6 entry daha
  • şizofrenidir (sanırım). ikilikler ve dahi çokluklar arasında parlak, berrak, pürüzsüz bir teklik bulma ihtiyacı; göçmek ve kalmak arasındaki çelişki ve duygusal dalgalanmalar; gerekliliğin ötesinde öldürmek ve hayatı da bir o kadar bırakamamak saplantısı; olanca küçüklüğüne ve kırılganlığına rağmen büyüklenmesi, geçmişini ve geleceğini serap denizinde tuzlu su yutmuş gibi bulanık bir umutla ve övgüyle hatırlaması/hayal etmesi; kendini dünyanın merkezi sanmak aptallığına düşmesi ve bu yalanı gerçek kılması; tanrılar yaratması ve kendi görüntüsünün algısından çok şey kapmış olan bu tanrılara tapması, kendini tutkuyla sevmesi... tüm bu, zamandan eski görünen olgulara bakınca şizofreniden başka neyle açıklanabilir insan doğası? bir başka deyişle, şizofreni, insanın doğal halidir.

    şöyle bir etrafa bakalım: hayvanların bizim gibi olmadık duaya amin dedikleri, kendilerine hayali dostlar ve kimlikler yarattıkları görülmüş müdür genellenebilir bir özellik olarak? sanmıyorum. belki de, bizi biz yapan dediğimiz, bu kadar büyüklenmemize, şaşırmamıza, kendimizi dev aynasında görmemize neden olan ayrıntılar, bir başka deyişle genetik kodlarımız, -isterseniz karmaşık, soyut düşünme yeteneği filan diyelim- hiç gerçekleşmese ne kadar iyi olacak bir hata, birer mutasyon olmuş olamaz mı? tıpkı bugün şizofreniyi ve diğer birsürü akıl ve ruh hastalığını sınıfladığımız gibi, yanlış, çarpık, sapkın... bir anlık değişme ve geri döndürülmesi zor bir yanlış-işleyiş! dogmalar tarafından sunulan pür-i pak olması gerekli insan doğasına ne kadar ters düşerdi bu açıklama öyle değil mi? bugün bizim becerebildiğimiz karmaşık düşünme sürecini takip edebilmeye başladıkları için, hayvanların da aslında ne kadar zeki yaratıklar olduğunu filan sayıklayıp duruyoruz. fakat aynı zamanda, onlar da zarar vermeyi öğreniyorlar; sıradanlık ve sevimlilikten başka bir şey beklemediğimiz hayvanlar, zeki ve düşünceli gözlerle bakıyorlar, ne düşündüklerinin şu an farkında olmasalar bile... düşünceyi düşünmeyi şimdilik biz becerebiliyoruz en iyi... (bkz: meta)

    insanın hayvani doğasından kaçtığı, insan olmayı öğrendiği kabul edilir... medeni yaratıklar olmayı, çatalı, bıçağı, inancı, bağlılığı, duyguyu öğrenmiş olduğu ve hatırlamak / yeniden üretmek üzere belleğinde sakladığı kabul edilebilir...işin uzmanı olmamakla birlikte, bu hayvani doğadan ne kadar kaçarsak ona o kadar yakalandığımızın ayırdına varmak, genetik olarak değiştirilmiş bir ürün olan insana tuhaf şeyler hissettiriyor ve düşündürüyor. sanki, kaçtığın geçmişin değil de geleceğinmiş gibi. bunu kim söylemişti, şimdi hatırlamıyorum... ama tüm bunlar, insan doğasının iyi değil, kötü değil (dinlerin vesairenin onaylamadığı veya önkabul ettiği bir kötülük hali içinde bile değil), ancak ayrıntılarda gizlenmiş bir ufak oynamanın, bir kaydırma hatasının mahkumu olduğunu, sadece ve sadece sapmak için yol aldığını düşündürüyor.

    en düzgünlerimiz, en yolunu şaşırmamışlarımız bile acayip bir medeniyet, zeka, büyüklük, zerafet, güzellik, uçluk saplantısındalar. daha doğrusu, bu özelliklerin allah (ya da patron ya da efendi) tarafından insana bahşedilmiş yetenekler olduğu sanrısındalar ve bu yönlerde gelişmenin boynumuzun borcu olduğu saplantısında dönüp duruyorlar. kendisini özel sanmak tabir edilen gereksiz büyüklenmeleri eleştirmek bile silemiyor gerçekten özel olduğumuza duyduğumuz güveni. iş öyle bir noktaya geliyor ki, sanrı,gerçeğin ta kendisi çıkıyor; yani normal bir şey aslında insanın dünya üzerinde ve evrende bir misyonu olduğunu sanmak ve savunmak. dışına tam olarak çıkamayacağımız bir önerme. şizofrenler gibi, mutluyuz sanrılarımızla. daha da ileri götürelim hatta; korkmayı hiç gerektirmeyecek korkularımızla da mutsuzuz aynı zamanda. ikilik bu: madem mutlu olmayı gerektirecek bir şey yok, neden bulutlarda uçuyorum? veya bir amaca körükörüne bağlanıp her şeyi, her şeyi unutabiliyorum, feda edebiliyorum? çünkü aslında o sırada en mutlu halimi yaşıyorum: bir şeyin gerçekliğine, sağlamlığına, kırılmazlığına, yok olmazlığına sonuna kadar inanıyorum. yaşam ve ölümün birbirini sürekli yalanladığı dünyada, anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı sorusuna cevap arıyormuş gibi, heykeller cevabını buluyorum bir türlü sindiremediğim ikiliğe; çünkü onlar, yıkılmaz. zaten annemle babam arasında da bir tercih yapmam gerekse, sevgisini en doyurucu (?) yollardan hissedebildiğim hangisiyse, onu seçiyorum. doyurucu olan araba, para, yemek değil de, sevgi, gülümseme ya da sesi olsun isterse; ben ona maddi bir anlam, bir güvence etiketi yapıştırdıktan sonra, o maddidir, benim dokunma hakkım olandır, giriş hakkım olandır.

    ama, heykellere, yazılara, hatta hiç silinmeyecek, hep bir iz bırakacak kadar güvenli hipertext ortamına rağmen, ikilik devam ediyor: bu kez de, korkularım var, kayıplar var, dengemin tehlikeye girdiği durumlar var. bu tehditlerin kendilerinin değil, sadece fikrinin olduğu durumlarda bile öyle çok korkuyorum ki, aşamıyorum bu seti kolay kolay. kendime sınırlar koruyorum, güvenli, koruyucu sınırlar. sevdiklerime de sınırlar koyuyorum, onları kaybetme olasılığımı en aza indirmek için. kendimden kaçmaya başlıyorum tam da bu anda. gerçeklerle arama sağlam bir set çekiyorum. yapabileceklerim, sonuçlarından korunmak için bir bir azalıyor. hayvani doğamdan kaçıyorum. pürüzsüzlüğümü tam da yeni kazanmışken, kaybetmemek, olduğu gibi korumak uğruna. selülit kremleri kullanıyor, anti-aging kürleri uyguluyorum, devamlı genç kalmak için. ama koşmuyorum deliler gibi, düşerim çünkü, bir yerim kırılır, bütünlüğüm zedelenir. bir süs eşyası gibi köşeye çekilip sevilmeyi bekliyordum eskiden de, çağlar öncesinden beri. böylece, en zarif, en göz kamaştırıcı olan, hep o duyguyu verebilsin istiyordum, maddi olarak veremeyecek hale gelince bile. istiyordu erkek de; her ne kadar bütünlüğünü baştan tehlikeye atmış olsa da o. şizofrenik hallerini en iyi saklamanın yolu, onu görmezden gelmektir belki de.

    oysaki, insan doğasının şizofrenik niteliğinin ayırdına varmaya başlamış olanları hep şizofren olmakla da suçladı insan. özenle koruduğu bir şeyin deşifre edilmesine dayanamadığından mıdır, nedir? aklından zoru olanlar, yanlış işlerle uğraştı hep, pürüzsüzlüğümüze zarar verdi. aklının yetmeyeceği şeyleri düşünmemesi zaten söylenmişti insana; ama bunu da hemen art niyetli bir politika saymak kolay değil. belki de en insansever, aynı zamanda saf yaklaşımdı bu. acıyı en aza indirecek, hem de doğrudüzgün, işe yarar (!) bir yolda gitmek isteyenleri, o yolun sapkın olduğu gerçeğinden koruyacaktı. korusundu ki, o yola giren birileri olsundu korkusuzca, cengaverce. asker olsunlardı, kendilerini feda etsinlerdi. feda etmedikleri zaman sorunlar büyüyordu, tekliğe duyulan güven sarsılıyordu, insanlar bölünüyordu (her şekilde) (bkz: bölünmek). hayallerimizdeki bütünlük doğrultusunda yol almamızı sağladı, bölünmüş kendimizi, bölünmemiş halimizin kötü bir kopyası sanmak. insan doğası gereği, doğamızın gereğini yaptığımızı düşündük.
76 entry daha
hesabın var mı? giriş yap