6 entry daha
  • "vox et praeterea nihil"
    ('vox', 'ses'; 'et', bağlaç olan 've'; 'praeterea', 'dışında', ya da 'gayrı' ya da daha da doğrusu 'maada'; 'nihil' ise 'hiçbir şey' anlamında)
    'a voice and nothing else' veya 'voice and nothing more' yani 'geriye sadece ses kalır' ya da 'ses, sadece ses' diyebiliriz. yani öyle dersek daha doğru olabilir, olmayabilir de. kısaca dilimize çevirecek olsam ben buna yankı [(eko/echo)(yankılanıp durmakta olan bir ses)] derdim. öyle güzel şey ki dil.

    gelelim bu deyişin romanla ('gizli kalmış bir istanbul masalı' öyküden ziyade bir romandır. elimdeki baskı temmuz 2015 yky baskısıdır ve kitabın üzerinde roman değil öykü yazar. ancak yayınevini suçladığım sanılmasın, ben de olsam öykü yazardım. fakat kitabın öyküyle olan tek ilişkisinin 1991'de aldığı haldun taner öykü ödülü olduğunun da bilinmesini isterim.) ilişkisine; plutarch (nam-ı diğer plutarkhos), iğneleme maksadıyla, ya da nükte diyelim, yanılmıyorsam moralia'sında, bir bülbülü (nightingale) yemek üzere parçalayıp neredeyse hiç eti olmadığına hayıflanan bir adama dedirtmiştir bu cümleciği. buradan çıkarılacak dersin iki çeşit olabileceği söylenegelir: birincisi, hepimizce malum, 'havlayan köpek ısırmaz' (böyle anlaşılması garip ama öyle işte) olurken öbürü, çok konuşanın zırvalamasının aslında söyleyecek sözü olmamasından kaynaklandığıdır.

    ali teoman'ın bu hikayeden çıkarılacak dersle ilgilenmediğine eminim. o romanının sonunda "vox et praeterea nihil" derken apaçık yankıyı işaret eder. inci tanesinin mermer sahanlıkta yankılanışından daha çok romanının, biz okurların zihinlerinde yankılanan bir sese, içinden çıkılması güç bir oyuna dönüşmesinden ya da her şeyin en nihayetinde bir sesten ibaret ya da sesten mamul olduğundan, geriye başka da bir şey kalmadığından bahseder. romanının her yerine (romanın kendisine yani metne de romanın yazarı zannedilenin arkasında saklanan gerçek yazara da) bulaşmış gizemi de; güvenilmez olan, güvenilemez olduğunu da açıkça ve defalarca itiraf eden romancı (masal anlatıcısı) anlatıcıya fatura eder. romanının bütün anlatıcılardan uzakta başka bir anlatıcının varlığını da hissettiriyor oluşu ise gerçek hayattaki bu oyunla birleştiğinde romanı büyütür de büyütür. öyle muzip bir sesi vardır ki, düşünün, kitabın daha ilk sayfasında ingilizce bir alıntı yapar, hatta alıntıladığı kitabın adını, basım yılını, yazarını ve hatta yeniden basımının bilgilerini falan da verir fakat böyle bir kitap yoktur. gözümüzün içine baka baka gandalf mandalf yalan söyler.

    bense pek muhterem ali teoman'ın nurten ay isimli bir hanımefendiyle anlaşıp yerine onun geçmesini isteyişinden mi bahsedeyim, bahse konu hanımefendinin altından kalkılması güç bu rolü (kitap için imza günü düzenlemek zorunda kalacak kadar) kabul edişinden ve verdiği sözü tutuşundan mı, veya süha oğuzertem'in sadece metinden yola çıkarak inanılmaz bir cesaret gösterisiyle (bu cüretin şahsım nezdindeki değerine paha biçemeyeceğimi belirtmeliyim, yanlış anlaşılmasın sakın, olabilecek en olumlu anlamda cesaretten bahsediyorum) romanın asıl yazarının müzikolog cem behar [biraz da roman karakterlerinden biri olan elias behar (ilyas bahar)'ın adından etkilenmiş olsa gerek diye düşünüyorum] olabileceğini açıklamasından mı veyahut da bu büyük oyunun, yani romanın kendisinin, gerçek yaşamla olan ilintisinden mi bahsedeyim bilemiyorum. yine de cama çarpan, pencereden sızan yağmur damlacıklarının, bir-ki-bir-ki rakkasın, inci tanesinin ve tabii ki bu modern masalın, tabiatı icabı nisyan ile malul hafızama tabiatına başkaldırarak kazındığını söylemeden edemeyeceğim.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap