5 entry daha
  • pekala, madem nomen est omen diye latince bir deyiş yumurtlamış ata bellediklerimiz, madem adımız kaderimizi yansıtıyor, lakabımız geleceğimizi çiziyor, yanyana dizilmiş bir takım kerameti kendinden menkul eciş bücüş çizgiler kedinin yün yumağı ile oynadığı gibi hayatlarımızla oynuyorlar sevgili latinyalılara inanacak olursak, eee bizim de başımız kel değil ya, o halde ismimizi kendimiz belirleyip, kaderimizin dizginlerini ele geçiremez miyiz? üstelik başımız kel olsa kaç yazar, konunun kafataslarımızda santimetrekareye düşen saç teli sayısıyla bir ilgisi yok ki, aramızdaki köse lakaplı tüysüzler bile yapamaz mı bunu? mahkum muyuz harflerin ve hecelerin onomastik zulmüne?

    new york city’de yaşadığım yıllarda ne zaman çişim gelse arayıp fikir danıştığım queensli meşhur hintli ürolog (en azından artık ekşi sözlük çapında meşhur) “dilip doctor” da aynı benim gibi düşünmüş, bu nominatif determinizme isyan etmiş olacak ki, daha çocuk yaşında, “z” ile başlayan ve telaffuzu apu’nunkinden dahi daha mümkünsüz soyadını şıp diye değiştirivermiş (apu nahasapeemapetilon... ezberden yazdım vishnu sizi inandırsın). okulda “dilip ztelaffuzupekzor” olarak anılmaktan, ve de sözlülerde tahtaya en son kalkmaktan, dönem sonunda karnesini tüm arkadaşlarından 30-40 saniye daha geç almaktan 12 yaşındaki bacak kadar çocuktan beklenmeyecek derecede sıkılan dilip, çareyi gidip hocasına mızmızlanmakta, “öytmenim, öytmenim, soyadımın z ile bayslamasından nefyet ediyoyum, sözlüde hep sona kayıyoyum, nooluy biy çaye?” diye adamcağızın başının etini yemekte bulmuş (fakat ne kadar da şirin konuşurmuş öyle küçük dilip! söyleyemediği r’leyini yesinley.) mustafa kemal’in efsanevi matematik hocasından feyz alan hintli öğretmen de bir süre düşünüp, yol kenarındaki ineğe iki kuple dua ettikten sonra demiş ki: “bak dilipçiğim, anan doktor, baban doktor, o halde bundan sonra senin adın dilip doctor olsun, ne dersin?” ne diyecek, hay hay demiş elbet, ve de kırk yıldır da dilip doctor olarak hayatını sürdüregeliyor bu şahıs. yalnız bir gün hakikaten kendisine denk gelirsem, “madem derste hep sona kalmaktan bezmiştin, neden soyadını aardvark yapmadın behey adam?” diye de sormak isterim.

    bu tuhaf ama gerçek hikayeden zihnimi kurcalayan muammaya dönecek olursak, hakikaten de nomen omen midir? dilip bey blu çağında kendisine miras bırakılan soyadını reddedip mahallede “adım doctor...dilip doctor” diye gezinmeye, tüm kümesi elden geçirmiş horoz gibi böbürlenmeye başlamasaydı, yine de bugün doktorluk mesleğini icra ediyor, queens halkının idrar yolu enfeksiyonlarının tedavisiyle uğraşıyor olur muydu? dilip bey bu konuda söyle buyurmuş: “yıllar geçti, ortaokuldur, lisedir, hepsini bitirdim, bir meslek sahibi olma yaşına eriştim, kendi kendime dedim ki “zaten halihazırda herkes bana doctor diye hitap ediyor, eh bari ben de tıp okuyayım, doktor olayım, hem beni doktor bellemiş insanlar için kolay olsun, neşeli olsun, hem de partilerde, kokteyllerde yeni insanlarla tanıştığımda elimde hazır bir muhabbet konusu bulunur, bardan kız kaldırmaktan zorlanmam ilerde.”

    bu tür sahibinin mesleği ile müthiş bir uyum gösteren, ahenk içinde danseden isimlere ingilizce’de aptronym deniyor. “uygun, yerinde, tam oturmuş” manalarına gelen apt sözcüğü ile “isim” anlamındaki onuma son ekinin (hatırlayınız: retronym, eponym, homonym, anonym, pseudonym, vesairenonym) izdivacından doğmuş bir kelime bu, ve kavramın olmasa da sözcüğün fikir babası franklin p. adams isimli amerikalı bir köşe yazarı. kendisinin ikinci amerikan başkanı john adams veya önün oğlu ve altıncı amerikan başkanı john quincy adams ile bir akrabalığı olup olmadığını bilemiyorum. öyle yaygın bir soyad ki şu “adams”, sırf benim yaşadığım binada dahi 13 tane üstünde ‘adams’ yazan kapı zili var, üstelik binada sadece 8 apartman olduğunu düşünürseniz, biraz garip bir durum bu. bu meseleye daha yakından eğilmek icin (bkz: dünyada en sık rastlanan soyadlar)

    tıpkı pringles yerken olduğu gibi (once you pop you cant stop!), bu aptronymleri toplamaya bir kere başlayınca da durmak bir hayli zor: “felicity foote” ismindeki dans öğretmeni, “james bugg” adındaki böcek ilaçlayıcısı, beyaz saray sözcüsü “larry speakes”, wimbledon şampiyonu eski meşhur tenisçi margaret court ve astronot “sally ride”...hepsi gerçek birer insan ve neşeli birer aptronym örneği olmakla kalmıyorlar, adeta nomen est omen deyişinin de ayaklı birer kanıtı oluyorlar. fakat ben şahsen hepsinin bu aptroynmsel durumdan bezmiş olduklarını, tanıştıkları her yeni insanla “aa, adınla mesleğin ne kadar benzeşiyor!” muhabbetine girmektense, “john smith” veya “jane doe” olarak hayatlarını sürdürmeyi tercih edeceklerine inanıyorum.

    aptroynmlere bir kere başlayınca durulamadığı konusunda uyarmıştım sizi: haber yapımcısı “bill headline”, 2003 world series of poker şampiyonu chris moneymaker, roman yazarı “francine prose”, ingiliz nörolog “lord brain”, amerikalı yargıç “judge wisdom”, bunlar ismi değilse de cismi çoğumuza meçhul aptroynm sahiplerinden sadece birkaçı. peki ya ingiliz romantik şair william wordsworth öyle mi ya? “wordsworth” ismini hayat boyu taşımaya mahkum bir adam, şair olmasın da ne yapsın, sorarım sizlere? (aslında linguistlik de yakışırmış.) veya “armand hammer” isimli işadamının gün gelip de – zaten herkesin kendisine ait olduğunu sandığı - “arm and hammer” isimli kabartma tozu üreticisini satın almasını hayretle karşılayabilir miyiz? bu konuda kişisel tecrübeleri sorulan dr. robert e. strange, “ismim “strange” iken, psikiyatrist olmamak gibi bir şansım yoktu.” diyerek kaderini ismine teslim ederken, bellevue, washington menşeli avukat “david j. lawyer” “vallahi neden avukat olduğumu bilmiyorum, ama sarı sayfalar yerine yanlışlıkla telefon fihristinde “lawyer” (avukat) sözcüğünü aratıp beni bulan bir sürü müşterim ve müvekkilim var, cok memnunum.” şeklinde cevap veriyor, aptroynm’inin ticari getirisine, mesleki avantajına çekiyor dikkatlerimizi.

    isimlerle mesleklerin (yani bir yerde kaderlerin) benzeşmesinin önemli bir sebebi, soyadlarının yaygınlaşmaya başladığı ilk zamanlarda, insanların soyadı seçimlerinde doğal olarak mesleklerinden yararlanmış olmaları. misal, bugün “smith” sözcüğünün ingiliz dünyasındaki en yaygın soyisim olmasının sebebi, 16. ve 17. yüzyıllarda hem ingiltere’de hem de amerikan kolonilerinde her köy ve kasabada birkaç adet nalbant ve demirci (“blacksmith”) bulunması. günümüzde sırf amerika’da 2 milyondan fazla “smith” soyadlı insan var, fakat ülkedeki nalbant sayısı iki elin parmaklarını geçmez (iki elinizde 10 bin parmak varsa tabii.) benzer şekilde ülkemizde de “nalbant, terzi, demirci, ayrancı, çömlekçi, hırsız” gibi soyadlara, veya gelecek nesilleri de düşünmüş ileri görüşlü sülalerin evlatlarında “okçuoğlu, nalbantoğlu, sonütücütorunu, küçükesnafyavrusu, hayaliihracatçıçocuğu” şeklinde isimlere rastlamak gayet mümkün. ve eğer bu tür mesleki soyadlarına sahip kişiler, babalarının, dedelerinin izlerinden yürüyüp aile mesleğini icra ederlerse, babadan oğula öğretilen zanaatte ustalaşırlarsa, veya nepotizm yoluyla aile şirketinin başına geçerlerse, o zaman bir aptroynm sahibi olmaları, isimlerinin kaderlerini belirlemesi pek de şaşırtıcı olmaz, öyle değil mi? (pek de şaşırtıcı olmaz yerine “işten bile değil” diyecektim ki, gayet “işten” olduğunu fark ediverdim.) yani isimlerimizle kaderlerimiz, lakaplarımızla hayat hikayelerimiz arasında sadece tesadüfi değil, bir neden-sonuç ilişkisi, nedensellik zinciri de hasıl olabiliyor zaman zaman. fakat isimlerinin işaret ettiği meslek ya da uğraşa yönelen kişiler bunu ne derece bilinçli bir şekilde yapıyorlar, isim ve hayat arasındaki bu uyumdan, bu kader arkadaşlığından ne derece kişinin seçimleri, ne derece bilinçaltı, ne derece de tesadüfler mesul, iste bu hususta sağlıklı ve doyurucu çalışmalar, nomen est omen iddiasını doğrulayacak veya yanlışlayacak bilimsel araştırmalar mevcut değil ne yazık ki. bu vesileyle saygın linguist dr. hakkı dilbilmez ve ünlü psikolog dr. şeyhan ilgisiz’i göreve davet ediyorum, kendilerinden bu alanda kesin açıklamalar bekliyorum.

    ayrıca bir de “anti-aptroynm” veya “an-aptroynm” denilen bir kavram var ki, aptroynm sahiplerinin tecrübe ettikleri serendipitynin tam tersi, oldukça talihsiz bir durumu ifade etmekte kullanılıyor. yani, sahiplerinin meslekleri ile tam bir tezat yaratan, uyumsuz, mendebur isimler bunlar. an-aptroynm sahipleri, isimlerinin yoğun muhalefetine rağmen mesleklerini icra eden, titanik isimli bir şirket kadar zor şartlarda işlerini yapan kişiler bir anlamda: misal, “lawless” (kanunsuz) soyadına rağmen adalet dağıtan amerikalı yargıç, veya endüstriyel dolandırıcılığın önüne geçmekle görevlendirilmiş “federal trade commission”’in “orson swindle” (swindle = dolandırmak) isimli üyesi gibi. ülkemizde de “ahmet kanunsuz” diye bir polis, ya da “gökhan eliağır” diye bir dişçi var mıdır acep?

    bir de, ben de bu deyişin doğrusunu “nomen est omen” diye biliyordum, ama geçenlerde gayet saygın bir gazetede “nomen et omen” şeklinde okudum. “est”’teki o s harfine ne oldu acaba? yaş haddinden emekliye mi ayrıldı, yoksa böyle tunç kafiyeli bir latin vecizesinde görev almaktan sıkılıp istifa mı etti, pılısını pırtısını toplayıp los angeles’a mı taşındı, çalışma iznini çıkarttıktan sonra santa barbaranın s’si olarak mı işe başladı? zihnimde adriyatik denizi kıyısında, ufak bir italyan kasabasında bir harabe canlanıyor, roma imparatorluğu’ndan kalma. kimseciklerin uğramadığı, üç beş yıkık dokuk duvar, bir de hiçbir yere açılmayan bir kilise kapısından ibaret bir yer. kapının üstünde silik harflerle nomen est omen yazıyor, “francesco dindar” adında bir başrahip yazdırmış olsa gerek. s harfi bir gün n,o,m,e ve t harflerine dönüp diyor ki, “canlar, gelen yok giden yok, ben bezdim bu kilise kapısının tepesinde haremağası gibi bekleşmekten, böyle genelgeçer, ispatı da yanlışlanması da mümkünsüz bir deyişte nöbet tutmaktan. ben gidiyorum dostlar, yeni dünyada şansımı deneyeceğim, artık bensiz nomen et omen diye mi devam edersiniz, yoksa bir yerlerden a harfi transfer edip “teoman” mı olursunuz, o kadarı size kalmış. haydi sağlıcakla kalın. pardon, ağlıcakla kalın.”

    [bakın, tam unutuyordum. yeri gelmişken bu kader mevzusuna farklı bir yaklaşım için (bkz: character is destiny)]
14 entry daha
hesabın var mı? giriş yap