartlanmışlık yok. herkesin işini yapacağına, kimsenin onun bir hakkını gasp etmeyeceğine güveni var belli ki. aklına gelmiyor.

    ben hiç başka bir ülkede uzun süreli yaşamadım. oraya buraya iş için gittim, tatil için gittim. ama hep geçici süreyle, sınırlı şartlar altında, sınırlı gruptan insanları, ve hep bir yabancı, bir misafir olarak gözledim. o yüzden belki yanlıştır bu çıkarımlarım bilemiyorum. ama işte gördüklerimden çıkardığım kadarına çok imreniyorum. birlikte yaşadığın insanların sözüne, beyanına güvenebilmek, senin hakkını gasp etmeyeceğine inanabilmek çok güzel bir şey olmalı.

    ne yazık ki burada durum tam tersi. tuttuğunu düdükleme anlayışı bireysel, münferit bir durum değil burada, bir kültür. hele hele büyük şehirlerde.

    ve ben bıktım ulan bundan! bıktım!

    hizmet aldığım kamu/özel her türlü kuruma, alışveriş yaptığım marketten çocuğumu gönderdiğim kreşe, gittiğim hastaneden ürün getirttiğim siteye, her an herkesin 3 kuruşluk ekstra çıkar için tutturabildiğini çaktırmadan kandırmaya/dolandırmaya hazır olduğunu bilmekten, bu gerçeği her reddedişimde göz kırpmadan kazıklanmaktan, sürekli bir hak gaspına karşı uyanık olmak zorunda olmaktan bıktım. satış fiyatı 3 lira olan malın sırf pazarlık yapmayı sevmiyorum diye bana 5 liradan satılmasına tahammül etmekten, şerit daralmasında benim önümdeki geçtiği için durup yol verdiğim aracın arkasından "hah şu enayi durdu, dal hemen!" diyerek tampon tampona giden 25 aracı beklemekten, etiket fiyatı 1,5 tl olan ve hiç kimsenin almadığı otomattaki kıçı kırık bayat sandviçten üst üste 3 gün aldım diye, 4. gün sadece o sandviçin fiyatının 3,5 tl yapıldığını görmekten, sıra beklerken uyanık olmak zorunda olmaktan, alışveriş yaparken uyanık olmak zorunda olmaktan, hizmet alırken uyanık olmak zorunda olmaktan b-ı-k-t-ı-m. yaşayabilmek için her gün etkileşime girmem gereken yığınla insanın tek bir sözüne bile güvenememekten b-ı-k-t-ı-m!

    aklımız erdiğinden beri çalıştığı için ne kadar kaynak tükettiğinin farkında bile olmadığımız "cin olmalıyım, güvenmemeliyim" programını uninstall etmek istiyorum artık. sırf şirretleşmiyor diye bir başkasının hakkına tecavüz etmeyi, parasını, zamanını, güvenini çalmayı zeka göstergesi olarak bellemiş insanlardan oluşan bu havuzda çok ama çok yoruluyorum. bir "keriz" olarak, bir "enayi" olarak yaşayabilmek istiyorum. anlatabiliyor muyum?
74 entry daha
hesabın var mı? giriş yap