2 entry daha
  • filmekimi'nde izleme fırsatı bulduğum, sinefil orgazmı yaşatan bir film.

    godard'ın hayatının belli bir kısmı boşandığı eşi ile birlikte geçen yılları üzerinden anlatılıyor. aralarındaki sorunlar ile aslında onun kişiliği, politik görüşleri ön plana çıkıyor.

    biz bütün bu süreci izlerken filmin yönetmeni louis garrel'a "ben godard değilim, onu oynayan bir oyuncuyum" dedirtmek, stacy martin ile ikisinin soyunuk olduğu bir sahnede "yönetmenlerin oyuncuları soyma takıntısını anlayamıyorum" sözlerine yer vermek gibi ufak oyunlar yapıyor seyirciye. film boyunca devam eden göndermeler sadece yönetmen ve seyirci arasında da değil: bizzat godard'ın çektiği le mepris, pierrot le fou, a bout de souffle gibi diyaloglarda da ismi geçen filmlerin bazı sahneleri, çekim mekanları ve de teknikleri (renk değişimi, ses oyunları gibi) de bu filmde yeniden temsil ediliyor.

    film hem bir godard filmi gibi hem de değil gibi. bir yandan godard'la özdeşleşmiş gündelik hayat çekimleri ve paris manzaraları izliyoruz ama michel hazanavicius'un kendine has estetiği biraz amelie ve jeux d'enfants gibi modern fransız filmlerinin renkliliği ve oyunbazlığını godard'ın tarzıyla harmanlıyor. bu açıdan mükemmel bir denge ile hem avangart olup hem seyirciyi içine çekebiliyor film.

    bütün sanatsal ve estetik yönleri bir kenara, 68'in paris'inin bir canlandırmasını izleyebilmek, dahası solcuların görüş ayrılıklarının bir tür komediye dönüşmesini görmek için de izlenesi.
26 entry daha
hesabın var mı? giriş yap