• bir gün oturduk, kardesim copycat ile, her zaman oldugu gibi yalniz kalinca tedirginligimizden ne yapacagimizi bilemez halde ve gene iki yalniz olarak karsilikli nostaljik takilimli kisa cümleler üzerinden birbirimize takilip amaçsiz bir “önce kim kendinden bir seyler söyleyecek” yarismasindaymisiz gibi susuyoruz. o küçük hadi ne yapsa affoluyor da, ya - artik esek kadar olmus olan - benim "ben de küçüleyim, ne bileyim bir genç olayim, ne olur sanki?" diyerek susmama ne demeli !! agabeylik bu demek degil ki ! agabey dediginin yaşı itibariyle bir ağırlığı olur. kardeşlerinin kafasında her soru işareti belirdiği anda kendinden beklenen bir iki düzgün fikir uydurur, mantıklı cümleler kurar. onların gelecegine yönelik pozitivist bakis açilariyla güzel bir hayat tasarlar. vs.

    ben de ise o konsept hiç mi hiç yok. geldigim noktadan arkama baktigim zaman, en çok gençligimi özlüyorum. ne kadar sey biriktirdiysem, ne gördüysem, geçirdiysem ben onlari yasamis, kesfetmis biri olarak bir adim önlerinde oldugum için hepsi anlamsizlasiyor ve de daha çok degersizlesiyor. insanlar diyorum biriktirdikleriyle degil, kaybettikleriyle güzellesiyor. buldugu her sey egosunun tatminkarlik sinirlarini zorladigi için önemsizlesiyor. “bundan 20 yil sonra, yaptiklarin degil yapamadiklarin için üzüleceksin. dolayisiyla halatlari çöz. limandan uzaklara yelken aç. rüzgari yakala, arastir, düsle, kesfet. “ sözlerinin izinde yazarin, ben de bir gençlik düslemi içerisindeyim iste. onun rüzgarinda yelken açiyorum yeni kesiflere. hiç bir sey bilmedigim, hayatin üstümden gümbür gümbür geçtigi, tabiattaki her seyi tanima hevesinde olan bir genç(lik) özlüyorum. yeniden bir genç gibi olmak istiyorum. o yüzden de copycat ile karsilikli susuyoruz. o ne mal oldugumu bildigi için genellikle benim “gençlik özlemi” adli tiyatro oyunuma dahil oluyor. hiç renk vermiyor. öyle bir garip adam ki bu copycat, esdegeriyle yan yana bile duramiyor. bizi hep bir seylere alistiriyor. ama o alistirdigi adam gibi davranmiyor. isi habire savsakliyor. “çok çaliskan bir adamdir, notlari çok yüksektir.” diyoruz. o ise habire - magua gibi - evin en ergonomik kösesine kedi gibi kivriliyor. ama biz hala onun çaliskan bir adam oldugunu, her isi basaracagini düsünüyoruz. o ise her gün yeniden tanidigi dünyanin gerçeklerini görmeye baslayinca haytaliga vuruluyor. bu sebeplerden, yani o haytaliga ben gençlige vurdugumuz için beraber susuyoruz. oturuyoruz. televizyon izlermis gibi yapiyoruz.

    iste böyleyken yine, gözlerimizin önünden geçenlerin degil, aklimizdan geçenlerin pesinde televizyonda zap yaparken, karsimiza show t.v.’ de bir program çikti. bir gizli kamera görüntüsüne biraz gülmek için anlik takildik. ama ne yazik ki o an gördüklerimizin altinda yatani pek anlamadık. o yüzden de görüntülere şöyle bir sarildik.

    işte o anda bir masanin arkasinda, sonradan bir jinekolog olduğunu anladığımız dombili bir doktor portresi çizen zavalliyi gördük. pismis bir ifadeyle güzel bir kadina bakan her erkek gibi dalgali ve hülyalı bakiyordu. bir seylerden bahsediyordu, pek anlasilamadigi için mevzu izleyiciye alt yaziyla metinsel olarak veriliyordu.

    yakaladigimizda şu diyalogu duyduk|okuduk önce;

    jinekolog : “-ben kayahan’ i çok severim!”

    karsisinda oturan – sonradan gördügümüz – mini etek sesli kiz : “- ben de.”

    der demez o anda jinekologumuz birden önündeki masanin perspektifinden saga dogru kaykilarak gizli kameranin açisindan çikti ve elinde bir udla geri döndü.

    ve “aynanin karsisina geçip geçip\ kaderime agladim içip içip” diye basladi çalıp söylemeye. o an, jinekologu sanatsever biri olarak pek göremedik nedense ve copycat ile ben jinekologdaki çapkinligi hissederek, "buradan bize dalga geçmek için ekmek çikar" gibilerinden birbirimize sirittik. ama öte yandan, jinekologun bu apisik ruh haline de hak verdik. çünkü kiz, avina kenetlenmis vahsi bir hayvan gibi jinekologun fantastik düslerini sömürüyordu. durmadan jinekologun gözlerini oksuyordu. kelimeler üzerinden adamcagiza, seksüel görüntülerden baska birsey görmesine imkan vermeyen at gözlükleri takarcasina sessiz bir ses tonuyla konusuyordu.

    muhabbetin daha sonraki sürecinde kiz, beyaz bir mini etege örtünme disinda anlamlar yüklercesine bir bacagini digerinin üst baldirinin kasik sinirlarina dayanmis bir sekilde üst üste atmis, kameranin içinde bulundugu çantasini karsilarina koyarak, jinekologla çift kisilik bir kanepede yan yana otururken görülüyordu.

    aralarindaki muhabbet de, bu komik hikayenin anlatiminda emegi geçen ama hikayeyle pek de alakasi olmayan bana öznel seylerin, size kelime ötenazisiyle anlatilmis, * * sonrasinda anlatmaktan pisman olmak istemedigim, disavurumsal bir “düsündüklerini yazarak anlatma” sorunsalinin ko(z)mik ama saçma sapan sonudur. özünde ise, basliga uygun olarak öncelikli anlatilmasi gereken hikayenin asil görevi, copycat ile yaptigimiz susma yarismasina artik son vermek istegimi, ikimizin arasinda geçen gülünç aninin üzerinden atiflamaktir. *

    hikayeyi öznel seylerin, baska yerlerin karanlik dehlizlerine daldirmadan, kanepe üzerindeki gerçeküstü diyalog üzerinden anlatmaya devam edersek;

    jinekolog; “- her zaman gelirsin buraya artik” dedi, tüm pismisligiyle. kiz da, “- izmir’ den geldim ben, geri dönecegim. buraya her zaman gelemem." dedi. bunun üzerine jinekolog hiç alakası yokken enteresan bir sekilde kizin göbegine bakarak; “ – sende de göbek varmis” dedi. kiz da; “ – ne göbegi canim!” dedi. jinekolog bastirdi; “-yok yok var. ama ben o göbegini nasil eritecegini biliyorum.” dedi, yeni bir zayıflama kesfini açiklayacakmis gibi. kiz; “ – nasil ?” diye sordu. jinekolog bizi saskinlikta birakarak yöntemi(ni) açikladi.

    “ – tabi ki göbegi göbek üstünde eriteceksin!!!” dedi.

    biz tam ne oldugunu anlamadan kapiya kameramanla muhabir dayandi. jinekolog onlari görünce muayenesini bırakarak hiç bir cevap vermeden direk koşarak kaçmaya basladi! kameraman ve muhabir jinekologu kovalamaya basladi. muhabir yolda kosarken, jinekologu boyuna kistirip kistirip, “ne yapiyordunuz içeride” gibi sorular sormaya çalisti. jinekolog ise hiç konusmadan sadece kaçiyordu. kameraman ve muhabir kovaliyordu. jinekolog kaçiyordu. kameraman ve muhabir yoruluyordu. jinekolog kaçiyordu. kameraman ve muhabirle arayi açiyordu. jinekolog kaçiyordu. gözden uzaklasiyordu. böyle böyle kosu sahneleri izlerken biz, jinekolog kameranin isiklarinin ötesinde ortaliktan kayboldu.

    jinekologun, karanlikta, agzindan hiç bir kelime çikmadan, ürkünçlügünden belermis gözlerle uzaklasmasiyla, copycat ile ben de, sevisgenlikten mesleksel ve kisisel ahlak degerlerinin kösegenleri kaybolmus, bir "kendinden kaçma uzmani" olan zampara jinekolog müsfettesini tanimis olduk. göbek eritmede seksüel açıdan bir yaklasim ögrenmis olduk. ve sonrasinda komikligini geçip, gerçekligi üzerinden düsünerek, “bir elin parmaklari bile bir degildir.” (ata)sözüne yeniden inanmis olduk.
975 entry daha
hesabın var mı? giriş yap