reform
-
sene: 1525… yer: almanya…
köylüler, prenslere on iki maddeden oluşan bir muhtıra iletir.
bunların hepsini değil de en ehemmiyetlilerini yazalım:
- kendi papazımızı kendimiz seçmeliyiz.
- tevrat’ın emrettiği ancak incil’in kaldırdığı vergiyi ödesek dahi bunu yaradana verir gibi vermeliyiz.
- bize toprak köleleri gözü ile bakılıyor. oysa isa, toprak sahipleri kadar çobanlar için de acı çekmişti. biz de mukaddes kitap’ta sözü edilen özgür insanlardan değil miyiz? değilsek, bize mukaddes kitap’ta bunun yerini gösterin.
- hepimiz için olan av hayvanlarından istediğimiz gibi istifade edebilmeliyiz. yoksa bizi o hayvanlara karşı savunun ve bize verdikleri zararları karşılayın.
- meyveler ve sular hepimizin olmalı, acıkan ve susayan bir herkes bunları dilediği gibi yiyip, içebilmelidir.
- ormanları bize bırakmalısınız. yakacak odun için ağaç kesebilmeli, kendimiz için kereste üretebilmeliyiz.
- bu saydıklarımız yaradan’nın sözüne uymuyorsa, nasıl uymadığını mukaddes kitap’ta bize gösterin. o vakit biz de onları istemekten vazgeçeriz.
dediler.
dediler de ne oldu?
köylülerin bu teşebbüsünü başlangıçta martin luther de desteklemişti.
destekledi de ne oldu?... pek de fazla ileri gitmedi; gidemedi. işine gelmezdi. ancak thomas münzer isimli bir din adamı biraz daha yürekli davranarak köylülere destek oldu.
bu desteğe karşı ne oldu?
prensler köylülerin dilekleri üzerinde müzakereyi dahi istemedi. göz ardı ettiler.
iç savaş çıktı. yapılan kıyımda 130.000 köylü kılıçtan geçirildi.
başlangıçta köylülerden yana gibi görünen martin luther, sonradan onlara karşı tavır aldı. oysa köylüler onu öncüleri olarak görmüştü.
20. asır başlarının lüksembuglu tarihçisi frantz funck-brentano bu konuda şöyle diyor: «martin luther çok tedbirli davrandı. iki tarafı da idare etti. ona göre köylüler netlikle hatalıydı fakat yöneticiler de haksızdı.»
martin luther köylülere “aziz kardeşler” prenslere “aziz efendiler” diyordu. köylüleri, kendi yaptığını görmezden gelerek «hiçbir başkaldırı iyi sonuçlanmamıştır.» diyerek caydırmak istiyordu. beri yandan da prenslerin adaletsizliklerini belirtmeyi sürdürüyor, onlara «ülkeyi zalimane ve vahşice yönetiyor, tüm halkı soyup onlara baskı yapıyorsunuz. siz de yok ettiğiniz insanlar gibi yok olacaksınız.» demekten geri kalmışordu.
düşünüyorum da, acaba perhiz ve lâhana turşusu söylemi o vakitten mı kalma?
köylüler, martin luther’in bir hıristiyana yakışır biçimde dayanmaları, kendilerine yapılan zulüm ve baskıya gönüllü olarak katlanmaları isteğinden çok, prenslere söylediklerini göz önüne aldı. ancak mesele ve çatışma gittikçe büyümüştü ve luther’in dedikleri artık ne prensler ne de köylüler için bir mana taşıyordu.
kırımlara rağmen köylülerin başkaldırısı olanca şiddetiyle sürdü. birçoğu artık prenslere suskunca boyun eğmeye razı değildi. tam bu sırada luther, bu sefer açıkça prensleri destekleme kararı aldı. her iki tarafı da olabildiğince idrare etme gayretinden sonra, üstün gelen tarafa geçti. «köylülerin saman kadar değeri yoktur. onlar söz’ü duymaz ve duygudan yoksundur. dolayısıyla kamçı şaklamasını ve mermi vızıltısını duymaya zorlanmalıdırlar. hak ettikleri budur. biz onların itaatkâr olmaları için yakarmalıyız ama itaat etmediklerinde de onlara acımanın bir manası yoktur.» sözlerini etti. sonra da şunları ilave etti:
«bir köylüyü öldürmek cinayet değildir. bu vaziyet büyük yangının söndürülmesine yardım eder. ihtiyaç duyulan olan bütün tedbirler alınmalıdır. onlar ezilmelidir, boğazlanmalıdır, kazığa oturtulmalıdır. bir köylüyü öldürmek, azgın bir köpeği öldürmek demektir!»
ben bunları okurken, inanın şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyorum. bize verilen tarih derslerinde hiç de böyle söz edilmemişti martin luther’den. ne yazık ki gerçek bu… bu sözlerinin tümü belgelenmiş,
dahası da var:
«prenslerimiz, bu vaziyette kendilerini, bu alçakları cezalandırmayı emreden ilâhî hiddetin temsilcileri olarak görmelidir. bu koşullar altında kan dökmekten sakınan bir prens, tüm cinayetlerden ve alçak bir domuzun işleyebileceği daha da büyük suçlardan mesul olacaktır. artık, tolerans, dayanma ve acımaya yer yoktur. hiddet ve kılıcın zamanıdır.»
bitmedi.
«köylülerin çoğunun kılıçtan geçirilmesi yaradan için ehemmiyetsizdir. nitekim yaradan da bütün dünyayı bir tufanla suda boğmuş ve bir ateşle sodom’u yok etmiştir, o kudretli ve korkunç bir yaradan’dır. şayet aralarında suçsuz insanlar varsa, yaradan onları da lut ve yeremya’yı olduğu gibi savunacaktır. köylüleri rastgele bir kurtuluş bahtı tanımadan cezalandıran ve kılıçtan geçiren yöneticileri yaradan engellemez hem de incil bile bunlardan razı değildir.»
sonrası daha da bir yıkım:
«köylüler iblise hizmet eder. ben inanıyorum ki hiçbir iblis cehenneme atılmamış, hepsi köylülere katılmıştır.»
prenslere teklifi de şöyle:
«gelin sevgili aziz efendiler. asiller!... tüm gücünüzle onlara vurun; kazıklara oturtun ve boğazlarını net. bunu yaparken ölümle buluşursanız, yaradan’ya itaat ettiğinizden, şeytanın aşiretine karşı kendinizi savunduğunuzdan, ilâhi lütufla ödüllendirileceksiniz.»
sanki papa!
prensler, martin luther’in bu insanlık dışı tekliflerini korkunç bir hızla uygulamaya koydu. bu durum luther’in yandaşlarını bile korkutmuştu. ona, mantıksız, aceleci bir şekilde bu hareketin kışkırtıcılığını yaptığı, dediklerinin farkında olmadığını anlatmaya çalıştılar. luther’in onlara cevabı şöyle olmuştu: «bir isyancı akılla cevaplanmaya değmez zira o bunu anlayamaz. böyle ağızlar burunları kanayıncaya kadar yumruklanarak susturulmalıdır. köylüler mantıklı olanı duyamaz ve dinleyemez. bu yüzden onların kulaklarını kurşunlarla ürkütmek, kafalarını kılıçla havaya uçurmak gerekir. onlara acıma, lânetlenmek demektir.»
tarihçi frantz funck-brentano durumu şöyle özetliyor: “öncüler ve yöneticiler, ayaklanmanın bastırıldığı bölgelerde oturanları cezalandırma vahşetinde birbirleriyle yarıştı. kurbanlar için en kolay kurtuluş yolu kendi başlarını bir baltayla kesmekti. bir hayli erkek ve kadın kendi dilini ve parmaklarını kendisi kopardı. büyük alanlarda idamlar yapıldı; kadın ve çocuklar bu korkunç görüntüye şahitlik etmeye zorlandı. bazı prensler isyana kalkışan halkı gruplar halinde diz çöktürerek top kurşunlarıyla öldürttü. kimileriyse isyancıları kalelerinin altlarındaki mahzenlere attı ve orada can vermiş insanların cesetleri arasında boğularak can vermeye ayrıldı. tarihçiler bu şekilde öldürülen köylü sayısının takriben 130 bin olduğunu düşünmektedir. zafer kazanan toprak sahipleri köylülerin kafalarıyla top oynayarak eğlendiler.”
tüm almanya bir enkaza dönüşmüştür. martin luther bu durumu umursamamakta, «bütün dünya parça parça yıkılacak olsa da öğrettiklerim, yazdıklarım doğru olarak kalacaktır.» demektedir.
netice: köylüler evvelki kölelik durumlarına dönmüştür. bu toplum hareketinin sonu çok kederli olmuştur. halkın durumu şimdi öncekinden de kötüdür. prensleri boyun eğmeye zorlamak ve hıristiyan ilkeleri üzerine yapılan bir demokrasi kurmak için, belki de almanya tarihinin tek talihi olan bu halk devrimi, martin luther tarafından bastırılmıştır. reformcu, bu durumla iftihar ederek her şeyi kendine mal etmektedir: «ben martin luther, köylüleri isyana yönlendirdim, sonra da kılıçtan geçirilmelerini buyurdum. onların kanı benim omuzlarımdadır. fakat sorumluluğu, bana bu şekilde konuşmamı buyuran yaradan’nın üzerine yüklüyorum.»
of!
böylelikle, martin luther de önceden tüm kilise önde gelenlerinin yapmış olduğu gibi sorumluluğu yaradan’nın üzerine yıkar ve işin içinden çıkar.
pek çok araştırmacı bilim insanının belirttiği üzere; martin luther, yalnızca bir teolog (ilâhiyatçı) değil, bu arada bir ideologdur. reform süreci süresince kültürel, siyasal ve dinsel açıdan oldukça karmaşık olan hıristiyan toplum içerisinde başarıya erişmesi, zamana ve günün şartlarına göre söylem geliştirmesine bağlıdır. herkesin, onun öğretisini desteklemesini sağlayacak anlatımlarda bulunmuştur.
bence iki yüzlünün daniskası. tam bir kendini beğenmiş çıkarcı, oportünist…
ne yazık ki hıristiyanlıktaki reform eylemi büyük ölçüde onun doktrini üzerine heyetmiş.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap