18858 entry daha
  • gelin size devlet, vatandaşlık ve anarşizm kavramları üzerine biraz konuşayım. bu entry girdiğim en güzel entrylerden biri olacak bana göre ama uzun olacak, umarım sonuna kadar sabredersiniz sevgili okuyanlar. ha gece gece nereden esti diyeceksiniz, bugün iki ders arasında bir arkadaşla sigaraya kapı önüne çıktık. uzunca bu konuları tartıştık. tam içeri girmek için kapıya doğru yöneldiğimizde bir cümle söylüyordum, cümlem bitince yanından geçtiğim genç bir çocuk 'çok doğru konuştu bak' dedi. mutlu oldum sözlük, gençlikte iş var!

    çıkış noktamız aslında arkadaşımın 'primitif toplumlarda homo sapiens bedensel güce dayanırken, günümüzde entelektüel güce dayanıyor' cümlesinden çıktı. ki primitif lafını da hiç sevmem, kime göre primitif, neye göre primitif? 'primitfler' senden daha çeşitli ve sağlıklı besleniyor, daha temiz hava soluyor, daha güzel manzaralar yaşıyor ve kısacık dahi olsa hayatında daha az strese maruz kalıp -muhtemelen- senden daha mutlu bir hayat yaşıyor. sen kim primitif?

    ya neyse konu bu değil, dağıtmamam lazım, mevzu çok uzun be sözlük.

    günümüzde entelektüel güç hayat kaliteni ve sosyal statünü belirliyor argümanından tümden gelim ile biz yerleşik hayata geçmemiş homo sapienslerden (arkadaşın primitif dediği o) başlayarak modern zamanlara kadar devlet ve vatandaşlık kavramlarını sorguladık; üzerine de modern sistem içerisindeki anarşinin verimini tartıştık. açıklayayım.

    yerleşik hayat öncesi toplumlarda (primitif, mağara adamı, avcı toplayıcı, artık ne derseniz) 'kentleşme' ve 'devletleşme' yapıları yok. hayat tehditleri çoğunlukla hayvan saldırısı, doğal afet ya da hastalık gibi doğal tehditler. kabileler arası savaşlar ise yok değil; ancak dünya nüfusu göz önüne alındığında bu sürekli bir tehlike arz eden bir durum değil zaten. günümüzde ise 'tehlike' kavramı değişmiş durumda. rutin hayatında ayı saldırısına uğramaktan ziyade terör, nükleer sızıntı, radyasyon ya da az evvel 'nüfus gereği zaten sürekli bir tehlike arz etmeyen bir durum bu' dediğim toplumdan gelen tehlikeler söz konusu; cinayet, tecavüz, organ kaçakçılığı, insan kaçakçılığı gibi. yani 'survival skill'lerde bir gelişme, bir sapma var. hayatta kalabilmek artık ayı ile çatışıp galip gelmekten daha zor ve yoğun. peki 'devlet' bu değişimin neresinde?

    bugüne kadar mevzu bahis devlet kurumunun varlığının sorgulanması olunca bahsetmeye değer gördüğüm iki homo sapiens mevcut; biri özetle 'yalnızca devletin varlığına hizmet eden ve devlet amaçları adına işe yarayanlar vatandaştır' diyerek çocuk, kadın, akli dengesi bozuk ve 'yabancı' insanları 'vatandaş' olarak görmeyen plato, ki bu tanım 2018 senesinde dünyadaki pek çok devlet için hala bariz bir şekilde böyledir; diğeri ise 'devlet zaten şiddetin tekelidir' diyen bidenem, bebişim, gönlümün efendisi charles tilly. bu iki adamdan yaptığımız çıkarımlar şu şekilde

    1) devlet, ekmeğine yağ süren ve sisteme hizmet edeni tanır ve ister
    2) tehlikeyi devlet yaratır (ki bu argüman modern zamanların -bence- özetidir)

    devam ediyoruz. ne demiştik? güç kavramı artık fiziksel güçten entelektüel güce kaydı. işte biz bu argümanı alıp devlet yapılanması ve anarşizm konseptleri çerçevesinde açıklamaya çalıştık. örneğin, yerleşik hayata geçmemiş bir toplumda bir 'vatandaş' (doğrusu: grup üyesi, fakat karşılaştırabilmeniz adına vatandaş diyorum) kalkıp 'olum bu nası düzen lan böyle, siz mal mısınız? gidiyorum ben, daha da gelmem davos'a!' diyebilir, sahiden çekip gidebilir ve 'burası bizim bölgemiz bebeğim, biz burada yabancı kovboyları sevmeyiz' diye artistlik yapabileceği başka bölgelere göç edebilir. bir yükümlülüğü yoktur, var oluşunda göstermesi gereken bir ekstra efor yoktur; zaten gündelik hayatında karşılaştığı problemleri aynı şekilde devam ediyordur. hala karşısına bir ayı çıkabilir.

    yerleşik hayata geçmiş toplumlara bakalım, hatta mesela madem platon dedik antik yunana bakalım. burada var olan bir devlet düzeni içine doğar, vatandaşlık statünüze göre çeşitli vergiler verir, yine toplum statünüze göre bir etiketlenme ile toplumsal normlara oturtulurdunuz. fakat 'olum bu nası düzen lan böyle, siz mal mısınız? gidiyorum ben, daha da gelmem davos'a!' dediğiniz zaman, işiniz bir tık daha zor olurdu.

    neden?

    zira yerleşik hayata geçiş, insanların 'profesyönelleşmesi' durumunu doğurdu. bu ne demek? sen mağara insanıyken doğumundan ölümüne her ihtiyacını kendin üretmek zorundayken, yerleşik hayata geçtikten sonra insanlar kendi atölyelerinde/evlerinde daha spesifik meslekler edinmeye başladılar. haliyle sen artık doğumundan ölümüne her ihtiyacını kendin üretmiyor; topluma bağımlı yaşıyor hale geliyorsun. fakat yine de dağa çıkabilir, karşına ayı çıkma tehlikesiyle baş edebilir, ege'nin canım üzümlerinden kendi şarabını yapıp karşına çıkan o ayıyı öldürerek postunun üzerinde şarap içip sevişebilirsin. yani toplumdan soyutlanabilirsin. bu nedenle antik toplumları geçiş dönemi olarak görüyorum sanırım.

    gelelim zurnanın topu topu 7 nota var kaç ayrı beste yapılabilir ki dediği yere: modern zamanlar...

    sanırım bu kısma başlamadan önce, bundan yaklaşık 150 sene öncesine kadar (yanlış değilsem) ülkeden çıkış 'izni'ne tekabül edecek vize/pasaport gibi kavramların olmadığını göz önünde bulundurmakla başlayalım işe. bu ne demek? devletler artık birer kavram olmaktan ziyade bütün yer küreyi kaplayan ve dip dibe, incecik çizgilerle ayrılmış sınır parçalarına dönüştüler. biz artık bir devlet, o devletin sosyal normları ve kurallarına doğuyoruz. seçme şansımız yok.

    benim argümanım ise tam burada başlıyor, tamam seçme şansımız yok madem, fakat reddetme şansımız da yok. ben bugün mevcut sistemi reddederek nereye gidebilirim? ülke sınırları içerisinde 'sistemi reddedip kaçacağım' yerlerde hala bu devletin varlığına ve bebişim tilly'nin de söylediği gibi devletin şiddet monopolisine nailim. bu ne demek? aldım çadırımı bey dağlarına yerleştim diyelim '.sen ne yapıyon lan burda değişik?' argümanı ile zaten beydağlarında yaşamam uzun vadede bizzat devlet tarafından engellenecektir tamamen fiziki sınırlardan ötürü, bunu hariç tutuyorum. artık benim tek tehlikem bana saldırma potansiyeli olan ayılar değil. modern dünyanın yarattığı ve yapay pek çok tehlike altındayım. yukarıda da saymıştım, terör, nükleer sızıntı, radyasyon, toplum tarafından gelen cinayet/şiddet/organ kaçakçılığı/tecavüz tehlikeleri, hatta su kıtlığı, hatta biyoçeşitlilik kıtlığı nedeniyle besinsizlik gibi gibi.

    peki ben mevcut devlet düzenimden nasıl kaçabilirim?

    entelektüel gücümle.

    peki bu işin dilemması nerede?

    benim entelektüel gücümle kaçtığım yer; bir başka devlet, bir başka düzen. ve yukarıda saydığım her şey -potansiyelde- onun için de geçerli.

    ne olabilir?

    modern zaman anarşizmine olan inancım şu sıralar biraz körelmiş durumda. 'devlet' kavramı o denli yanlış ki, devlet üzerinden yıkılıp yenisi kurulmaya çalışılan her düzen bana yanlış geliyor. bu nedenle anarşizm kavramının da altı boş geliyor. 'umutsuzluk' değil, yanlış anlaşılmasın; sadece sokaklarda slogan atarak tatmin sağladığım evreleri geçeli birkaç sene oldu sanıyorum. e çadırımı alıp beydağlarına da göçemediğime göre?

    modenr toplumlarda güç, bilgidir. mevcut düzenden kaçabilmenin tek yolu da entelektüel birikimdir. okumak en büyük anarşizmdir sözlük, ben bugün bu sonuca vardım.
22926 entry daha
hesabın var mı? giriş yap