• her şey biryudumkitap.com'dan gelen günün pasajı başlıklı epostayla başladı. "kedimle sohbetler" konu başlığı yeterince ilgi çekiciydi. kitabın en hüzünlü sayfalarından bir alıntı vardı epostada. girişinde ise aşağıdaki alıntı vardı. kendimi kitaplardan başka nefes alacağı balkon kalmayan insanlara benzetmem kitabı okumaya başlamamda en büyük etkendi diyebilirim :) epostadaki giriş alıntısını da hemen ekleyeyim.

    "günaydın. bazı vakit geniş yollar dar gelir, büyük evler küçülür, hani derler ya; ruhu daralır insanın. yekta kopan, "kitaplardan başka nefes alacağım balkon kalmadı gerçekler şehrinde." derken bu zamanlardan bahseder belki de. her sabah bir yudum ferahlayın diye biz hep buradayız sevgili okur. var olun."

    eh, bu paragrafın üzerine biraz zaman ayırıp kitaba göz atmaya değmez mi? değer tabii ki, ben de öyle yaptım.

    ilk sayfalarda alelacele işine yetişmeye çalışan, günümüz iş yaşamının aşırı stresinde tükenmiş bir insanın hikayesiydi sanki. her yaptığını sadece bir şeylere yetişebilmek için yapan anakarakter birçoğunuzla benzerlik gösteriyordu.

    hikaye başlangıcında ilk çatışmayı aynı evde yaşayan aşıklar arasında görüyoruz. ispanyol çiftimizin iş bulabilmek amacıyla birkaç yıl önce ingiltere'ye taşındığını öğreniyoruz. ilk yıllarda çiftimizin iyi giden ilişkisinin nasıl olumsuz yönde değiştiğini görüyoruz.

    kitabın ana karakteri sara olmasına rağmen kitaba ismini veren bilge kedide bu stres dolu günlerde ortaya çıkıyor. sibila -namıdiğer bilge kedimiz- yan karakter olarak karşımıza çıkıyor. anakarakterimiz kediyle konuşmaya başlamasının delüzyon olduğunu düşünürken hepimizin aklındaki soruyu soruyor. "acaba deliriyor muyum?" önce kediyle konuştuğuna kendi de inanmamasına rağmen ilerleyen sayfalarda kedinin somut kanıtlarla sara'ya yol göstermesi kedinin inandırıcılığını artırıyor. hatta bu noktada artık kendimizi sara yerine koymaya başlıyoruz diyebilirim.

    kedinin bilgeliğini sara özelinde tüm insanlığa verdiği öğütlerden anlıyoruz. "siz insanlar" diyerek birçok kez bizi, yaşamımızı, değerlerimizi sorguluyor. tabii ki sanayi devriminden hatta ve hatta 50-60'lı yıllardan sonra yıkılan, yıpranan hayatlarımızın artık ortada kalmayan değerlerini sorguluyor. hızlı ve acele yaşamaya çalışmak, renk ve koku duyularımızı kullanmamak, fareler gibi metrolarda sıkışarak hayatımızı geçirmek bunlardan birkaçı.

    yazarın mekan kullanımını özellikle çok beğendim. hikaye boyunca bize tanıdığımız değerlerle eşlik ederek karakter yerine kendimizi daha çok koymamızı sağlıyor. mekanların genişleyip farklılaşması hikayede çok ustaca yedirilmiş. burası spoiler olabilir -yaşadığı evi sevgilisinin ihaneti sonrasında değiştirmek zorunda kalan ve çok daha küçük bir eve geçen sara, park ve sokaklarda daha fazla zaman geçirmeye başlıyor. bu sayede mekan kullanımı genişliyor. artık işinden yorgun argın eve gelip uyuyan sara yerine dışarı çıkıp saatlerce yürüyen, gözlem yapan, sadece koklayarak haz yaşayabilen bir sara görüyoruz.-

    yazar kedi karakteriyle bizimle konuşuyor. yaşadığımız modern toplumun bizi sıkıştırdığı metrolardan, evlerden, ofislerden haz etmemesine rağmen onlarla kavga etmek yerine kabulleniyor. örneğin -burası spoiler olabilir- sevgilisi joaquin, sara'yla birlikte kısmen zengin ve nezih semtteki evlerinde sara'yla vakit harcamak yerine artık playstationıyla oynayarak veya arkadaşlarıyla buluşup eve geç gelerek zaman harcıyor. oysa sara yeni taşındığı izbe ve küçük evinde karşı komşuyla iletişime geçebiliyor, sokaklarda dolaşabiliyor.

    hikaye sadece sara'nın kediyle sohbetleriyle ilerlemiyor tabii. kedinin bize verdiği öğütler yeterli olsa da sara'nın gerçek dünyada ailesiyle ilişkisi, iş yaşamının renksizliği, stres ve getirdiği hastalıklar da kitabın önemli bir parçası.

    kitap elbette başyapıt olarak karşımıza çıkmıyor ama kolay okunabilmesi, iş yaşamının gerçekçi stresine eğilebilmesi, karakterin çıkış yolunu kendi kendine bulabilmesi ilgimi çekti.
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap