26 entry daha
  • constantinus’un geldiği flavius ailesinin saltanat döneminde hıristiyanlar hızla çoğaldıysa da, imparatorluğun bir takım büyük şehirlerinde, -sözgelişi iskenderiye’de- kilise’nin kazandığı gönenci çekemeyen ve tiyatrolarında ilâhiyat meseleleriyle alay eden kalabalık ve kuvvetli bir “inançsızlar” topluluğu da varlığını savundu. hıristiyan şehirleri arasında constantinopolis (istanbul), putatapar tapınaklarının hiç bulunmadığı “kirlenmemiş” tek şehir olma özelliğini edindi.

    constantinus, ölümünden önce imparatorluğu 3 erkek çocuğu arasında hisse etti. büyük erkek çocuğu 2. constantinus (genç konstantin), 337-340 seneleri arasında iktidarda kaldı; kardeşi constans ile giriştiği taht dövüşü nihayetinde öldürüldü. tahtın diğer ortağı 2. constantius ise ariusçuluk inancının yandaşı olmasıyla tanındı ve eceliyle can veren ender imparatorlardan biri oldu. kardeşlerin en küçüğü olan constans, ağabeyi 2. constantinus’u öldürtmesinin yanı sıra, ariusçuluk karşıtı athanasius’un kurduğu mezhebi kabul etmesiyle tarihe geçti. o da bir komplo neticeninde öldürüldü.

    aydınlanma çağı yazarları, roma imparatorluğu’nun gerileyiş nedenleri arasında paganizm inancını tümüyle kaldıran, halkların büyük bir bölümünü rahipsiz, tapınaksız ve genel bir dinden yoksun bırakan constantinus’u da mesul meblağ. buna itiraz eden hıristiyanlık yandaşı yazar ve araştırmacılar ise, imparatorun, daha önceki dinlerini sürdüren romalılara seslenmek üzere yazdığı bir mektubu ortaya koyarlar.

    bu mektubunda constantinus, tüm romalı yurttaşların tıpkı kendisi gibi yapmalarını, yeni dini kabul etmelerini önermiştir. ne var ki, göksel ışığa karşı körü körüne direnenler olursa, düzmece tanrıların tapınaklarında kendi inançlarını savunarak ve dinlerini huzur içinde sürdürebileceklerini de ilave etmiştir. bir diğer söylemle constantinus, putataparlara karşı ılımlı davranma stratejinini seçerek, bu inancın artık eskimiş, yıpranmış, balansını yitirmiş olan yapısını ağır ağır ortadan kaldırma yolunu tutmuştur. tanrılara tapma eyleminde aşırılığa kaçan uygulamaları yasaklama yoluna da gitmiştir. nil süresince uzanan, erkek erkeğe ilişki kurulan efemine rahiplerin tapınakları ile, venüs’e saygı gösterisi isimi altında her türlü sapık cinsel ilişkilerin sürdürüldüğü fenike tapınaklarını yıktırmıştır.

    şimdi sormak gerekiyor: «constantinus harbiden de müsamahalı bir imparator muydu, yoksa kendi çıkarını gözeterek belli bir ölçüde hoşgörülü gibi bir davranış mu takınmıştı?

    ortaya böyle bir soru atılınca, roma imparatorluğu’nun parçalanmasını bir yana bırakalım da, constantinus’un kişiliğine biraz daha yakından göz gezdirelim.

    constantinus’un din değiştirmesi, hıristiyanlık ve dünya tarihinde ehemmiyetli bir viraj yaratmıştı.

    peki fakat bu nasıl ve kapı aralamıştı?

    önceleri nicomedia’da hitabet dersleri veren, daha sonra da imparatorluk sarayının bir azası gibi itibar gören lactantius, constantinus’un tahta çıkışının daha ilk günlerinden başlayarak tek ve gerçek yaradan’ya inanç getiren bir “galya hükümdarı constantinus” tanımlaması yapar.

    tarihçi eusebius, constantinus’un inanca ermesinin nedeni olarak italya seferine hazırlandığı sırada semanda gördüğü mucize sembolünü gösterir.

    bir başka tarihçi olan zosimos’a göre ise, constantinus, roma’nın ve atalarının tanrılarından vazgeçmeden önce elini büyük erkek çocuğu crispus’un kanına bulamış, bu günahın kefaretini ödemek için de hıristiyanlığı seçmiştir.

    bir takım kilise tarihçilerinin anlattıklarına bakılırsa; hıristiyan imparatorların ilki olan constantinus, bu ada ancak can verirken yaraşır olmuştur. ölümünden kısa bir müddet önce papazın elleri bedeni üstüne konup, vaftiz merasiminden geçirilmiştir.

    görüyoruz ki hem tarihsel olarak hem gerekçe itibariyle birbirleriyle ikilemli söylemler var.

    aslında constantinus’un hıristiyanlığı üzerinde konuşurken çok temkinli olmak, net bir dil kullanmaktan kaçınmak gerekir. ancak öyle yapılacak olursa, onun önce kendisini kilise’nin savunucusu, nihayetinde da bu dini kabul etmiş olarak duyuru etmeye götüren yavaş ve belli belirsiz bir evrim süreci ile ilgili kanı ele geçirilebilir.

    isa’nın tanrısal kudretini tanıması, onun mukaddes bildirgesi ile putataparlık inancının bağdaşamayacağını anlayabilmesi için, önce alışkanlıklarından, aldığı eğitimin ona verdiği ön yargılardan sıyrılabileceği bir süreye gereksinmesi vardı. şahsi duygularını yenmek için katlandığı zahmet, hiç şüphesiz ona dinini değiştirme olayında dilini tutmayı da öğretmiş olmalıdır.

    constantinus’un saltanat dönemi boyunca hıristiyan dini ağır bir ilerleyiş ile dağılma göstermiştir. bazı vakit siyasi vaziyet ve şartlarla, bazı zaman temkin veyahut hükümdarın kaprisi nedenleriyle, bu ilerlemenin geçici duraklamaları da olmuştur. tebaalarının gerek korku gerekse geleceğe ait umutlarını ustaca tartıp ölçen constantinus, bakanlarını, onların inanç ve eğilimlerine uyacak biçimde emirler vermeye yönlendirmiştir. bu yüzden ara ara meblağsız, ikiyüzlü fakat netlikle siyasi eylemlerde bulunulmuştur.

    mesela aynı sene içinde, biri “pazar günü”ne dinsel bir saygıyla bakılmasını, ötekisi auspicumları (kuşlara bakarak fal açma) açıklayarak ihtiyaç duyulan merasimlerin tertip etmesini isteyen iki emir ansızın yayımlamıştır; biri hıristiyanlar öbürü paganlar için... imparatorun bu iki istikametli tutumu uzun süre böyle sürmüştür. dolayısıyla hem hıristiyanlar hem putataparlar, imparatorun tutumunu hayli kaygılı bir dikkatle ama birbirlerinden değişik düşünce ve yargılarla izlemiştir. bunlardan her biri, ihtiraslarına ve fark boş inançlara dalarak, constantinus’un inancını, saltanatının en parlak ya da en utanç verici dönemi olarak değerlendirmişlerdir.

    constantinus’un söylev ve davranışlarında öteden beri yer yer hıristiyan inancının belirtileri görülürse de, hemen hemen 40 yaşına gelinceye dek daha önceki dinin inançları ile irtibatlı söz ve davranışlar sergilemekten de geri kalmadığı açıkça bellidir. bu onun siyaset tarzıdır. bir yandan hıristiyanlara karşı hoşgörülü bir ortam yaratırken, diğer yandan da çok tanrıcılar için tapınaklar kurmuş, bunları cömertçe donatıp zenginleştirmiştir.

    imparatorluk paralarındaki kabartmalar; jüpiter, apollon, hercules ve mars’ın sembolleriydi. constantinus, babası constantius’un tanrılaştırılmasıyla beraber “tanrılar heyeti”nu daha da genişletmişti. güneş tanrısı, helen ve roma mitolojisindeki apollon (helios), özel bir bağlılık ve hayranlığını çekmişti. kendini, ışık ve şiir tanrısının sembolleriyle bezenmiş olarak göstermekten hoşlanırdı. bu tanrının korkunç okları, bakışlarındaki ateş, defne yapraklarından oluşan tacı, can vermez güzelliği ve tüm yetkinlikleri onu sanki bir genç kahramanın savunucusu için bezemiş gibiydiler. apollon sunakları çoğu kez constantinus’un armağanları ile dolup taşmaktaydı. saf insanlar, imparatorun savunucu tanrısının görünen görkemini izlemek onurunu ele geçirdiğine inanıyor, bunu da uzun ve şanlı bir saltanatın müjdesi sayıyordu. tüm paganlar, güneşe constantinus’un yol göstericisi ve savunucusu olarak tapıyordu. bu tanrının, sevdiği insana kızacak olursa, nankörlüğü ve günahkârlığının öcünü alacağından şüphe duymuyorlardı.

    labarum

    constantinus’un dindarlığı, tüm başarılarının yanı sıra aşırı kaçışlarını da geçerli kılıyordu.

    hıristiyanlarda kahramanlarının yaradan tarafından savunduğu kanısını uyandırıyordu. licinius’un mağlubiyeti üzerine imparatorluğun tüm egemenliği constantinus’a geçince, genelgeler yayımlayarak tebaalarını hıristiyan dininin mukaddes gerçeklerini kabul etmeye özendirdi. elbette hıristiyanlar constantinus’un ele geçirdiği başarıları yüce yaradan’nın emirleri gereği olarak kazandığı biçiminde açıklayıp onunla alakalı mucizelerin oluşmasını sağladı. dine bağlılıklarıyla, aslında insana mahsus bilgi ve maharetleri bir yana bırakarak, bunların yaradan’nın istemiyle gerçekleştiği, onun mucizevi yardımlarıyla her şeye kavuşabilecekleri düşüncesini edindiler.

    constantinus, ele geçirdiği zafer ile roma’nın kurtuluşunu sağladığını gösteren bir heykeli, altına koydurduğu bir yazıt ile beraber şehrin ortasına diktirmişti. sağ elinde bir haç taşıyan heykelini diktiği vakit, tebaaları arasındaki putataparların kendince boş inançlarına alan okumuş oluyordu. bu sembolle, ayrı olarak askerlerinin silahlarını da kutsamaktaydı. askerlerin zırhlı başlıklarında haç parıldıyordu. kalkanlarının üzerine haç sembolü kazılmış, sancaklarına da işlenmişti.

    haçın şanını gösteren asıl sancak, dünyanın tüm dillerinde etimolojisi boşuna araştırılan, ne olduğu belirsiz ama labarum isimiyle bilineniydi. labarum, biri uzun biri kısa olan iki mızrağın haç biçiminde kesişmesinden oluşuyordu. göndere asılı ipek kumaş üzerinde, zengin biçimde işlenmiş olarak imparator ve erkek çocuklarının tasvir etmesi de bulunuyordu. mızrağın ucunda, isa’nın isiminin harflerinden oluşan gizemli markanın bulunduğu altın bir taç vardı. christos sözcüğünün ilk iki harfi olan “chi” ile “ro”yu, hem labarum’un üzerine hem askerlerin başlık ve kalkanlarına işletmişti. değerleri ve bağlılıkları tecrübe etmiş elli muhafız, labarum’un güvenliğini sağlıyor, bu elit görev sebebiyle yüksek fiyat alıyorlardı.

    iç savaşlar bu kutsal sancağın tesirini ve ondan korkmanın gerektiğini licinius’a da öğretmişti. onun ortada görünmesiyle birlikte constantinus’un askerleri büyük bir heyecana kapılıyor, yenilmez bir güç kazanıyor, karşılarındakiler ise derin bir korkunun tesiri altında sarsılıyordu.

    constantinus örneğine itibar eden sonraki hıristiyan imparatorlar, haçlı kutsal sancağı tüm savaş seferlerinde kullanmaya başladı. 5. asırda imparator theodosius’un ardılları silahlı güçlerin başında bulunmaktan vazgeçtiklerinde, labarum da kutsal ancak faydasız bir hatıra olarak constantinopolis (istanbul) sarayı’nda gizli kaldı.

    inançlı minnetleriyle romalılar, tüm süslemelerini isa’nın isimiyle bezediler. imparatorluğun geleceğinin garanti altına alınması, silahlı güçlerin şan ve onuru, kamu mutluluğunun sağlanması için tüm askerî ve dinsel armalara bu sembol donatıldı.

    312 yılından 325 yılına kadar hıristiyan haçı olarak labarum kullanıldı. kutsal topraklara yapılan bir hac ziyareti neticeninde klâsik latin haçı hıristiyan simgeleri arasında yerini aldı.

    latin haçının hıristiyan simgeleri arasına girmesi

    constantinus’un annesi helena, erkek çocuğundan da önce hıristiyan olmuş, erkek çocuğu imparator (augustos) olduğunda o da augusta olarak ilân edilmişti. 324 yılında torunu crispus’un idamının acısını unutmak ya da en azından hafifletmek emeliyle, hac için mukaddes topraklara yollandı.

    kudüs tapınağı’nın tümüyle yıkılmasının hemen peşinden tapınağın bir zamanlar heyeti olduğu tepe sabanla sürülerek tarla haline getirilmişti. sonraki senelerde bilhassa isa’nın ölüm ve dirilişinin gerçekleştiği yere, bilerek veyahut bilmeyerek bir venüs tapınağı yaptırılmıştı. bu tapınak, takriben 250 sene sonra constantinus’un emiri ile yıkıldı. tepe yine sürülerek tarla haline getirildi.

    yüce kurtarıcı’nın kabirinin üzerinde olduğu söylenen, tarla olarak sürülmüş bu tepede yapılan kazılar esnasında isa’nın üzerine çakıldığı haçın bulunduğu haberi, saf ve yaşlı dindar kadını çok heyecanlandırmıştı.

    öykünün bu evresinde bir an için durarak, bu bağlamda başka türlü anlatımlar yapıldığını da belirtmek gerekir. bunların kimisinde helena’nın bu iş için hayli uğraştığı dahi öykülenir. ancak pek bir şey değişmez. öyle veyahut böyle, orada güzel bir düzenek kurulup, helena’nın “gerçek haç” olarak da hatıralan mukaddes haç’ın bulunmuş olduğuna inanması sağlanmıştır.

    augusta helena’yı bir güzel kandırıp, ondan yüklüce bir para kopartmak emeliyle uydurulmuş bu belirti emeline erişti. bu haçtan çok etkilenen augusta helena, yüce kurtarıcı’nın gömütünün üzerinde bulunduğu tepeye bir kilise kurulmasını emretti. sonradan isimi “kutsal kabir kilisesi” olarak konan bu kilise, tüm hıristiyanlık tarihi boyunca ziyaret edilen en ehemmiyetli hac merkezi oldu.

    sözü edilen tahta haç, kutsal kabir kilisesi’nin demirbaşı olarak uzun yıllar sergilendi. kudüs piskoposu, onun üzerinden çok büyük paralar kazandı. kutsal yerleri ziyaret ederek hacı olan hıristiyan gezginler, kilisenin aç gözlü papazlarının para tuzağına düştüler. papazlar, hacılara kutsal yerler yanında kutsal gereçleri, örneğin isa’nın el ve ayaklarına çakılan çivileri, üzerine çakıldığı tahta haçı, başına konulan dikenli tacı gösterip, bunun karşılığında para topladılar. tüm bunların 300 yıldan bu yana bozulmadan nasıl kaldığını soranlara ise, mucizelere bağlanan cevaplar veriliyordu.

    kutsal haç’ın savunucusu olan kudüs piskoposu, bunun küçük kıymıklarını kutsal emanet olarak hacılara belli bir bedel karşılığında satmaktan da çekinmedi. parçalar kopartıla kopartıla haçın tükenmesi gerekirken hep var olmasını, haçın yapıldığı ağacın kutsallığına, daimi olarak kendini yenilediğine bağlayarak bu meselesi da çözmüştü.

    augusta helena’ya isa’nın üzerine çakılı olduğu haç diye sunulan bu tahta parçası hasebiyle, haç biçimindeki sembol de hıristiyanlığa iyice yerleşmişti. öyle ki, bundan böyle her nerede haç sembolü kullanılırsa, hıristiyan dini hatırlanır oldu.

    tehlikeli vakitlerde ve büyük kıyımlarda, haç sembolüyle bedenlerini ve ruhlarını güçlendirmek, hırıstiyanlarca anane haline getirildi. bu alışkanlık, kilise merasimlerinde, hayatın tüm alanlarında uygulandı. bundan, her türlü tinsel ve dünyevi kötülükleri uzaklaştırıcı bir savunucu olarak istifade edildi.

    diğer taraftan unutulmamalı ki, constantinus 337 seneninde ölüm döşeğine düştüğü vakit dahi daha vaftiz edilmemişti.

    demek ki hıristiyan olduğuna ilişkin söylem de yalandır. yalnızca hıristiyanlığı müsamahayla tertip etmiştir, o kadar...

    ne yazık ki onun tertip ettiği hıristiyanlık, onun tertip ettiği gibi kalmadı. kısa süre içinde kendini parçaladığı gibi resmi dini olarak ilan edilmiş olduğu imparatorluğu da paramparça etti.
39 entry daha
hesabın var mı? giriş yap