2 entry daha
  • japonlar için çok önemli olan, bir zamanlar japonya'da bolca üretilen ancak artık tedariği çoğunlukla diğer ülkelerden - amerika, finlandiya, çin, türkiye - sağlanan mantar. hikayesini anlatacağım çünkü çok şeker.

    aslında ortaya çıkışı hem dram hem umut içeriyor çünkü mantar sadece oldukça rahatsız edilmiş ormanlarda ortaya çıkıyor, daha sonra "rahatsız edilmiş" ne anlama geliyor anlayacaksınız. mantarın hikayesi sadece onun değil, ormanların, japonya'nın, amerika'nın, köyden kente göçenlerin, savaş mağdurlarının, kapitalizmin de hikayesi aynı zamanda. çok fazla yere dokunuyor. japonlar bu mantara bayılıyorlar bir kere onu bilmek lazım, hatta avrupa ülkelerinde kokusuna bile dayanılmıyor ama kokusu japonda bile ayrı bir his yaratıyor.

    mantarın belirli ağaçlarla ilişkisi var, her ağaçla birlikte büyümüyor. genelde çam türü ağaçlar. güneş gören, çok da su görmüş topraklarda değil. bulunması ayrı bir maharet gerektiriyor, bütün duyular aktif. anladığım kadarıyla toprak altında kalıyor ve olduğu bölgede hafif bir tümsek var. tecrübeyle hangi ağaçların çevresinde çıkar, ormanla ilişkisi ne, hayvanlar nasıl yardım eder öğreniliyor. toplayıcılar sezonunda ürünü topladıkları zaman ülkeye göre satış şekilleri var. amerika'da mezat şeklinde olurken çin'de sabit fiyat üzerinden anlaşılıyor mesela. yöreye göre değişiyor toplayıcı- tüccar ilişkisi. ama toplayıcının gücü yüksek genel olarak. bu tacirler de seçici görevi görüyor bir yandan. o da bir maharet çünkü sadece bakarak anlayabiliyorlar. mantarından kokusundan hangi ağacın altında büyüdüğü, dokunduğunda içinde böcek larvası falan var mı -ki bu baya kötü bir şey - anlıyorlar ve ona göre teklif veriyorlar. tüccarlardan da japonya'ya transfer oluyor ürün.

    japonya'daki rolü ne peki matsutake'nin ? genel olarak bir hediye görevi görüyor. kişisel bağ oluşturuyor bireyler arasında. kimse pahalı bir matsutake alıp kendi yemiyor yani, birilerine veriyor. bir zamanlar ise sınıfsal bir anlam taşıyormuş aristokratlar tüketirken. şu an biraz daha nostaljik bir anlamı var. zamanında daha şehirler bu kadar gelişmemiş, taşrada hala nüfus yoğun, ormanlar talan edilmemişken japonya'da matsutake üretimi hala yüksek. ancak 50 ve 60'lardaki hızlı şehirleşme köyden kente göçe sebep oluyor ve taşradaki ormanlara bakacak adam kalmıyor. bunun yanında o dönemlerde ticari amaçla ormanlardaki ağaç türleri değiştiriliyor. bir de bunun üstüne çam ağaçlarına bir tür solucanvari yaratığın saldırısı ile hastalanıyor. çam ve matsutake birlikte var oluyor kısaca. biri yoksa diğeri de yok. önceden taşradakiler mantar satışlarından sonra kutlama falan yaparlarmış, aileler birleşir yer içer, kazandıkları parayı kutlarmış. işte nostalji de buralarda yatıyor; hiç taşra hayatını tatmamışlara köy yaşamını, çocukken köye yapılan aile ziyaretlerini, şimdi ölmekte olan ama o zamanın yoğun çam ormanlarını hatırlatıyor mantar kokusu. japonya'da gönüllü grup kurulmuş matsutake crusaders adında ; ormanı canlandıralım da sukiyaki (matsutake ile yapıan bir yiyecek) yiyelim diyorlar. amaçları şu anki ormanları rahatsız ederek - ki bunun anlamı çam ağaçlarının tekrar ormanlara kök salması ki çam da genel olarak rahatsız edilen ormanlarda ortaya çıkıyor - matsutake'nin tekrar çoğalması ve eskilerde olduğu gibi köy ve kent arasındaki bağın kurulması. bu grubun satoyama hareketleri var o eski köy yaşamını canlandırmak, yaşlısı genci herkesin bir arada olduğu sosyal bir topluluk. burada aslında toplumun ne kadar yabancılaştığından bahsediliyor aslında hikikomori'ye referans verilerek. ikinci dünya savaşından sonra kente göçen japonlar çeşitli hayat tarzlarını ve metaları kovaladılar ancak 90'larda ekonomik büyümenin yavaşlaması beklentileri karşılayamadı. satoyama hareketleri de bu sosyal anomiye adres ediyor çünkü tekrar sosyal iliişkileri kurulduğu bir yaşam tarzı sunuyor, hem insanlar arasında hem de insanlar ve diğer canlılar arasında.

    amerika'nın oregon bölgesinde de yetişiyor bu mantar ve oranın hikayesi de oldukça ilginç. savaş sonrası ekonomik patlama ve teknolojik ilerleme var. endüstriyel ormancılık da iyimser haliyle. ormanları kerestecilikte kullanıyorlar. fazla olgunlaşmış geç büyüyen ağaçları hızlı büyüyen, daha verimli ağaçlarla değiştirmek istiyorlar. kes ve ek şeklinde ilerliyor. bütün sarıçamlar kesiliyor ancak tekrar büyümüyorlar, en azından istenilen şekilde değil. eksik olan şey amerikan yerlilerinin çıkardığı düzenli yangınlar. bunlar ormanda kozalaklı ağaçları rekabette düşürürken sarıçamı öne çıkarıyor. ancak yerliler o bölgelerden yollandıklarından yangınlar yok ve orman servisi de bütün yangınları engelliyor. ilk sarıçamlar kesildikten sonra yerini başka türlere bırakıyor ve ormancılık endüstrisinin ilgisini çekmiyor. devletin bu yerlilere tutumu da ilginç. 50'lerde zaten bir asimilasyon çabası var. bunun üstüne bir de yerliler - klamah kabilesi hatta- ormancılık endüstrisinin çok istediği sarıçamların olduğu bölgede yaşadıkları için daha da cazip oluyor asimilasyon. bölge ulusal orman ilan ediliyor ve kabile direkt mülksüzleştiriliyor - karşılığını verip kovuyorlar. o süreçten beri grubun yüzde 30'u 25 yaşından önce, yüzde 52'si 40 yaşından önce ölmüş, ölümlerin çoğu alkolle alakalı. yüzde 70'i lise ve aşağısı eğitim almış, oregon'ın fukara kesimlerinde yaşıyorlar. ormanda artık köknar ve direk çamı türüyor. yangın kötü bir şey değil direk çamı için çünkü çok tohum üretiyor ve tekrar büyüyebiliyor yanan bölgelerde. ancak orman hizmetleri yangını da engelleyince ağaçlar uzun yıllar yaşayabiliyor. ve matsutake mantarı yeni ağaçlarda değil, belli bir süre yaşamış - genelde 40 yıldan fazla imiş - ağaçlarla yetişiyor. işte matsutakenin yetişmesi de oregon ormanlarının böyle rahatsız edilmesi sonucunda oluşuyor, sarıçamların yerine direk çamlarının gelmesiyle.

    bu bölgedeki toplayıcıların da demografisi ve hikayeleri oldukça ilginç. doğu asya göçmenleri, vietnam savaşı veteranları, latinler ve yer yer de japon toplayıcılar var. japonların diğer asyalılardan bir farkı var; onlar da tıpkı yerli amerikalılar gibi 50'lerden sonra asimilasyona uğramış ve japon oldukları unututturulmuş. matsutake'yi tabii ki biliyorlar ama tüketim şekilleri bile amerikan. zaten ticari amaçla toplamıyorlar. güneydoğu asyalılar, latinler ve veteranlar ise toplayıp satıyorlar. aslında hepsinin orada olmasının ardında özgürlük kavramı var ama çok çeşitli anlamlarda.

    hmong ve mienler amerika'ya özgürlük vaadiyle gelmiş ama umduklarını bulamamışlar. kendilerini şehirde küçücük apartmanlara tıkılmış hissediyorlar ancak dağlarda mantar toplamak onlara aradıkları özgürlüğü veriyor ve güneydoğu asya'yı hatırlatıyor. bunun yanında mantar toplamak iş olarak da görülmüyor. iş demek patron demek ve burada öyle bir şey yok. bu da bir özgürlük sağlıyor, kimseye itaat etmemek. bununla da bitmiyor, mantarı topladım ama istediğim fiyatları vermediler, bu fiyatı veren adamı beğenmedim, satmıyorum özgürlüğü de var. bunun da üstüne, bunları sağlayan pazar ekonomisinin sağladı bir özgürlük de var. hindiçin ve amerika savaşından ve bunun ardından gelen sivil savaşlardan kaçan sığınmacılar da var. bunlar ormanda savaşın yaralarını sararken vietnam veteranları savaş travmalarını ormanda yaşıyorlar. bütün grupların ormanda yaşadığı tecrübeler aslında geçmişlerinin etkisi altında; vietnam savaşında yaşadıkları, laos'taki avlanma tecrübeleri, sivil savaş geçmişi vs.

    hikayenin özü, kimi zaman binlerce dolara satılan mantarın ardınca çok geniş bir hikaye var. insanların huzur kaçırdığı ormanlarda ve yine huzur bozulan yerlerde ortaya çıkan çam ağaçları ile ele ele büyüyor.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap