273 entry daha
  • şimdi bir önceki yazıyla bunu ayırdım. çünkü farklı şeylerden bahsediyoruz. oysaki hepsini tek bir çatı altında değerlendirmemi söyleyenlerde olacaktır. bir diğer yazıda sürgüne gönderilen yahudi kabilelerinden bahsederken bu yazıda helenleşme sürecine giren yahudilerden bahsedeceğim. o sebeple çok ayrı konuları dimi?

    asur imparatorluğu içerisine dağıtılan on musevi kabilesi, o topraklarda dejenere oldu gitti. sonradan onlara “yitik kabileler” denildi.

    dünyanın bir çok yerinde ara ara bu on kabileden geldiğini öne devam eden topluluklara rastlanır. londra üniversitesi’nde dr. tutor parfait isminde bir tarih profesörü, uzmanlığını bu insanların yerlerini belirlemek üzerine yapmış ve “the thirteenth door” (on üçüncü kapı) isimli bir kitap yazarak, musevi soyundan geldiklerini öne devam eden insanları araştırmıştır. yahudilikle alakası ilişiği olmadığı tespit eden bunca insanoğlunun ne benzer biçimde gerekçelerle musevi soyundan geldiklerini öne sürdüklerini görmek çok şaşırtıcıdır kısaca; hele dünya yüzünde çoğu gerçek yahudiler dahi musevi olduklarını elden geldiğince gizlemeye çalışırken. örneğin, afganistan ve pakistan’ın şimal kesiminde yaşayan müslüman köktendinci pathanlar, nüfuslarının 5 milyonunun bu yitik on kabileden gelmiş olduğunu ileri süre gelir. kayıp on kabilenin, sambatyon nehrinin üzerinde yaşadığını söyleyen bir musevi yakarışı dahi vardır. bu, tüm hafta süresince kum ve toprakla akan fakat şabat günü (cumartesi) duran, mistik ve geçilmez bir nehirdir. elbette tabiatta böyle bir dere yoktur; bu yalnızca kabilelerin yok olduklarının ve geri gelmeyeceklerinin alegorik bir söyleniş biçimidir. buna rağmen yahudiler arasında, günlerden bir gün gelip, kaybolmuş tüm kabilelerin ortaya çıkacağına ilişik bir inanç yaşamaktadır.

    yukarıdaki araya girmiş bir izah oldu; şimdiki asıl konumuz yahudilerin helenleşmesi…

    yahudiler açısından doğu’dan gelen fetih dalgası m.ö. 4. asırda geri çekilmeye başladı ve bunun yerini batı’dan gelen bir dalga aldı. büyük iskender kumandasındaki makedonyalılar, persleri ezdi; mısır dahil tüm ortadoğu’yu ele geçirdiler. iskenderin m.ö. 332 seneninde, genç yaşta can vermesinin hemen arkasından, bu dev gibi imparatorluk generalleri arasında bölüşüldü. filistin ve etrafı bir süre için mısır’daki ptolemaioslar ile mezopotamyalı selefkoslar içinde çekişme mevzusu oldu. m.ö. 299 seneninde selefkoslar üstün geldi. bir israil kralının bulunmadığı bu dönemlerde kudüs başhahamı, yahudiler arasında kralın işlevlerini üstlenmişti. aynı zamanda yahudiler helenlere paralı asker olarak hizmet etmişti.

    helenler batı asya’da sömürgeler kurarak şehirlerinin sayısını artırmaya, helenistik muasırlığı ve yaşam tarzını yerli halklar arasında da yerleştirmeye girişti. bunun neticeninde filistin’in tüm kıyı şehirleri helenleştirildi.

    bugün “emperyalist” olarak nitelendirebileceğimiz bu helen kültür dağılmacılığı esnasında bir hayli musevi din değiştirip paganlığı kabullendiği gibi, adını da değiştirdi. bunların büyük bölümü, işlerini sürdürebilmek için helenceyi de öğrendi.

    musevi asıllı feylesof philon, helen gymnasiumlarına idame eden, helence mevzuşan, ismini da helenleştiren bir hayli yahudiden söz eder. aslına bakarsak yahudiler, iş gezileri ve hayatlarında helen isimi kullanırken, hanede ve dinsel merasimlerde ibranî ismini kullanmayı sürdürüyordu; bi da bilinmeyen bir şey değil.

    iyi eğitim görmüş yahudilerin büyük çoğunluğu, helen kültürünü son aşama çekici buluyordu. bu kültüre sahip olmak, birinci derslik yurttaşlık için pasaport sahibi olmaya benziyordu. bu kültüre hayranlık duyan bazı rabbiler, tevrat’ı helenceye çevirmeye da kalkıştı. (tercümeyi icra eden bu rabbiler 70 kişi olduğundan, bu tevrat’a “septagent” isimi verilir.) yabancı uluslarca da okunan tevrat’ın maksatlı olarak yanlış çevrilip yanlış açıklandığı, bu yüzden de yahudilere karşı sık sık karalama emeliyle kullanıldığı öne sürülmüştür.

    helen kültürü ve inanç dizgelerini net olarak yadsıyan, buna karşın helen yasalarına uyan, vergilerini düzenli olarak ödeyen musevi gruplar da oldu. onlar da çöle çekilerek, nazarit ve rehabit şeklinde tutucu, gizemci mezheplere sığındı. ana fikir, tıpkı musa döneminde olduğu gibi çölde yaşayarak daha önceki dinsel coşkuı yakalamaktı. bununla beraber helenleri filistin’den söküp atmanın tek yolunun silahlı mücadeleden geçtiğini iddia edenler de ortaya çıkmadı değil.

    musevi dinini helen kültürüyle kaynaştırarak global bir din biçimine dönüştürmeye girişen reformcu musevi entelektüellerinin gayretleri, gittikçe musa’nın yasasına karşı bir saldırı eylemine dönüştü. reformcular, tevrat’ın, masallardan, uyulması imkansız bir sürü yasak ve istekten oluşan bir derleme olduğunu iddia ederken, bu yasaya gönülden bağlı dindarlar ise bu tutumu «domuz besleyen insanlara lânet olsun; adam çocuklarına helen ilmini aşılayanlara da lânet olsun.» diyerek kınadı.

    helen orijinli yöneticilerin önayak olmasıyla, kudüs’teki ikinci mabet içinde yabancı tanrıların putları bulunmaya ve dinden dönme olayları yaşanmaya başlandı. musevi reformcuları destekleyen selefkos kralı antiochus epiphanes, kudüs şehirinin ismini “antiochia” olarak değiştirerek, bu şehiri tipik bir helen şehrine benzetmek yanında, tapınak tepesinin yakınında bir de gymnasium açmaya kalkıştı. m.ö. 167 seneninde yayınladığı bir beyanname ile, musevi yasalarını yürürlükten kaldırdığını, yerine helen yasalarını koyduğunu, tapınağın da üniversal bir tapınma yeri bulunduğunu duyuru edince, ihtilaf artık analiz edemez bir düzeye çıktı.

    ilk olarak tapınakta kurban kesimi yasaklandı. ardından domuz kurban edilmeye kalkışıldı. tüm bayramlar ve şabat günü yasaklandı. tevrat tomarları, her insanın gözü önünde yakıldı. sünnet yasaklandı; oysa yahudiler için bu, yaradan ile antlaşmalarının fiziksel, belirgin bir işareti olarak kabul edilmişti. insan bedeninin yetkinliğine taparcasına bağlı olan helenlere bakılırsa ise son derece tiksindiriciydi; birini ha sünnet etmişsin ha kdolayım, aynı şeydi.

    yahudiler tüm bu uygulamalara karşı ellerinden geldiğince direndi. antiochus ve yandaşları ise bunun üzerine kaba güce aynı zamanda vahşete müracaat etti. musevi tarihçi rabbi berel wein “echoes of glory” (zaferin aksisedaları) isimli kitabında şunları anlatır: “adam çocuklarının sünnet edilmesini isteyen ve bu konuda direten hanımlar, adam çocukları boyunlarına bağlanmış şekilde öldürülüyordu. israel’in bilginleri kovalanıyor, yakalanıyor ve öldürülüyordu. domuz yemeyi veyahut kurban etmeyi reddeden yahudiler can verinceye kadar eziyet görüyordu.”

    netice: yahudiye’deki en küçük köy bile helenlerin baskısından kurtulamadı. her kasabada zeus ve diğer pagan tanrılar için sunaklar heyetti; tüm yahudiler kurban merasimlerine katılmaya zorlandı.

    musevi araştırmacılara kalırsa, böylesine bir dinsel zulüm insanlık tarihinde o ana kadar görülmemişti. o vakte kadar eski dünyada hiç kimse, başka bir ulusun dinine karşı savaş duyuru etmemişti. bu araştırmacılar, çoktanrıcılığın görüşlerini şöyle izah eder: “ben senin tanrına tapacağım, sen de benim tanrıma tapacaksın. ne kadar çok yaradan varsa o kadar iyidir.”

    çoktanrıcı anlayışta en son gelinen nokta şu oluyordu: “herkesin dini başkasınınki kadar iyidir.”

    o tarihe kadar, çok ender vakalar kural dışı olmak üzere çoktanrıcı pagan dünyasında yahudiler dışında dinsel inancı sebebiyle kimse öldürülmemişti. yahudiler ise, bu yaşamda uğruna can vermeye değer şeyler olduğu, yaşamın kendisinden de ehemmiyetli şeyler bulunduğu görüşünü müdafaa etti. dinsel inançları uğruna yaşamlarını feda etmeye hazırlandılar. tanrı’nın, insanların onun için can vermesine ihtiyaç duyduğundan değil, tevrat’ın öğretisi ortadan kalktığında tüm insanlığın yok olacağını kabul ettikleri için…

    kendilerinin “ulusların üzerindeki ışık” olmaları gerektiğini öne süren yahudiler, yaşamları tehdit altında olsa bile bu görevlerini ayrılmadı; onun için de amansız bir kıyıma uğradılar.

    bunun ardından normal olarak yahudilerin tarihteki ilk isyanı geliyor. onu da anlatsak mı dersiniz? belki bilen yazarlar kendileri eklemek ister. eğer öyle olursa bana mesaj atıp bilgilendirebilirler. o vakit bende yazmam.
191 entry daha
hesabın var mı? giriş yap