11 entry daha
  • bir önceki (#74496279)
    18. asrın tanınmış iskoç tarihçi düşünürlerinden david hume, “an enquiry concerning human understanding” (insan anlayışı üzerine inceleme) isimli eserinde helen-iyon kültürüne şöyle övgüde bulunur:

    “bırakınız dinsel hoşgörüsü, sözcüğün en geniş manasıyla düşünme özgürlüğü kavramının ve ilkesinin dünyaya helen-iyon kültürünün bir armağanı olduğunu kabul etmemiz gerekir.”

    helen toplumu, yapısı itibariyle günümüzün liberal ve demokratik toplumlarına benzemez. üstelik toplumsal ve siyasal özgürlükler yasalarla ifade edilip, toplumsal hayatın teorisel temeli haline gelmiş de değildir. düşünce özgürlüğünün, helen kültürünün içinde geliştiği natürel hava gibi bir şey olduğu kolayca söylenebilir. bu o denli natürel bir olgudur ki, sokrates dahi savunmasında, düşünce özgürlüğüne yapılan bir karışmanın konusunu açmaz.

    düşünce özgürlüğü açısından antik helen dini de asla mani oluşturmamıştır. bunun nedenini helen dininin bir kültür dini oluşunda bulabiliriz.

    aslında her din belli bir kültürün ürünü sayılabilir fakat kültür ile din etkileşimi her vakit uyumlu olmayabilir. sözgelişi düşünsel gelişmenin aniden hızlandığı dönemlerde, kültür ile din arasında çatışmalar yaşandığı görülür. zati bu çatışma olmazsa düşünce veyahut yürek özgürlüğünden söz etmeye gerek kalmaz. dinin, kültürün gelişmesine ön ayak olduğu kadar, çokça ona mani olduğu da bir gerçektir. “helen aydınlanması” denilen, bilhassa dinsel düşünceye taban tabana karşıt felsefesel düşüncelerin ortaya çıktığı bir dönemde bu ülkede din ile kültür arasında kayda değer çatışmalar yaşanmamıştır.

    felsefenin natürel gelişimiyle beraber olimpos tanrıları artık gerçekliklerini yitirmişti. dünya, tanrılardan sıyrılmıştı. halkın inanıp bağlandığı din de bir mitoloji biçimine dönüştü.

    tanrıların birer insan yaratımı ve hayali olduğunu söyleyen ksenophanes’ten olayları tabiat yasaları ile izaha çalışan antik çağ materyalist düşünürlerine dek, günümüz batı dünyasına ışık tutmuş felsefe okulu ve sistemlerinin gelişmesinde dinsel engeller olmadığı görülür.

    bir takım düşünürlerin ileri sürdüğü gibi, mit, destan ve mantık arasında bir kaynaşma hem de bire bir eşlik olduğunu söylemek mübalağalı olur ama gene de helen düşüncelerinin pek çoğunun dine ve teolojiye ters olduğu da açıkça bellidir.

    helen düşüncesinde doğa ötesi, teolojiden çok ilmi düşünceye yakındır. bu yüzden de jacob burckhardt, ilk çağın helen-roma dinlerine “kültürün tanrılaşması” ismini vermiştir. kültürün tanrılaşması yoluyla ortaya çıkan helen dininin, sanat ve düşünce yaratımlarına engel olmaması da doğaldır. helen düşünürleri sıkı ahlâk kaidelerine değer verir ama “öteki dünya” konusunda ya da “ruhun kurtuluşu” gibi kaygıları pek yoktur.

    helenlerin din şuuru daha çok doğaüstü bir kavram olan “moira” (yazgı) düşüncesine kadar yükselmişse de, günah şuuru, ruhun kurtuluşu kaygısı onları rahatsız etmez. söz gelişi, yahudiler ile helenler arasında büyük bir dünya görüşü ve hayat uçurumu var gibidir.

    romalılar da bir bakıma helenlere benzer. helen-roma dininin bu tinsel sığlık ve gevşekliği, ileri senelerde hıristiyanlığın yükselişini kolaylaştırmıştır.

    genel hayat şartlarının bozulmaya yüz tutması, hemen peşinden ekonomik ve siyasal balansların altüst olması, helen insanının hayata ve kendine karşı duyduğu güveni, nihayetinde bu sanat-kültür dininin saflığını yitirmesine kapı aralamıştır. jacob burckhardt’a göre, hıristiyanlığın öteki dünya inancı, hıristiyan imparatorların yardımıyla, bu kültür-sanat dininin hakkından gelmiştir.

    şüphesiz, tarihin çeşitli dönemlerinde başka ülkelerde de büyük, yaratıcı, çığır açıcı kişiler yaşamıştır. ancak, devlet ve kamu yaşamının yanı başında, toplum otoritesinin uzanamadığı kendine has yaşama alanı, devletin ve dinin karışmadığı bir düşünce etrafı olan özgür fert, ilk defa iyon siteleri ile atina’da gelişmiştir. bu gelişmenin coğrafi, etnik, siyasal ve ekonomik faktörlerini izah etmek da imkanlıdır. kısaca ticaret ile sömürgeciliğin bunda büyük hisseleri olduğunu söylemek gerekir.

    jacob burchardt gibi araştırmacılar, demokrasinin doğuşunun burada olmasını, devletin kültüre egemen olmasıyla, daha da ehemmiyetlisi kültürün devlete egemen oluşuyla izah etmektedir.

    helen düşüncesinin bu yoğunlukta gelişmesini, devletin bilgi ve eğitime verdiği ehemmiyetle izah etmek imkansızdır. kaldı ki devletin bilgiye karşı gösterdiği alakasızlığın yer yer düşmanlık biçimine dahi dönüştüğünü biliyoruz. buna rağmen, feylesof ve bilginlerin helen felsefesini bu denli yüceltişini ancak sınırsız bir düşünce özgürlüğü ortamının varlığıyla izah edebiliriz.

    yeri gelmişken, çoğu batılı araştırmacının bir türlü yere göğe sığdıramadığı helen demokrasisinin “demos”tan çok “aristos”a başka bir deyişle halktan çok asil azınlığa dayandığını, aslında orada demokrasiden çok aristokrasi olduğunu belirtmemiz gerekir.

    helen sitelerindeki eğitmenler rahipler değil, filozoflardı. politika adamlarının ders aldığı sofistler bir yana, ilk helen filozofları hem doğa araştırıcısı hem şehirlerin danışmanı, birer yol göstericiydiler. jacob burckhardt gibi araştırmacılar, dinsel düşüncelerdeki bu gevşeklik ve zayıflığın, felsefenin gelişmesinde ehemmiyetli bir etken olduğunu iddia eder.

    dünyanın hiçbir toplumunda özgürlüğün insanlara düpedüz bağışlandığı görülmemiştir. her pozitif değer gibi özgürlük de dövüş ve savaş hem de başkaldırma ve devrim ile ele geçirilmiştir.

    bu yüzden helen-iyon dünyasındaki düşünce özgürlüğü elbette mantar gibi kendi kendine yerden bitmiş değildir. ancak helen düşüncesinin çeşitliliği ve bolluğunu, kimisinin de toplum düzeni için yıkıcılığını göz önüne alırsak, sayıları pek az da olsa bir takım baskı ve kovuşturmalar bir yana, helen insanının geniş bir düşünme özgürlüğünü tattığını rahatça söyleyebiliriz.

    yazacak o kadar çok şey var ki. biraz dinlenelim.

    devam ediyoruz. (#74510893)
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap