tarihselci kuran anlayışı
-
kısaca ifade etmek gerekirse bilerek veya bilmeyerek tarihselcilerin gerçekleştirmeye çalıştıkları amaç -eğer onların hakikaten böyle bir amaçları varsa- kur’an’ı tarihte “yeniden” etkin kılmak ise, zaten bu amaç islâm tarihi boyunca genel olarak dinî ilimler, özel olarak fıkıh ilimleri ve daha da özelde fıkıh usulü ilmi tarafından sağlanmıştır. bu çerçevede mesele tarihselcilerin -meselâ fazlur rahman’ın- etkin olmasına tavassut ettikleri faktörün söylenene muvâfık olup olmadığının araştırılması önem arzetmektedir. tarihselci söylemin -amacıyla ilgili olarak ne derse desin-, mahiyeti ve ortaya çıkardığı neticeleri itibariyle kur’an’a mı, yoksa günümüzdeki etkin güçlere mi, son iki asrı dikkate alacak olursak, batı sömürgeciliğine mi, etkin olma imkânı sağladığının müzakere edilmesi gerekmektedir. bu çerçevede soru/mesele, daha farklı bir şekilde söylemek gerekirse, tarihselciliğin tavrının ilmî mi, yoksa siyasî mi olduğu ile alâkalı gözükmektedir.
tarihselcilik ilmî bir “yöntem” midir, yoksa siyasî bir ideoloji midir?
tarihselciliğin nihilizmi intaç ettiğinin nietzsche’den beri açıkça bilindiği ve tarihselciliğin bir “yöntem” olmadığı dikkate alındığında (konuyla ilgili tafsilat:bk. charles e. bambach, heidegger, dilthey and the crisis of historicism: `history and metaphysics in heidegger, dilthey and neo-kantians`, thomas albert howard, religion and the rise of historicism hıristiyan teolojisi açısından tarihselciliğin ortaya çıkardığı sorunlar için bk. ernst troeltsch, der historismus und seine überwindung 2006, s. 67-132; yahudi düşüncesinin tarihselcilik karşısında geliştirdiği savunma stratejileri için bk. david n. myers, `resisting history: historicism and ıts discontents in german-jewish thought`), geriye siyasî bir ideoloji olduğu ihtimali kalmaktadır.
siyasî ideolojiler genellikle bir grubun ve sınıfın “çıkarlarını” muhafaza etmeye yönelik olarak geliştiğine göre, bir siyasî ideoloji olarak tarihselcilik, hangi “etkin grubun” çıkarlarına hizmet etmektedir? bunlar ve benzeri soruları cevaplayabilmek için bizim tarihselciliğin mahiyeti ve aldığı formları biraz daha yakından incelememiz, kendilerine tarihselci diyen “müslüman” okur yazarların bu husustaki mevkıflarını aydınlatmamız gerekmektedir.
...
önce fazlurrahman’da, daha sonra da onu takip eden bazı ilâhiyatçılar eliyle türkiye’de kendilerini tarihselci olarak niteleyen bazı ilâhiyatçıların dilinde ve eserlerinde görünür hale geldi.
eğer bu durum geleceği tahmin etme yönünde sömürge yönetimleri ve aydınlarının “ilmî” bir başarısı olarak kabul edilmeyecekse, o zaman, daha farklı bir seviyede siyasal bir başarı olarak kabul edilmesi ve bu çerçevede anlaşılması gerekmektedir. tarihselciliğin siyasal bir ideoloji olduğu ve bunun almanya’da fransız ve ingiliz istilâsına karşı, onları izâfîleştirerek kendilerine bir hayat alanı açma yönünde siyasal bir tavır olarak geliştirilmiş olmakla birlikte, islâm dünyasında sömürge aydınları / müstemleke münevverleri eliyle sömürgeci ülkelerin tesir alanını genişletmek için, kendi değerlerini izâfîleştirme şeklinde gerçekleşmesinin bir açıklamasını yapmak gerekmektedir.
`fıkıh ve kur’ân-ı kerîm hakkında geliştirilen söylem`i ancak bu çerçeve içinde hakikî mânası ile kavramak mümkün olacaktır. yoksa mesele dar anlamıyla hukukî düzen içinde bazı âyetlerde dile gelen hükümlerin uygulanması veya uygulanmaması değildir; mesele bir bütün olarak sömürgeci ülkelerin tasarrufu altında olup olmama anlamında siyasaldır.
bu çerçevede tarihselciliği ve modernizmi konuşmak, aslında son bir buçuk asırda neler olup bittiği konusunda bir “aydınlanmaya” yönelmeye vesile olmaktadır; bu yönden yaklaşık iki asırdır olağan üstü şartlarda yaşayan müslümanların, kendi normalitelerini keşfetmeleri (buna biz şimdiye kadar kullandığımız terimleri kullanarak taayyün edenin temyizi ve tayini de diyebiliriz), modernitenin mahiyeti gereği siyasallaştırdığı birçok alanı, bu arada fıkıh ve fıkıh usulü alanını kendi mahiyetlerine uygun bir şekilde, yani birer ilim olarak, keşfetmeleri yoluyla olacağa benzemektedir.
bu cihetten günümüzde yaşanan birçok meselenin, müslümanların hatalarından dolayı değil, onları hatalı konumuna / görüntüsüne sürükleyen / düşüren, onlara pek de tanıdık gelmeyen bir “siyasal teoloji” ile irtibatlı olduğu keşfedildiği zaman, kendilerine “teolojik” gibi gözüken veya gösterilen birçok sorunun aslında “siyasî” olduğu ve bu sorunların teolojik olarak değil siyasî olarak, yani islâm toplumunun istiklâli cihetinden, anlamlı olduğu da kendiliğinden açığa çıkacaktır.
tahsin görgün - fıkıh usulü ilmi ve tarihselcilik üzerine birkaç not
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap