6990 entry daha
  • "kötülük, kendi cephesiyle sınırlı kalabilen bir durum olsa işimiz çok kolay olurdu. her şey bir çizgi film basitliğinde olabilirdi o zaman. hayattaki kötülüğü çizgi filmlerdeki kötülükten ayıran en önemli şey şudur: kötülük, kendi iktidar alanı dışına taşar, kendini kötülük karşısında tarif edenlere de tesir eder, nüfuz eder, sızar, çürütür, biçimlendirir. muhalif olanlar bile ancak güçlü hissettiğinde birbirlerini öldürmekten, hırpalamaktan, tırpanlamaktan vazgeçerler maalesef. ne "kötü" bir şey değil mi? muhalefet kaybetmeye başlayınca gemiyi daha hızlı batırcak bir dalaşma başlar aralarında. son yıllarda yaşadığımız bu ve buna bir son verilmezse her birimiz kendi tahta parçamız üzerinde, karanlık bir okyanusta yüzüyor olacağız."

    diyor ece temelkuran 30 kasım 2015 tarihli penguen'deki yazısında. ben de diyorum ki işte türkiye'den siktir olup giden her birimiz kendi tahta parçamız üzerinde, karanlık bir okyanustayız. okyanus çok güzel bir şey olabilir uçsuz bucaksızlığının getirdiği sonsuz özgürlük hissiyle. ama evinde, yurdunda, doğup büyüdüğün yerde huzuru ve insaniyeti bulamadığın için kendini attığın bir sığınak ise, işte o zaman karanlık ve hüzünlüdür. okyanusa ayaklarını sokmak, 'okyanusta yüzdüm ben olm!' demek güzeldir ama okyanusta kendi tahta parçan üzerinde hayatta kalmaya çalışmak...

    işte o okyanusta kendi tahta parçan üzerinde hayatta kalmaya çalışmaktır cenk tosun'un ingiltere'ye turşu bidonuyla gitmesine sebep olan bence. o tahta parçasına ne kadar aile, ne kadar vatan, ne kadar yurt, ne kadar örf/adet/anane sığdırabildiğinle alakalı bir sorundur türkiye'den siktir olup gitmek.

    gittiğinde bir süre izlemezsin haberleri, sinir bozucu kimselerin zoraki seslerini duymama özgürlüğünü kullanırsın sonuna kadar. ama için el vermez. yine sabahları ilk yaptığın gazeteleri dolaşmak olur internette. sonra zamanla onu da çıkartırsın rutininden çünkü o dahi çok gelmektedir, akıl sağlığın için bir süre herşeyinden el etek çekmek en doğrusudur. ve nihayetinde hiç beklemediğin bir yerde, bir haberde, bir dost muhabbetinde duyarsın mesela 'türk ordusu'nun kuzey ırak'a yaptığı harekat...' diye bir cümle; askerdeki arkadaşların gelir aklına saniyenin onda birinde. geçen seneki patlamada kaybettiğin polis arkadaşın gelir aklına saniyenin diğer onda birinde. saniyenin geri kalanında ise daha ne olduğunu anlamadan sen, damla damla göz yaşlarının aktığını fark edersin. okyanus tutar seni.

    üstünden yıllar geçer ırak harekatı'nın, artık herkesin canının kaderinin tek bir keyfe baktığını kabullendiğin zamanlar gelmiş de geçmiştir bile. "offf canım nasıl da fasulye turşusu çekti" deme gafletinde bulunursun mesela en yakın arkadaşına; londra'dan istanbul aktarmalı cape town uçuşu molasında, sabahın 4ünde, elinde fasülye turşusu ve senin için kendi elleriyle yaptığı ve hem de senin için yapabilmek için öğrendiği, ilk defa yaptığı için de biraz hamur kalmış ama yine de tadı dünyadaki en mükemmel böreklerden bile harika olan bir tepsi börekle seni beklediğini görürsün dış hat gelişten çıktığın anda. o tahtaya sığdırabilir misin fasülye turşusunu, böreği, sabahın 4'ünde yarım saatliğine de olsa seni görmeye, sımsıkı sana sarılmaya gelen dostluğu?

    yine yıllar geçer uçağa alamayacağın için yarım saatlik molada yiyebildiğin kadar yiyp kalanını geri verdiğin turşunun üzerinden. hayat bu ya, ilk uçakla gitmek gerekir bir gün o siktir olup gittiğin türkiye'ye. ellerinde büyüdüğün ak saçlı tonton kadına veda etme zamanı gelmiştir çünkü. dönüşünün 3. gününde eder kaçınılmaz vedasını. ne kadar inandığın şüpheli de olsa onun inancına saygından alırsın abdestini, öpersin ellerinden, yıkarsın, paklarsın, yatırırsın huzura... gidemezsin. 7si çıksın önce dersin, sonra 40ı çıksın dersin. herkes seni şaşkın şaşkın izlerken, sen ondan öğrendiğin gibi dualarda bir güzel kavurursun helvasını. sonra eşyalarını da vereyim de öyle giderim dersin... dersin de dersin. siktir olup gittiğin türkiye'de 3,5 ay, ama yanlışlıkla ama kasten kalmışsındır ya yeniden... nasıl özlediğini, okyanusyaki o tahta parçasında okyanusun o uçsuz bucaksız özgürlüğündense kendi kafesinde belki de feryat figan yaşamayı nasıl özlediğini fark edersin.

    tamam ulan, kalayım o zaman dersin. dersin demesine ama tutunacak ne bir dal, ne bir küçük pencere aydınlığı bırakılmamış olduğunu görürsün. kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırır, bir kez daha siktir olup gidersin.

    biraz da böyledir işte türkiye'den siktir olup gitmek. yiyorsa gidin, yiyosa dönün, yiyosa kalın.
15686 entry daha
hesabın var mı? giriş yap