aynı isimde "cin (içki)" başlığı da var
298 entry daha
  • türk toplumunda epey yaygın bir mit.

    kendi çapımda korku hikâyeleri yazıyorum ve mitolojiye, halk inanışlarına meraklıyım. o yüzden bu tür -yaşandığı iddia edilen- olayları dinlemeye ve okumaya çalışıyorum. bizzat yaşadığını iddia eden insanlardan dinlemişliğim var. ayrıca farklı kültürlerde de benzer inanışlar var -douen, demon, erintja, satyr- ve onlara da biraz hâkim olduğumu söyleyebilirim.

    musallat olan varlığın saldırı biçimleri ilgimi çekti. genellikle şu biçimlerde oluyor.

    -cin/demon/hayalet kurbanın etrafında sinsice dolaşıyor. bir yandan gizlenip diğer yandan varlığını belli ediyor ve korku salıyor. bunu bir süre -bazen uzun süre- devam ettirdikten sonra saldırılarının dozajını arttırıyor ve kurbanı tamamen ele geçirene kadar saldırıyor.
    -birdenbire ortaya çıkıp saldırıyor.
    -eğer alanına tecavüz edilmişse -sözgelimi gece yarısı bir incir ağacına yaklaşılıyorsa- önce yüksek ve korkutucu sesler çıkarıp uyarıyor. ancak ihlâl devam ederse saldırıyor.
    -yol kenarlarına pusu kurup geçenlere aniden saldırıyor. özellikle satyrler yapıyor bunu.

    çatışmalardan sonra yaptığı da kurbanı veya kurbanın yaşadığı alanı ele geçirmek oluyor. mesela bir aile cin musallatına uğradıktan sonra, eğer bu varlığı def edemezse yaşadıkları ev veya aile bireylerinden biri "sahipli" oluyor.

    bunun vahşi hayvan davranışlarıyla ne kadar benzeştiği ilginizi çekti mi?

    türümüzün yüzbinlerce yıllık bir geçmişi var. kuşaklar boyunca tekrarlanan deneyimleri ve bu deneyimlerin etkisini hâlâ bilincimizde taşıyoruz.

    fobiler genellikle bu durumla ilişkilendirilir. sözgelimi, örümcek korkusu en yaygın fobilerden biri ve milyonlarca insanın hatırlamadığı bir dönemde aynı deneyimi yaşayıp aynı izlenimi edinmiş olması mümkün değil. ki şu an evde rastladığımız duvar örümceklerinin tek zararı ısırdıkları yerlerin biraz şişmesi olabilir. fakat atalarımızın bu canlılarla pek iyi tecrübeleri olmamış, örümcek gördüklerinde kendilerini tetikte olmak zorunda hissetmişler ve bu arketip kuşaktan kuşağa aktarılarak bir fobi olarak hayatımızda yer edinmiş.

    korku, insan türünün devamını sağlayan duyguların başında gelir. eğer korku gibi bir duyguya sahip olmasaydık, muhtemelen bugünkü insan popülasyonu tembelhayvan gibi ağaçlarda yaşayan birkaç yüz hayvandan ibaret olurdu. insan korku duygusu sayesinde kendini korumayı, bir tehdit algıladığında kaçmayı ya da mücadele etmeyi, örgütlenmeyi başardı.

    tüm bunları neden anlattım?

    cin vakalarının genellikle geceleri gerçekleştiği iddia edilir. hatta sabah ezanı okunduğunda kayboldukları söylenir. dinlediğim hemen hemen bütün vakalar ya gece, ya da gündüz olmasına rağmen karanlık, gözden uzak ortamlarda gerçekleşiyordu. öğle vakti alaçatı'da gerçekleşen bir cin olayına hiç denk gelmedim.

    her neyse, bunun sebebi gayet basit. karanlıkta bizden daha iyi gören, daha iyi koku alan ve bizim için tehdit oluşturan birçok hayvan var. büyük kediler, yılanlar, kurtlar, ayılar, atalarımız bir zamanlar bunlarla mücadele etmek durumunda kalmış.

    "karanlık korkusu"nun sebebi budur. karanlıkta ne olduğunu göremezsiniz ve eğer bundan 100.000 yıl önce bir mağarada yaşıyorsanız, sizden çok daha iyi gören ve güçlü hayvanların tehdidi altındasınız demektir. bu durumda uyurken tetikte olmanız gerekir. peki bu tetikte olma hâlini ne sağlıyor? evet, korku. eğer korku duygusuna sahip olmazsanız o mağarada mışıl mışıl uyursunuz ve rakunlar için bile kolay bir hedef olabilirsiniz.

    kendimizi bu tehditlerden yalıtmayı başarmışız. ama şunun şurasında 10.000 yıldır kentlerde yaşıyoruz, bundan önceki yüzbinlerce yılın birikimini beynimizden ve genlerimizden atmak mümkün değil. yani atalarımızın vahşi hayvanlara karşı duyduğu korku bizde "karanlık korkusu" olarak evrilmiş. normalde önemsemeyeceğimiz sesler gece ciddi bir korku kaynağı olabiliyor. bu korkunun yarattığı etkiyle basit sesleri, gölgeleri, cisimleri bir şeye benzetebiliyoruz.

    eh, hemen hemen herkesin doğuştan sahip olduğu bu korkunun bir şekilde temellendirilmesi gerekiyordu. geceleri duyduğumuz seslerin bir sebebinin olması gerekiyordu. bu yüzden cin gibi figürlere inanmaya başladık.

    bu yüzden cin hikâyelerinin hiç biri güvenlikli sitelerde, otellerde, nişantaşı'nda, altında kafeterya olan evlerde, kalabalık kamp alanlarında geçmiyor. hikâyelerin tamamı insanların yalnızlık ve tekinsizlik hissi içinde olduğu yerlerde, köy evlerinde, eski evlerde, ormanlarda geçiyor. yaşandığı iddia edilen "tecrübelerin" tamamı da, halüsinasyonlardan veya korkunun etkisiyle yanlış yorumlanan seslerden/görüntülerden ibaret.

    ortada rorschach testi benzeri bir durum var. insan beyni basit bir gölgeyi korkunç bir canavara dönüştürecek kabiliyete sahiptir. şimdi cinlerin neden "inanmayanlara gelmediklerini" anlamışsınızdır.

    edit: vulpius tarafından yazılan (bkz: #13210198) giriyi de okumanızı tavsiye ederim. nörolojik açıdan daha açıklayıcı olmuş.
172 entry daha
hesabın var mı? giriş yap