13 entry daha
  • amerika’ya dönüyoruz tekrar. kurulan stüdyolar oligarşiyle endüstriyi kontrol ediyordu artık. hollywood’un sakin portakal tarlaları hızlıca sinemalarla ve yüksek teknolojili stüdyolarla doluyordu. hollywood tepelerinde yüzme havuzlu evler belirmiş, mezarlıkları starların da ölümlü olduğunu insanlara hatırlatmıştı. ses teknolojisiyle müzikaller yapılmıştı ancak bu dönemde birkaç tane tür daha ortaya çıkacaktı : gangster filmler, westernler, screwball komediler, korku filmleri, savaş filmleri, animasyonlar ve ciddi dramalar. bunlardan ilk dördü sadece amerika’ya özgü türler olacaktı.

    korku filmleri zaten 1920’lerde caligari, nosferatu, the golem gibi filmlerle piyasadaydı. hollywood ise bu geleneği the phantom of the opera ile takip edecekti. seyirci ise ancak iki büyük box-office filmiyle korku sinemasını tanıyacaktı : james whale’in frankenstein’ı ve tod browning’in dracula’sı. dracula tamamen sessiz, bela lugosi’nin vampir rolünde neredeyse hareketsiz performansıyla seyircinin nefesini kesiyordu. frankenstein, aynı dracula gibi, hikâyenin teatral dramatizasyonuydu. yönetmen the golem ve caligari’nin dışavurumcu ögelerini birleştirip bu filmde uygulamıştı. frankenstein rolündeki boris karloff bir yıldıza dönüşür ve önümüzdeki 40 yıllık süreçte korku filmlerinin en büyük aktörü olur.

    gangster filmleriyse seyirciyi hem şoke eder hem büyüler ve korku filmlerinin aksine hiçbir avrupa kökeni yoktur. neden amerikaya özgü olduğu da açık: 1920 ve 1933 arasında amerika’da içki üretimi ve satışı yasaktır ve mafyalar ülke içerisinde içki ticareti yapmaktadır. büyük şehirlerde italyan ya da irlanda asıllı mafyalar büyük aileleriyle imparatorluklarını kurarlar. şöhret, suç, aile draması ve etnisite gibi ögelere hollywood dayanamaz. bu ögeleri içeren ilk film little caesar’dır. daha sonra ondan daha çok şiddet içeren public enemy gelir. gangster filmleri ise ahlaki bir sorunu ortaya çıkarır. katoliklik ve içerisindeki ailevi ve riayetkâr ögeleri her zaman gangster filmlerinin merkezinden olmuştur. 40 yıl sonra da godfather’da geleneğe devam eder. ıtalyan katolik karakterlerin dindarlığıyla kanlı gaddarlıkları arasındaki zıtlıklar gösterilmiştir. 1930’lardan beri hollywood’un mafyalara olan sevdasını faşist bir leke olarak gören karşıt sesler çıkarmıştır. bu dönemin en önemli gangster filmi ise scarface’tir. stil olarak diğerlerinden daha cüretkar olup dışavurumcu ışıklandırma ve semboller kullanmıştır. senarist sevgililer günü katliamı ile ana karakter tony camonte’nin cinsel yetersizliğine vurgu yapar, senaryoda hayatın inceliklerini, medeni hiserini görmezden gelir. 1983’te brian de palma tarafından tekrar çekilir ve şiddetin dozajı daha da artırılır. gangster filmleriyle uluslararası filmcilerin içindeki hukuksuz güç düşkünlüğü ortaya çıkar. gangsterleri varoluşsal kahraman, faşist, sosyal kurbanlar, gizemli ve trajik görürler. gangster filmlerinin çoğu ise bozulan toplumlar ve yasa ihlalinin sonuçlarının keşfedilmesi hakkındadır.

    daha sonra daha detaylı bakıcak olsak da, bu dönemde ortaya çıkan bir diğer tür de western’lerdir. yasadışılığın ana tema olduğu gangster filmleriyle çokça karşılaştırılsa da westernlerin büyük çoğunluğu ortaya çıkan şehirler ve yasa koyma hakkındadır. 1920’den itibaren birçok western çekilmiştir, genellikle küçük film stüdyolarında, b-movie sınıfında. bazı oyuncular kendilerini büyük stüdyolara taşıyacaktır. ancak bir tanesi sadece western’lerin en büyük yıldızı olmakla kalmayacak, ayrıca american idealizminin ve erkeksiliğinin de ikonu olacaktır, john wayne.

    amerikan sessiz sinema dönemindeki komedi ise sesle birlikte dönüşüm geçiriyordu. en önemli değişim komedide kadınların daha fazla yer almasıydı. lubitsch ve feminizm hareketinin etkisiyle kadınlar da filmin önemli bir parçası haline geldiler, hem de sadece oyuncu olarak değil, özne ve ilham kaynağı olarak da. erkekler ve kadınlar arasındaki savaşsa yönetmen ve ayzarlar için kaynak oldu. bu filmlerin farkı ton olarak gülünç, hızlı ilerlemeleriydi. bunlardan en eğlencelisi ve hızlısı ise howard hawks’ın bringing up baby isimli filmi oldu.

    howard hawks demişken kendisine bir paragraf ayırmak lazım. to have of have not, the big sleep, red river, rio bravo, gentlemen prefer blondes gibi farklı türlerde çok önemli filmler yönetir. peki bir yönetmen hem chicago gangsterlerinin güç aşkını yakalayıp, screwball komediyi yaratıp, westernlerden aksiyonun çoğunu silip merkezine arkadaşlık ve yoldaşlığı koyabilir? kendisi röportajlarında bu soruya “`birkaç güzel sahne yarat ve seyirciye sinirlendirme`” diye yanıt verir. bir eleştirmen hawks’ı “sinemanın ürettiği en büyük iyimser” diye tanımlar, kimisi “hayata bakış açıcısı çok acı” der. hawks sıkı bir romantik realisttir, akımın poster çocuğudur. filmlerinde neredeyse hiç flashback kullanmamıştır, sadece gerektiğinde dolly shot kullanır, çok nadiren omuz yüksekliğinden başka bir ölçüde kayıt yapar. dışavurumculuğu, empresyonizmi, griffith kurgusunu, vs. göremezsiniz. sinema diline hiçbir şey katmamıştır. ancak bu yaşlı gri tilki halkın zevklerini çok iyi gözlemlemiş bir yönetmendir. ancak scarface ile birlikte avrupa’da da çok takdir görür. onun görünür ama tanımlanamayan büyüklüğü stüdyo sisteminin yaratıcılığı konusunda teoriler üretmeye zorlamıştır sinema eleştirmenlerini.
27 entry daha
hesabın var mı? giriş yap