2 entry daha
  • yıllar önce bir akşam karımın kız kardeşi, elinden sıkı sıkı tuttuğu bir adamı bize getirdi. çok seviştiklerini, birkaç hafta içinde nişanlanacaklarını, onu bizimle tanıştırmak için daha fazla bekleyemediğini söyledi.

    o günlerde pek iyi değildim. iyi olsaydım işimden hiç düşünmeden istifa eder, şehir dışına çıkan ilk yolda kararlılıkla yürümeye başlardım ve yıkılana kadar devam ederdim yürümeye. (ayaklarım bana bu cesareti hiç vermediler.)

    müstakbel bacanağım konuşmaya başladığında kendimi bir anda, tv dizileri ve ankara'da yemek yenecek mekanlar hakkında yapılan hararetli bir sohbetin ortasında buldum. ıhlamurlar altında yaşanan aşklar, beyaz gelincikler, çöp şişler ve iskenderler havada uçuşuyordu. hiç hoşlanmamıştım bu adamdan. anlattığı hiçbir hikaye ilgimi çekmemişti. (hikayeleri severim oysa.)

    karıma, müstakbel eniştesini sevemediğimi, mümkünse sık görüşmek istemediğimi söyledim ama ciddiye almadı beni. evlendiler ve biz görüşmeye devam ettik.

    beni -nasıl desem- pek ciddiye almıyordu bacanağım, edilgen biri olarak görüyordu. belki de bu yüzden bütün sırlarını benimle paylaştı. kadınları çok seviyordu ve bulduğu her fırsatta onlarla vakit geçirmeye bayılıyordu. akrabalık dışında tek ortak noktamız alkol olduğu için sık sık bir araya geliyorduk ve benim için ancak alkolle katlanılabilir olan o anlar onun için, işlediği "günahları" ballandıra ballandıra anlattığı ayinlere dönüşüyordu.

    bize geldikleri akşamlarda bazen çalışma odama girer, mütevazı kitaplığımı ilgisizce süzer ve "ne adamsın lan!" derdi gülerek. sonra da kafasını sallaya sallaya salona dönerdi. bir tür suçluluk duygusuyla peşinden yürürdüm.

    birkaç kadeh rakıyla çözülüverir, kızları bir bahaneyle odadan gönderdikten sonra anlatmaya başlardı. anlattıklarına bakılırsa bir kahramandı o. bütün kadınlar bayılırdı ona. tanıdığı, tanımadığı birçok kadınla yatar; karısının, maceraları konusundaki körlüğüyle alay ederdi. gecenin sonunda ise-neredeyse her zaman- unutamadığı lise aşkını göz yaşlarıyla anar, sohbetine katlanmak için birbiri ardına devirdiğim rakı kadehlerinin yarattığı illüzyon yüzünden ben de duygulanırdım. kadehimi ilk aşkına kaldırır ve sarılıp teselli ederdim onu.

    bazen (kanımda kaynayan alkol yüzünden muhtemelen) ben de bir şeyler anlatma telaşına kapılırdım. dünyadaki kötülüklerden ve güzelliklerden söz ederdim. yoksullardan ve zenginlerden, kabalıktan ve şiddetten söz ederdim. sokak köpeklerinden, açlıktan, soğuktan söz ederdim. ağaçlardan ve bir ormanda kaybolma hayalimden söz ederdim. ateşten, tanrıdan ve karanlıktan, bende ölme isteği ve suçluluk duygusu yaratan bütün o şeylerden söz ederdim. konuşurken heyecandan gözlerim dolar, ağlamamak için kendimi zor tutardım.

    kafasını şöyle bir kaldırır, bana küçümseyen bir ifadeyle bakar ve "ne adamsın lan!" derdi. sonra kalkar, sallana sallana yandaki odaya giderdi uyumak için. bir tür suçluluk duygusuyla gidişini izlerdim.

    evlilikleri ancak birkaç yıl sürdü. boşandıktan sonra bir iki kez aradı beni ama karım hiç ciddiye almadı onu, görüşmemizin iyi bir fikir olmadığını söyledi.

    son telefon görüşmemizde, "iyi değilim ben" dedim. "işimden istifa etmek, şehir dışına çıkan ilk yolda kararlılıkla yürümek, yıkılana kadar devam etmek istiyorum."

    "ne adamsın lan!" dedi gülerek ve telefonu kapadı.
hesabın var mı? giriş yap